Gerçekleşmiş olayların aslında farklı bir boyutu olabileceğini düşünmek bizleri ''paranoyak'' mı yapar? Yoksa önümüze konmuş-dayatılmış bilgiler haricinde değerlendirerek, objektif bir bakış açısıyla gerçeği bulma imkanı mı sunar?
31 Aralık 2011 Cumartesi
KRİPTOLAR
Etnik köken çözmek .
Rum, Ermeni kökenli olduğu söylenir.
Biz Müslümanlar için, iki kimlikli olmamak ve takıyye yapmamak şartıyla etnik köken çok önemli değildir. Hangi ırktan ve kavimden olursa olsun, bir kimse gerçekten ve samimî bir şekilde iman ederse onu kardeş olarak bağrımıza basarız. İslamda Arabın Arab olmayana, Arab olmayanın Araba, sırf etnik açıdan üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva iledir, takvalı olabilmek için de âlim, ârif bir Müslüman olmak gerekir.
Bir Yahudi gerçekten Müslüman olursa iman getirdiği andan itibaren din ve iman kardeşimiz olur. Lakin ülkemizde Kriptolar vardır. Bunları bilmemiz, bunlara karşı dikkatli olmamız gerekir, aksi taktirde böyleleri bize büyük zararlar verebilir.
Ülkemizdeki açık Yahudilerin resmî sayısı 25 bin civarındadır, gerçek rakam bunun altındadır. Bir de kripto Yahudiler vardır, bunlara Gizli Yahudi de diyebiliriz. Bunların sayısının 2 milyon olduğu iddia ediliyor.
Kripto veya Gizli Yahudiler kendi aralarında kaç gruba ayrılırlar? Bildiğim kadarıyla onları da açıklayayım:
(1) SABATAYCILAR: Bunlara Selanik dönmeleri, Avdetîler de denir. Bir takım kabilelere ayrılmışlardır. Karakaşlar, Yakubîler, Kapanîler... Homojen değildirler. Aralarında farklılıklar, geçimsizlikler, uyumsuzluklar, rekabetler bulunmaktadır.
(2) SABATAYCI OLMAYAN KRİPTO YAHUDİLER: Yahudilerin büyük ve ünlü din hocalarından Endülüslü Maymonides, bir Yahudinin, kalbinde imanını muhafaza etmek şartıyla yalancıktan Hıristiyan veya Müslüman gibi görünebileceğine dair fetva ve ruhsat vermiştir. Bu gibi Yahudilerin bir kısmı Bektaşî ve Alevî postuna bürünmüşlerdir.
(3) Ülkemizdeki Kürtler içinde bir takım MÜSLÜMAN KÜRT kimliğiyle görünen Yahudiler bulunmaktadır.
(4) Memleketimizde 78 etnik köken tesbit edilmiştir. Bunların büyük kısmının içinde Müslüman gibi görünen, aslında ise Musevi olan kripto Yahudiler mevcuttur.
Türkiyede kripto Yahudilerden başka, azımsanmayacak miktarda kripto Ermeni, bir miktar da kripto Rum vardır.
Kriptolar devletimiz, milletimiz ve vatanımız için bir tehlike teşkil ediyor mu?
Bu soruya epeyce yutkunduktan sonra cevap vermek gerekir.
Adamın nüfus hüviyet kartında dininin Müslüman olduğu yazılı; lakin bu kişi dehşetli, amansız, agresif, şedid, fanatik bir İslam düşmanı. İslama ve Müslümanlara olan husumeti, kini, gayzı ağzından taşıyor. İçindeki kin ve düşmanlık bundan kat kat fazladır. Böyleleri sosyal barış, millî uzlaşma açısından son derece olumsuz ve tehlikeli unsurlardır.
İslama ve Müslümanlara saldırmayan, kendi halinde yaşayan kriptolar da vardır. Fakat onların da iki kimlikli oluşu, yalancıktan Müslüman görünmeleri gerçekten rahatsız edici bir haldir.
Kriptolara 1908 Meşrutiyet İnkılabından sonra büyük işler, önemli roller düşmüştür. Lozan Andlaşmasının gizli protokolları birtakım kriptolar tarafından hayata geçirilmiş ve köklü değişiklikler yapılmıştır.
Elde yazılı belge yok ama ülkemizdeki bazı makam ve mevkilere Oğuz Türkleri getirilmiyor. Niçin? Bu yasağı, bu tabuyu kimler koymuştur?
Çok garip bir idarî ve siyasî yapımız var. Hukuk fakültemizde Âmme Hukuku derslerinde devlet nazariyeleri okutuluyor, lakin Derin Devletten bir cümle ile olsun bahsedilmiyor. Halbuki derin devlet Türkiyenin en büyük realitesidir, o her şeyin üzerindedir. Asıl devletin, millî iradenin, Büyük Millet Meclisinin, Anayasanın, hukukun, demokrasinin, millî kimliğin, millî menfaatlerin... her şeyin üzerinde.
Kriptolar, kendileri gerçek Müslüman olmadıkları halde, asıl dinleri başka olduğu halde, çoğunluğu teşkil eden Müslümanların din işlerine de karışıyorlar. Namaza karışıyorlar, ezana karışıyorlar, şeriata karışıyorlar.
Kriptoların hepsi açıktan İslamiyete ve dindar Müslümanlara saldırmıyor, bir kısmı da rol icabı dindar Müslüman görünüyor.
Yunanistanda basılmış, İngilizce bir kitap var. İsmi Yahudiler ve Dervişler. Kitaptaki resimlerden birinde, başında Mevlevî tacı, sırtında geniş yenli şeyh cübbesi, uzun sakallı bir şeyh resmi var.
Selanik Mevlevi tekkesinin başına geçmiş, bu adam Müslüman değil yahudiymiş. Olacak iş değil.
Gizli Yahudiler bazı tarikatlara sızarak İslamı içten yıkmaya çalışmışlardır.
Şu hususu da açıklamak istiyorum: Samimi olarak Rumluktan, Ermenilikten, Yahudilikten İslama dönenlere, mühtedilere bir şey söylemiyorum. Benim garip karşıladığım dönmemiş dönmelerin yaptıklarıdır.
Bir takım kriptolar ter ter tepiniyorlar, Dinde reform yapılsın... Dinde yenilik yapılsın... Dinde değişiklik yapılsın... atalarımızın Dinime dahl eden bari müselman olsa... diye bir sözü vardır. Dinde reform, yenilik ve değişiklik isteyenler bari Müslüman olsalar.
Agrasif şekilde İslam ve dindar Müslüman düşmanlığı yapanların iç yüzlerini araştırırsanız karşınıza birtakım gedikli kriptolar çıkacaktır.
Tevhit ile Teslisi bir görenlere bakınız, onların içinde de kriptolar vardır.
Laikliği çığırından çıkartıp din düşmanlığı haline getirenler kriptolardır.
Kriptoların çok sevdikleri çok düşkün oldukları işlerden biri rant yemektir.
Düşünce özgürlüğü edebiyatı yaparlar, bir kripto yazılarından ve beyanlarından dolayı mahkemeye verilince canhıraş feryatlar koparırlar. Aynı şey bir Müslümanın, bir Türkün başına gelince görmezlikten gelirler, hiç tepki göstermezler.
Hepsi için söylemiyorum ama bir kısım kriptoların iki ismi vardır: Birincisi açıkta görünen Türk ve Müslüman ismi, ikincisi gerçek ismi. Bir örnek vereyim, meşhur eğitimci Şemsi Efendinin asıl ismi Şimondur.
Kriptolar ülke üzerindeki hakimiyet ve saltanatlarını sürdürmek ve sağlama bağlamak için bir strateji geliştirmişlerdir:
(1) İki dominant unsur olan Türkler ile Kürtleri birbirine düşman etmek onları, birbirleriyle çekiştirmek.
(2) Sünnîlerle Alevîleri birbirine düşürmek.
(3) Halkı dinciler ve laikler diye iki düşman kampa ayırmak.
(4) Ne kadar farklılık varsa onları birbirine rakip ve düşman etmek.
72 milyonun 70 milyonu böyle çekişip tepişirken onlar ülke rantlarının kaymağını, balını yerler.
Bünyemizdeki bu kriptolar meselesi halledilebilir mi? Nasıl halledilebilir? Bu konuda neler yapılabilir. Devletine, halkına, vatanına, milli kimliğine, tarihine bağlı bütün namuslu, dürüst, şerefli, haysiyetli, seçkinlerimizin bu konuda çareler ve çözümler üretmelerini kamuoyuna teklifler sunmalarını temenni ediyoruz.
Herkes benim gibi düşünsün demiyorum. Garazsız ivazsız, samimi müzakere edilmesi yeterlidir.
Kriptoların işi de kolay değil. Onların bir kısmı nâçar (çaresiz) kalarak kripto olmuşlardır. Eski dinine ve kimliğine dönmek istiyor ama dönemiyor. Müslümanlığı samimi değil, kriptolukta da hayli yol almış. Makam, mevki, servet sahibi olmuş, ün kazanmış... Rant dersen gani, kimliğini açıklasa bunların elinden gitme ihtimali var. Ne yapacağını o da şaşırmış.
Velhasıl dehşetli bir çıkmaz içindeyiz. Doluya koysan olmuyor, boşa koysan olmuyor... imwar.com
Komplo Teorisyeni'nin görüşü:
İnsanların etnik kökeni bizim için temelde önemli değildir. Amma ve lakin iş hayatında ve medyadaki dönmelerin büyük çoğunluğunun yurtdışı kaynaklı örgütlere üye olması ve ülkemiz aleyhinde faaliyetler içinde yer alıyor olmaları, bunlara karşı dikkatli ve uyanık olmamız gerektiğini gösteriyor.
Atatürk’ün Gizli Vasiyeti’yle ilgili iki uzmanın açıklamaları gündemi altüst edecek.
İşte Meriç Tumluer ve Alaaddin Tumluer’in vasiyetle ilgili şok açıklamaları…
http://www.haber5.com/haber.php?haber_id=277784
-----------------
Bu sayialarin hepsi uydurma, yalan haberlerden baska bir sey degil. Atatürk'ün 50nci ölüm senesi 1988 icin de söylenmisti,"50 sene sonra gizli evraklar acilacak ve Atatürk'ün cevirdigi entrikalar meydana cikacak" diye. Hic bir sey olmadi. Atatürk yaptigi her iste şeffaf insandi. Gizli kapakli hic bir sey yapmamistir. Bu iftiralarin hepsi kendi sahsi ve maddi menfaatleri ugruna bir takim isim yapmak, yaygara kopartmak isteyenlerin isinden baska bir sey degil. Ellerinden bir is gelmiyenler isim yapmak, mesru olmak icin 80 türlü iftira atiyorlar. Inanmayin böyle yalanlara. AIHM zaten Türkiye aleyhine karar vermekle taninmis mahkeme. Avrupa'nin maksadi zaten Türkiye'de Atatürk zihniyetini yok etmek, Atatürk'ü heykellerini, resimlerini kaldirmak, Anıtkabir'i kapatmak, Türk mefumunu tarihe gömmek, Lausanne'in yerini Sevres'e devretmek. Gözümüzü dört acalim, Lausanne'da en ufak taviz Türkiye'nin sonu demektir. Surada 15 sene kaldi, Türkiye'nin 100 yasini doldurmasina. 20nci asirda kurulan hic bir Avrupa devleti Türkiye kadar uzun ömürlü olmadi. Biliyor musunuz bu Avrupalilari nasil cileden cikartiyor?
Selamlar
Dr. Azmi Güran
Prof.Eng.Emeritus (U of P) a.gee?hispeed.ch
***************
Ata'nın GİZLİ vasiyeti
Ata ölümünden 50 yıl sonra açılması için bir vasiyet yazdı. O vasiyet nerede?
"Ölümünden iki ay önce Dolmabahçe'ye Beyoğlu Altıncı Noteri'ni çağırttı. Bir vasiyet yazdırdı. 50 yıl sonra açıklansın dedi. Ama hep gizli kaldı." İşte bu iddia şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde dava konusu oldu.
HEP İNKAR EDİLMİŞTİ
Atatürk'ün ölümünden bugüne tartışılan ve varlığı gerek Genelkurmay Başkanlığı gerekse en yetkili ağızlardan yalanlanan 'Atatürk'ün gizli vasiyeti' artık AİHM'de. Uzun süredir kendisini bu konuya adayan, kurduğu www.ataturkungizlivasiyeti.com adlı internet sitesiyle tartışmayı sıcak tutan vatandaş Meriç Tumluer, konuyu AİHM'e taşımayı başardı.
İCAP ETTİĞİ VAKİT GEREĞİNİ YAPIN
Bu gizemli tartışmanın fitilini ateşleyen Meriç Tumluer iddialarını şöyle ete kemiğe büründürüyor:
"Atatürk, 6 Eylül 1938'de Dolmabahçe Sarayı'nda, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Ordinaryüs Prof. Neşet Ömer İrdelp'in de olduğu sırada, İstanbul Beyoğlu 6'ncı Noteri İsmail Kunter'i makamına davet ederek, el yazısı ile yazmış olduğu vasiyetlerinin olduğu zarfı kapalı bir şekilde 3 yerinden kırmızı bal mumu dökülüp, mühürletti ve notere 'Bu kapalı zarfta vasiyetlerim var. İcap ettiği vakit gerekeni yaparsınız' diyerek teslim etti. Mühürlü büyük zarf Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından, 28 Kasım 1938'de bir heyet huzurunda açıldı."
KENAN EVREN DÖNEMİNDE AÇILMASI GEREKİYORDU
İddialara göre ise Atatürk'ün vasiyetnamesi eksik açıklanmıştı. Çünkü Ata'nın mühürlettiği zarf içinde bir zarf daha çıkmış, bu zarf da Ankara 3. Sulh Hukuk Hakimi Osman Selçuk ve görevli bir heyet tarafından 5 Ocak 1939 'da Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Merkez Şubedeki özel bir kasaya konmuştu. Tumluer, "Bu zarf mahkeme kayıt altına alınmıştı. Kasaların gününden önce açılmasını engellemek maksadı ile 50 yıllık süreç için kasaların kapısı özellikle bir kaynakla tutturulmuştu. Vasiyetin açıklanma zamanı geldiğinde dönemin yetkilisi 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren bu konuda kamuoyuna hiçbir bilgi vermedi."
TÜRK MAHKEMESİ DAVAYI REDDETTİ
Atatürk'ün gizli vasiyetinin açıklanması için beklenen süre dolup da kimseden ses çıkmayınca bu kez konu mahkemeye taşındı. Meriç Tumluer'in 2005'te Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi'ne verdiği dilekçe Atatürk'ün gizli vasiyeti iddiasını mahkeme gündemine getirdi. Aralarında 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in yanı sıra eski miletvekili Emin Şirin ve Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal'ın da bulunduğu isimler tanık olarak gösterilmişti. Hakim 2005'te "Davacıların iddia ettiği gibi bir vasiyetnamenin varlığı sübuta ermediği" gerekçesiyle davacıların talep ve davasının reddine karar verdi.
AİHM BAŞVURUYU KABUL ETTİ
Türkiye'deki iç hukuk yolları tükenince bu kez gözler AİHM'e çevrildi. Tumluer son çare olarak Strasburg'daki AİHM'e 19 Nisan 2007'de, 40 sayfadan oluşan dilekçeyle başvurdu. 31 Mayıs'ta ise Strasburg'dan yanıt geldi. 17820/07 dosya numaralı başvuruyla ilgili şöyle denildi: "Başvurunuz alınmıştır. Mahkemenin kararı hakkında ileride size bilgi verilecektir."
VASİYETTE NE YAZIYOR?
Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal'a göre, Atatürk, bazı notlarının ölümünden 50 yıl sonra açıklanmasını vasiyet etmişti. Altındal, "Kenan Evren ve dönemin başbakanı Turgut Özal, bunları okudular. Ancak bu görüşlere, bu fikirlere 'toplumun henüz hazır olmadığını' öne sürerek bunların açıklanmasını engellediler" dedi.
1988'de Atatürk'ün vasiyetinin üstüne 25 yıllık yeni bir yasak konulduğunu da iddia eden Altındal, "Atatürk, hilafetin kişi bazında değil, bütün İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabileceğini düşünüyordu. Bu vasiyeti 1958'de Adnan Menderes de öğrendi ve 'Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz' cümlesini bu nedenle söyledi."
Kaynak: Vatan
30 Aralık 2011 Cuma
kahvenizin tadına varın!

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değisik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.
Herkes bir bardak seçince, profesör şöyle söyler:
Farkettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir sey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Şunu bir düşünün: Hayat kahvedir. İş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar.
Onlar hayatı tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmezde.
Bazen sadece bardağa odaklanarak Tanrının sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.
Kahvenizin tadına varın!
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler.
Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.
Basit yaşayın. Cömertce sevin.
Birbirinize derinden itina gösterin.
Nazik olun.
26 Aralık 2011 Pazartesi
Tut Yüreğimden Ustam
Aklım firarda.
Gözbebeklerimde müebbet hüzün,
Dilimde Ay kesiği bir yara,
Düşüm kırık dökük,
Umudumun boynu bükük,
Bir öksüzün omuzlarında sükut.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Bir hain kurşunu gelip deşmesin.
Ustam!
Ne zaman o senin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.
Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.
Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut,
Tut beni, sür güne…
http://www.youtube.com/tutyuregimdenustam
EFLATUNA İKİ SORU SORMUSLAR

Eflatun’a iki soru sormuşlar:
Birincisi; İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışı nedir?
Eflatun tek tek sıralamış:
Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta ne bugünü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaparlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
Sıra gelmiş ikinci soruya:
Peki sen ne öneriyorsun?
Bilge sıralamış:
Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi “sevilmeye” bırakmaktır.
Önemli olan; Hayatta “en çok şeye sahip olmak” değil, “en az şeye ihtiyaç duymaktır.”
AŞK'IN MİMARI SİNAN
Osmanlı’nın büyük cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın ve büyük aşkı Hürrem Sultan’ın bir kız çocuğu gelir dünyaya.
Efsane bir aşkın meyvesidir bu çocuk ve bu yüzden belki efsane aşkların en temeline en masalsı olanına ithafen ismi Mihrimah konulur. Mihr-ü Mah Farsça’da Güneş ve Ay demektir.
Zaman hızla geçmiş Mihrimah Sultan büyümüş 17 yaşına gelmiştir ki o zamanlar için evlendirilmesi uygun olan bir yaştadır. İki talibi olur biri Diyarbakır valisi Rüstem Paşa’dır, diğeri ise sarayın baş mimarı Mimar Sinan.
Padişah biricik kızını Rüstem Paşa ile evlendirir. Sinan evlidir ve 50 yaşındadır ama bilinen odur ki Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır.
Mimar Sinan o derece derin bir tutku ile aşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamamıştır. Fakat ona olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.
İstanbul’un en güzel yerlerinden birine Üsküdar’a Mihrimah Sultan adına bir cami yapması istenir kendisinden. 1540 yılında inşa etmeye başladığı camiyi 1548 yılında tamamlar. Cami inşa edilirken bir yandan kendi aşkını anlatır hiç şüphesiz ve eserine sanki “eteklerini giymiş bir kadın” siluetini verir. Ayrıca cami için mimari olarak esinlendiği, örnek aldığı yer ise bir başka aşka, kutsal bir aşka adanmış bir şaheserdir; Ayasofya…
Bahsi geçen bu cami iki minareli olup padişah fermanı ile yaptırılan bir eserdir. Ama Sinan’ın söyleyecekleri bununla bitmemiş olacak ki bu eserden 14 yıl sonra o güne kadar ilk defa padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da surların yakınına, pek kimsenin ilgilenmediği, ıssız, yalnız ama İstanbul’un en yüksek tepesi olan bir yere sanki aşkının gizli, ıssız, ve yalnızlığını ama bir o kadar büyüklüğünü haykırmak istermişcesine ikinci bir eser yapmaya koyulur.
Mihrimah Sultan’a ithafen…
Derler ki; cami Mihrimah Sultan’ın o duru, gösterişsiz ve bir o kadar asil güzelliğine istinaden küçücüktür ve sadece 38 metre bir minareye sahiptir. Bir adet incecik kubbesinin üzerindeki 161 pencere ise iç güzelliğinin ne kadar aydınlık ve berrak olduğunu temsil eder. Bu sayede gün ışığının her köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı (o tarihte bu açıklıktaki ve bu kalınlıktaki bir kubbeye o kadar pencere dünya üzerinde sadece Mimar Sinan tarafından yapılabilirdi) cami içindeki pandatiflerde ve minare kenarlarındaki upuzun işlemelerde de Mihrimah Sultan’ın o çok güzel, ayak topuklarını döven upuzun saçları tasvir edilmiştir.
Ve yine denir ki; Mihrimah Sultan’ın statüsü iki minareli cami yaptırmaya yetmesine rağmen yalnızlığını simgelemesi anlamında tek minareli yapılmıştır bu cami.
Ama Sinan aşkını öyle sihirli bir tılsımla mühürlemiştir ki bu sırra şaşırmamak, o sevdaların naifliğine imrenmemek elde değil. Sinan Usta’nın aşkının vesikasıdır sanki, iki camininde yeri özenle seçilmiştir. Güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek yapılmış camilerdir. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’ni aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit edin. Günbatımında (elbette yılın sadece bir gününde ki o gün 21 Mart, gece ile günün birbirine eşit olarak kavuştuğu gündür. Daha enteresanı o gün Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür) göreceğiniz muhteşem manzara şudur:
Edirnekapı Camii’nin tek minaresinin arkasından Güneş batarken Üsküdar’daki caminin minareleri arasından Ay doğmaktadır! Bu nasıl bir hesaplama, bu nasıl bir estetik anlayışıdır?
25 Aralık 2011 Pazar
'IMF'ye Girecek Olursak Bağımsızlığımız Gider!'
Malezya'nın Müslüman Başbakanı Mahathir Muhammed ile NPQ dergisi adına Saudi Gazette'nin yayımcısı Fehim el– Hamid yaptı. NPQ dergisinin 2001 yılında yayınlanan 2'inci sayısındaki görüşmeyi önemine binaen alıntılıyoruz. (Yazının orijinal başlığı: Küreselleşme, Kudüs ve İslam'a aykırı ilerleme üzerine ) NPQ: Boyuna Malezya'ya karşı uluslararası bir fesattan söz ediyorsunuz. fesat yüzünden çıktığını iddia ettiğiniz bu iktisadi bunalımın üstesinden gelmeyi nasıl başarıyorsunuz? MAHATHIR: Ben dört değişik yönetim döneminde yaşadım. Sömürge döneminde İngilizlerin yönetiminde yaşadım; Malezya'yı işgal ettiklerinde Japonların yönetiminde yaşadım; Japonya benim eyaletini ile üç başka eyaleti Tayland'a devredince Tay egemenliği altında yaşadım. Sonra İngilizler geri geldiler ve biz, bağımsızlığı elde etmek için savaşıncaya kadar askerî bîr yönetim kurdular. Biz hep yabancılar tarafından ezildik. Dolayısıyla benden, onları sevmemi bekleyemezsiniz. Elbette içlerinden bazıları sonradan çok iyi davrandılar, Japonlar gibi. Bizi eleştirmekten geri durmamalarına karşın çok yardımcı oluyorlar. Ama batılılar, yalnız İngilizler değil, özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Malezya konusunda asla iyi bir lâf etmedi. Bilmiyorum neden? Onların yanlış bir iş yaptıklarını gördüğümüzde onları eleştiriyoruz, ama önce onlar bizi eleştirdikleri için. Bizim demokratik olmadığımızı söylüyorlar. Madem öyle, biz de, onlar demokratik olmayınca buna işaret ediyoruz. Siz de aynı şeyi yapıyorsunuz, diyoruz, o kadar. Döviz bunalımı örneğinde, onlar olmasaydı bunalım olmazdı; çünkü biz çok güçlüyüz. İktisaden, fînansal olarak çok güçlüyüz. Malezya'da insanlar çok para biriktiriyorlar her yıl GSYlH'nin yüzde 30'u tasarruf ediliyor. Her ay İşçi Yardımlaşma Kurumu için 1,5 milyar RM topluyoruz. Çok paramız var. Borç almıyoruz. Japonya'dan azıcık borç alıyoruz; ama dolarla değil. Birkaç ticari kredi dışında dolarla borç almıyoruz. Dolayısıyla ekonomimizin gerilemesi için hiçbir sebep yok. Paramız var, büyük bir ihracatçı ülkeyiz, tüccar bir ülkeyiz, dünyanın 18. büyük tüccar ulusuyuz. Paramız neden düşsün ki? Düştüyse, kasten saldırdıkları için düştü. Saldırdıklarını itiraf da ettiler. Peki, bize bunu niye yapıyorlar? Biz onlara ne yaptık? Bir de, IMFye gitmemizi istiyorlar. IMFye gidecek olursak ülkemizin ekonomisini ele geçirir; biz ise, bağımsızlığımızı yitiririz. NPQ: IMFnin ilacının sizi daha çok hasta ettiğini söylemiştiniz. MAHATHIR: Evet, çünkü o sırada başbakan yardımcısı maliye bakanıydı ve IMF başkanına çok yakındı. Camdessus ona belli önlemler almasını salık verdi. Maliye bakanım, onun öğüdüne uydu. Sonuç olarak ekonomi geriledi. Onun üzerine, bu yapılanları durdurmak zorunda kaldım. Biz böyle şeylerin peşinden gidemeyiz; kendi işimizi kendimiz görmek zorundayız. O yüzden döviz kontrolleri koyduk. Bugün ekonominin durumu çok iyi ve dünya, iyi bir canlanma sağladığımızı kabulleniyor. Uluslararası yardım peşinde değiliz, IMF'den bir şey istemedik. Japonya'dan biraz borç para aldık; hepsi bu. NPQ: Malezya'nın kendi ayakları üzerinde durduğunu söyleyebilir miyiz artık? MAHATHIR: Evet, söyleyebiliriz. Buna gücümüz var. NPQ: Gelecekte yeni fesatlara karşı hazırlıklı mısınız? MAHATHIR: Evet, hazırlıklıyız. Elbette her seferinde kazanacağımızdan emin olamayız; ama bu tür şeylerle nasıl başa çıkılacağı konusunda biraz tecrübemiz var. NPQ: Ülke çöküşe bu kadar yakınken bunalımı nasıl yönettiniz? MAHATHIR: Bize nasıl saldırdıklarını inceledik. Bize, paramızı alarak ve satarak saldırıyorlar, böylece paramızın değeri geriliyordu. Yapmamız gereken, paramızın onların eline geçmesini engellemekti. Banka sistemi aracılığıyla bankalara şunu söyledik: Yabancılara ait herhangi bir parayı herhangi bir başka yabancıya aktarmayacaksınız. Bu parayı, Malezya'da bir şeyler satın almak için kullanabilirsiniz; ama aktaramazsınız. Aktaramıyorsunuz, kimseye satamayacak, kimseye ödünç veremeyeceksiniz demektir. Para alan olmayınca satamıyorlar. Bu kadar basit. Ama bunu nasıl yapacağımızı öğrenmek için, parayı nasıl hileyle yönlendirdiklerini incelememiz gerekti. Bunu inceleyip, paramızı satmalarını engellemek için bir yol tasarımlamak biraz zamanımızı aldı. NPQ: Küreselleşmeyi şiddetle eleştiriyor, bizi yoksullaştıracağını söylüyorsunuz. Küreselleşme konusundaki felsefeniz ne? MAHATHIR: Bir felsefem yok. Onların istedikleri şey, her ülkenin yabancı şirketlere kayıtsız şartsız izin vermesi. Genellikle sınırlarımızı, iktisadî çıkarlarımızı korumakta kullanırız. Bugün bir otomobil sanayimiz var. Bir otomobil sanayimizin olabilmesinin sebebi, ithal malı otomobillere çok yüksek, yüzde 300'ü bulan bir vergi koymamızdır. Ayrıca çok küçük bir vergi taşıyan kendi otomobilimizi üretiyoruz. O nedenle bizim otomobilimiz çok ucuz. Yapımının epeyce pahalı olmasına karşın ithal malı otomobiller artı vergiyle hâlâ rekabet edebiliyor. Böylece kendi otomobilimizi üretebiliyoruz ve bugün bu araba, ülkenin en çok satan otomobili. Yıllar geçtikçe etkin hale geldik. Artık otomobillerimizi başka ülkelere ihraç edip onlarla rekabet edebiliyoruz. Ama başlangıçta korumaya ihtiyacımız var. Diyelim ki hiç korumanız yok, ithal malı otomobillere vergi yok. Onların otomobilleri, milyonlarca otomobil ürettikleri için çok ucuz olacaktır. Biz topu topu 250.000 dolayında otomobil üretiyoruz. O yüzden bizim maliyetlerimiz daha yüksek, onlarınki daha düşük. Küreselleşmede, sınırları indirmek zorundasınız. Onların otomobilleri, içeri girip bizim otomobillerimizle rekabet edecek; sanayimiz ise yok olacak. Bunu bankacılıkta da yapmak istiyorlar. Bankalarının, içeri girip bizim bankalarımızla rekabet etmesini istiyorlar. Onların bankaları çok büyük. Başka bankalarla birleşip, gittikçe daha büyük hâle geliyorlar. Her banka, Malezya'nın kendisinden çok daha zengin. Onların, para kaybetmeye aldırdığı yok. Burada kaybettiler mi, başka yerde telâfi ederler. Bizim bankalarımız açısından, örneğin, faizi azaltmaya çalışarak rekabet edersek para kaybeder, kapamak zorunda kalırız. Bankayı da onlar satın alırlar. O zaman bütün bankalar onlara ait olur. Küreselleşmeden anladıkları bu. NPQ: Küreselleşmede hiç mi olumlu bir öge bulmuyorsunuz? MAHATHIR: Yatırımların içe akımı gibi bazı olumlu öğeler var. Bir sürü fabrikamız var. Bazıları yabancılara ait, yüzde 100'üne yabancılar sahip. Halkımıza istihdam sağladıkları için, fabrikaları getirmelerine, imalât sanayilerini burada kurmalarına izin veriyoruz. Ancak ürettiklerini ihraç etmek zorundalar. Bunlar yerel tüketim için değil. Yerel tüketim için satış yapmak istiyorlarsa, yerel ortaklarının olması gerekiyor. Ama yüzde 100 yabancıysanız o zaman ihracat yapmak zorundasınız, ihracat yaptığınızda yabancı para getirirsiniz. NPQ: DTÖ konusunu ne yapacaksınız? MAHATHIR: Onlara karşı ısrarla şunu savunduk: Küreselleşme istiyorsanız, sınırları kaldırmak istiyorsanız bunu yavaş yavaş yapmanız gerekir ki, bizim de buna uyum göstermeye vaktimiz olsun. Bankalarımızı, imalât sanayimizi yetiştirin ki, onlarla rekabet etmeye gücü yetsin. Şu var ki, onların bankalarıyla rekabet edebileceğini düşünmek, bana zor geliyor. Onların bankaları dev gibi. |
! En cesur xxx sitesi...!

Türkiye'de .xxx uzantısını görenler siteye hücum eder. Bu uygulamanın insanları pornoya karşı bilinçlendireceği sanılıyor. Halbuki Türkiye'de durum tamamen farklı. İnsanlar güvenli porno site arıyor! İstedikleri gibi gizli cinsel fantazilerini tatmin etmek istiyor.
Günümüzde porno sitelere girildiğinde her tarafta bir başka sitenin reklamı çıkıyor veya bilgisayarlara casus program yükleniyor. Buna rağmen porno siteler tıklanma rekoru kırıyor.
Amerika, Rusya ve Avrupa ülkelerinde en büyük pazar porno pazarı olduğu gibi en çok tıklanan internet siteleri de porno içerikli siteler.
Türkiye'de durum farklı değil. Çin porno pazarında ilk sıralarda yer alıyor. Hatta çocuk pornosu da denilebilecek tarzda küçük kızların görüntüleri tüm dünya da büyük ilgi görüyor.
Türkiye'de bir dönem erotik sinema akımı yaşanmıştı. Daha sonra bu akım zayıfladı ve gizli çekilmiş porno filmler el altından sinemalarda gösterildi.
İnternet yaygınlaşmadan önce de porno CD'ler elden ele dolaşıyordu.
İzmir'de bu işi yapan çok özel şirketler türemişti. Bu şirketlerin en itibarlı müşterileri de tanınmış bürokratlar ve iş adamlarıydı. Porno CD satan arkadaşımın elindeki listeyi gördüğümde çok şaşırmıştım. Şimdi şaşırmıyorum. Çünkü porno sektörü Ortadoğu'ya Arap ülkelerine doğru hızla yayılmaya başladı. Müslüman ülkelerde de cinsel sapkınlıklar hızla artıyor.
Türkiye'de “Sex Shop” adı verilen "Erotik Ürün" satan mağazalar büyük paralar kazanıyor. Bu gerçeği gözardı ederek porno sitelerin .xxx olmasının insanlığın ahlak seviyesini yükseltmesini beklemek yanlış. Esas olay insanlardaki cinsel isteklerin tatmin edilememesi, bu konuda arayışın gizli olarak devam ettiğini gösteriyor. Gizli olduğu zaman yok sanılıyor ama gerçek veriler hiç te öyle demiyor.
Türkiye'de en çok satılan ürünlerden biri vibratör, diğeri de yapay vajina / şişme kadın ve erotik iç giyim...
Toplumun ahlakı ile ilgilenenler bu yönelimin nedenlerini araştırmıyor.
İnsanlar hızla yalnızlaşıyor. Kendi cinsinden kaçtığı gibi karşı cinsten de kaçıyor. Ülkemizde bekar ve dul oranı hızla artıyor. Dul kadınların büyük çoğunluğu bir daha evlenmiyor, evlenemiyor. Erkeklerde de bu oran hızla yükseliyor.
Dünya kadınları yalnız, Türk kadınları yalnız... Türk erkekleri de yalnız. Evli olanlar da yalnız. Tüm bu yalnızlar nereye gidiyor?
Porno sitelere...
Porno sitelerin uzantısının .xxx olması bu durumu değiştirir mi?
Değiştirmez...
Ülkemizde cinsel sapmalar konusunda örf ve adetlere vurgu yapılarak "biz de baskı var o nedenle bu tür sapmalar, uç fantaziler ön plana çıkıyo"r denilir.
Erotizmin ve cinselliğin sınırlarının olmadığı inanılmaz soğuk iklimin yaşandığı Rusya'da bile porno önemli bir pazardır, binlerce porno içerikli .ru uzantılı internet sitesi vardır. Hatta en ateşli porno siteler Rus siteleridir.
Amerika ve Avrupa ülkelerinde de cinsel serbestlik Türkiye'ye göre kıyaslanmayacak boyutlardadır. Buna rağmen insanlar Avrupa ve Amerika'da da porno sitelere inanılmaz boyutlarda düşkünlük göstermekte, para ödeyerek bu sitelerden hizmet almaktadır.
İnsanlığı bekleyen sorun sadece porno ile sınırlı değil.Bunun daha ilerisi de var. Rusya'da binlerce kadının cinsel fantazi ve ihtiyaçları için özel köpek beslediği biliniyor. Dahası da var. Ama burada daha fazlasını şimdilik ortaya saçmak istemiyorum.
Kısaca porno merakının altında kitlelerdeki "fıtratı inkar etme" yalanı yatmaktadır.
İnsana cinsel organları ve şehveti veren yaratıcı o organları bağlayın kimse kimseye dokunmasın diye vermemiştir. Üreme ve meşru şehvet zevkinin tadılması ve sonuna kadar yaşanması için verilmiştir. İnsanların cinsel hayatlarıyla ilgili kutsal kitaplarda ve peygamberlerin hayatlarında çok açık örnekler vardır.
Cinsal ihtiyaçlar farklı nedenlerle yok sayılırsa; insanlar gizli olarak fıtratın ve yaratılışın gereğini gayri meşruda arar. Nitekim arıyor da...
Porno salgını tüm dünya da hızla yayılıyor. Talep olmasa porno sektörü gelişemez. Gelişiyorsa talep var demektir.
Toplumdaki "porno salgını" psikologlar, psikiyatrisler ve toplum bilimciler, sosyologlar ve konuya müdahil tüm bilim adamları tarafından araştırmalı, incelenmeli erotizmi ve porno bağımlılığını tetikleyen nedenler ortaya konulmalıdır.
Porno algısının küçük çocuklara kadar "Subliminal Mesaj ve 25.Kare Tekniği(Bininçaltı Mesajı)" ile ulaştırıldığı gerçeği unutulmamalıdır. Bir çok insan Subliminal Mesaj ve 25.Kare Tekniği(Bininçaltı Mesajı)'ndan habersiz.
Çocuğunu çizgi film izlemesi için televizyonun karşısına koyan anne veya baba porno ve erotizm içerikli Subliminal Mesaj'ların etkisini bilmiyor. Halbuki bu mesajlar hayatımızın her alanına sokulmuş durumda.
Diğer bir konuda biyolojik savaş tekniği olarak GDO'lu gıdaların tüketimi neticesinde insanların cinsel eğilimlerinin istenilen tarafa kanalize edildiği gerçeğidir.
Dünyadaki gay ve lezbiyen artışının arkasında GDO'lu gıdaların olduğu biliniyor. Gıda sektörünü ele geçiren güçler istedikleri ülkelerdeki insanların cinsel eğilimlerini yönlendirebiliyor.
Hatta ülkemizdeki kadın cinayetlerinin arkasında GDO'lu gıdalar ve Subliminal Mesajlar olduğu bir gerçek.
Osmanlı askerlerinin sabah namazında kalkıp bir tas çorbayı içtikten sonra akşama kadar kılıcını kınına sokmadan savaşmasının arkasında Osmanlı Mutfağı'nın olduğu unutulmamalıdır.
Osmanlı Mutfağı'nda şeker yoktu. Pekmez ve tam anlamıyla doğal tatlılar vardı.
Hoşaf kültürü vardı.Osmanlı askerlerinin karşısında dayanamayan düşman istihbaratı Osmanlı Mutfağı'na şekeri soktuktan sonra Osmanlı askerlerinin dökülmeye başladığı söylenir. O tarihten sonra da Osmanlı İmparatorluğu çökmeye başlamıştır.
Günümüzde insanlık aynı tehlike ile karşı karşıya. Tohumculuğun dünyadaki tekelinin İsrail olduğu gözönüne alınırsa; olayları daha isabetli değerlendirebiliriz.
Ülkeye dışarıdan sokulan tüm gıdalar ve etkili televizyon reklamları; bir ülkeyi yıkacak kadar güçlüdür.
Ortadoğu'daki halk hareketleri "Subliminal Mesaj ve 25.Kare Tekniği(Bininçaltı Mesajı)" sayesindedir.
"Subliminal Mesaj ve 25.Kare Tekniği(Bininçaltı Mesajı)" hakkında bilgisi olmayanları google.com'a havale ediyorum.
Lütfen biraz okuyun, bir kaç video görüntüsü izleyin.
Çok şaşıracak, gerçeklerden haberdar olacaksınız?
Lütfen uyumayın...
ŞUURALTI TELKİNLERİ – 25. KARE
SUBLİMİNAL MESAJLAR
Şuuraltını etkilemeyi hedefleyen mesajlara “subliminal” adı verilir. Genel olarak “şuuraltına” yönelik gizli mesajlar olarak ifade edebiliriz. Kişinin şuuraltına “subliminal” mesaj göndermenin birçok yolu bulunuyor.
Bunlardan en çok kullanılanları:
- Dijital ses dosyalarına gizlenen işitsel yolları.
- Gözle algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık patlayan flaşlar şeklinde sinema ya da televizyon görüntüsü yoluyla şuuraltına itilen 25. kareler.
- Reklam afişleri, logoları ve benzeri nitelikteki görsel malzemenin içine saklanmış şekil, kelime ve rakamlar.
Bu yöntem; bir ürünün reklamını yapmaktan, bir inancın ya da görüşün propagandasını yapmaya, psikolojik savaşa, uluslararası ilişkilere, yanıltıcı bilgilendirmeye kadar varan geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Görsel ve işitsel olarak (şuurlu) algılananlar değil; şuuraltı seviyesinde algılanan söz, resim, görüntü ve şekillerden oluşur.
Bunlardan en çok kullanılanı dijital ses dosyalarına gizlenen ses mesajlardır. Üzerinde oynanabilirliği, işlenilmesi ve yayılması daha kolay olduğundan MP3 dosyaları gizli mesaj için biçilmiş kaftandır diyebiliriz.
Peki, sistem nasıl işliyor?
İnsan kulağı sadece belirli titreşim sıklığı aralıklarındaki sesleri duyabilir. Eğer siz bir müzik parçasını rahatça duyabiliyorsanız, bu sizin duyabileceğiniz titreşim aralığında olduğunu gösterir. İnsan beyninin algısı ise, bundan daha düşük ya da daha yüksek frekansları algılayabilecek kapasitededir. Dikkat ediniz: “duyabilecek” demiyoruz, algılayabilecek diyoruz. Yani, kulağımız ancak belirli bir titreşim aralığındaki sesleri duyabilir. Fakat beynimiz bu aralığın çok daha ötesindeki sesleri algılar, hisseder.
Şuuraltı ve şuuraltının özelliklerini anlattığımız zaman, ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayacaksınız. Ancak, şimdi öncelikli olarak bu “subliminal mesajların” (şuuraltı telkinlerin) neler olduğunu ve nasıl işlendiğini sizlere göstermemiz gerekiyor.
8 – 12 Hertz dalga boyundaki Subliminal mesaj içeren bir MP3′ü kulağınızla dinlersiniz, ancak içindeki gizli mesajı beyniniz dinler. Bu esnada kulağınız hiçbir şey duymaz. İnternette ve paylaşım programlarında şuuraltı mesajları içeren MP3 dosyaları bulunmaktadır. Hatta bu gizli mesajları frekans aralıklarına göre analiz ederek ortaya çıkartan yazılımlar dahi vardır.
Mesela, en korkunç uygulamalardan sadece biri: Bu Uygulamaya Amerika, Irak’ı işgal etmeden önce bir yıl boyunca (daha fazla da olabilir) devam etti. Irak radyolarında Kur’an yayınının altından, çok düşük bir titreşimde, kulakla duyulmayan, ancak dimağla algılanarak Iraklıların şuuraltına gönderilen: “Direnmeniz faydasız” gibi mesajlar verilmiş ve bir ülke işte bu şekilde şuuraltı mesajlar ile işgale hazır edilmiştir.
25. KARE
Kişinin şuuraltına subliminal mesaj göndermenin birçok yolu olduğunu söylemiştik. İşte bunlardan bir diğeri de 25. kare tekniğidir. Peki, nedir bu 25. kare .Gördüğümüz bir anlık görüntü: 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 kareden oluşur.
Sinema şeridinde, saat, dakika, saniye olarak bir diziliş vardır. Her saniyeden sonra bir yabancı kare gelir ve bir saniye 24 karedir. Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327,5 satırda bir de “control-track” denilen aralık vardır. İşte bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak 25. kare oluşturulur ve bu son kare olan 25. kare anlıktır. Yani görüntü saniyede 1/24 olacakken, bu 1/25′e çıkar. Kareler 25 olunca bir anda bir görüntü gelir ve anında kaybolur. Genellikle göz ve beyne görünmez, daha doğrusu görülür ama şuuraltında kalır.
25. karenin temel mantığıda mesajı şuuraltına göndermek olduğu için, artık dünya sinema sanayisinde bu tekniği kullanmayan yok gibidir. Yani sizler evlerinizde rahat koltuklarınıza oturup herhangi bir televizyon kanalındaki herhangi bir dizi, film ya da bir belgeseli seyrederken aynı zamanda 25 karelerle şuuraltınıza gönderilen mesajlara – telkinlere – saldırılara maruz kalabiliyorsunuz.
Göz bunları görmüyor ama saniyenin 3 binde biri gibi bir zaman aralığında bu görüntü şuuraltına ulaşıyor, orada depolanıyor. Bu gizli mesajlar sayesinde, o reklamı, diziyi, filmi ya da herhangi bir resmi hazırlayan kişi – yapımcı – yönetmen kendi hedefine, niyetine ve ideolojisine göre vermek istediği mesajı “25. Kare”lerle şuuraltına göndermiş oluyor.
PEKİ, GÖREMEDİĞİMİZ HALDE NASIL ETKİLENİYORUZ BU 25. KARELERDEN?
Bu adamlar zaten açıktan açığa bu işi yapıyorlar. Filmlerle, reklamlarla her türlü mesajı veriyorlar. Buna rağmen niçin böyle gizli bir kare uyguluyorlar?
Cevabı çok basit: Çünkü gördüğümüz zaman bu kadar etkili olmuyor. Çünkü kişi, şuurlu bir tercih ile gördüklerini veya duyduklarını ya ret ediyor ya da kabul ediyor. Çünkü baştan önüne seçenek getirilmiş oluyor.
Fakat bu, öyle bir şey ki insan onu görmüyor, duymuyor ve hissedemiyor. Yani bizlerin algı frekanslarımızın tamamen altında veya üstünde yer alıyor. Böyle bir şeyi kabul yahut ret etme gibi bir imkanımız var mı? Elbette hayır.
İşte 25. karenin ve subliminal reklamların temel mantığı budur! Hedefteki kitlenin şuurlu tercih hakkını gasp ederek, onları gizlice zehirlemek!
Bu işi yapanlar insanı ve insanın yaratılışını çok iyi biliyorlar. 1900’lü yıllara kadar uzanan bir geçmişi var bu tür çalışmaların. Psikolog ve psikanalistlerin insanla ilgili uyguladıkları, gözlemledikleri ve deneylerle ortaya koydukları bilgi ve bulgulardan yola çıkarak “İnsanı nasıl etkileyebiliriz?” sorusuna cevap aradılar. İlk başta ticari hedefler ve büyük şirketlerin mallarını halka pazarlamanın bir yolu olarak gördüler bu şuuraltı telkinleri. Daha sonra ise bu taktiği öğrenen her kişi ve her yapımcı kendi niyet, inanç ve ideolojisine göre vermek istediği mesajları bu yolla insanlara zerk etmeye başladılar.
25. KARE NE ZAMAN ve NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?
Şuuraltının bütün görüntü, ses ve resimleri kaydetme özelliği 1900’lü yıllardan beri insanları yönlendirmek için kullanılmaktadır.
1900’lü yıllarda Knight DUNLAP adında Amerikalı bir psikoloji profesörü illüzyon gösterisi yaparken şuur gücüyle algılanmayan “hissedilemez gölgeler” kullanarak aynı uzunluktaki 2 çizgiyi seyircilerin farklı ölçülerde algılamasını sağlamıştı.
İşte buradan hareketle şuuraltını hedef alarak mesaj göndermeyi hedefleyen ve adına “Subliminal Mesajlar” (Şuuraltı Telkinler) denilen bu tür reklamlar ilk kez 1950′li yıllarda Amerika’da ortaya çıktı. James Vicary adlı reklamcılık uzmanı, sinema salonlarında yaptığı bir deney sonucu patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını iddia etti. Bu deneyde film perdede oynarken, saliselik görüntüler halinde gözle görülemeyen gizli kareler ve gizli mesajlarda: “patlamış mısır ye” ve “Kola iç” sloganları çıkıyordu. Seyirci bu sloganları şuurla algılayamadığı halde, şuuraltına hitap eden bu sloganlar neticesinde Kola satışlarının yüzde 18,1, patlamış mısır satışlarının ise yüzde 57,7 arttığı görüldü.
Bu şekilde, şuuraltına yönelmenin reklamın etkinliğini artırmada daha işlevsel olduğu görülmüştür.
İşte o gün bugündür uygulanan 25. kareler sadece bir insanı ya da bir topluluğu değil; bütün insanlığı tehdit ede gelmektedir.
Bir grup psikolog ve yazar bu konunun gündeme geldiği ilk yıllarda bu yöntemin uydurma ve efsane olduğunu ve insanları etkilemeyeceğini söylediler. Ancak, beyin dalgalarını ölçen teknolojilerin gelişmesi ile gizli mesaj içeren reklama beynin daha farklı ve fazla tepki verdiği gözlemlendikten sonra, bu yöntemin etkisi ispatlanmış oldu.
İşin en ilginç tarafı ise bu konuyu gündeme taşıyan, kitap, tez ve aile eğitim seminerlerinin yok denecek kadar az olmasıdır. Yıllardır uygulanan böyle ciddi ve hayati bir konunun nasıl olupta bütün bir insanlık tarafından henüz bu şekilde yeni yeni öğreniliyor olması düşündürücü olsa gerek.
Televizyon karşısında uyuyan – uyutulan bir çağda yaşıyoruz!
Uyan ey toplum ve uyandırın uyuyan ruhları!
Şuuraltımızı başkaları değil; biz yönetelim!
ASIL HEDEF ÇOÇUKLAR
Şuuraltı teknolojisi maalesef çizgi filmlerde, şarkılarda, reklam panolarında, filmlerde yasal olmayan bir şekilde kullanılıyor. Çocuklara sevgiyi kardeşliği öğütleyen masum zannettiğimiz çizgi filmlerin arasına pornografik resimler, şiddet unsuru içeren görüntüler bu teknolojiyle saklanıyor. Çocuğumuz fark etmeden o görüntüleri beynine konuk ediyor ve şahsiyetinin oluştuğu o en ciddi yaş diliminde (sıfır – yedi yaş arası) bu görüntüler içeride şuuraltında hapsoluyor. Artık siz siz olun her gördüğünüz ve duyduğunuza çok dikkat edin.
Özellikle Disney, yaptığı çizgi filmlerde cinsellik temasını yıllardır çocuklarımızın şuuraltına kazımıştır. “BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLAM UYGULANMAKTADIR” Sizler, televizyonlarınızın karşısında uyumaya devam eden ruhlar, koltuğunuza oturup en sevdiğiniz dizi ya da filmleriniz yayına başlarken: “BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLAM UYGULANMAKTADIR” uyarısını görmediğinizi söyleyebilir misiniz?
Peki, ne demek “Sanal Reklam?”
Sanayi Bakanlığına göre sanal reklamın tarifi aşağıdaki gibi :
“Sanal reklam; hukuken kullanımı meşru görüntülerin, canlı veya banttan bilgisayar marifeti ile manipülasyonu ve söz konusu görüntülerde yer alan muhtelif unsurları reklam amacı ile halihazırda kullanılan veya ileride geliştirilecek teknolojiler vasıtasıyla oyun sahası ve çevresi üzerine düşürülen tüm görüntüleridir.” Televizyonda izlediğimiz pek çok dizide ya da filmde ya marka yerleştirme ya da sanal reklam uygulamaları ile karşılaşıyoruz. Bir dönem gişe rekorları kıran “Kurtlar Vadisi Irak” filmini hatırlayın. Film başlarken “Bu filmde sanal reklam uygulaması yapılmaktadır” uyarısı vardı. Ekranda bir ovada yol alan otomobili izlerken birden bir mimarlık firmasının reklam tabelası ve bir apartman beliriveriyor. Kerpiç evlerin üstüne getirilmek istenmiş ama başarılı olunamadığı için ortalık yerde duran uydu antenleri reklamları ve uyarı tabelalarının altında beliriveren markalar…
O halde en can alıcı soru şu: Niçin sanal reklam?
Çünkü şuuraltına telkin göndermenin en iyi yoludur da ondan.
25. Kare’nin uygulandığı bir film:
DÖVÜŞ KULÜBÜ / The Fight Club Niçin bu film?
Bir kere adına bakarak bunun bir dövüş filmi olduğunu zannetmeyin. “Gün gelir sahip olduklarınız, size sahip olmaya başlar!” sloganı ile modern insanın tüketim merkezli hayat tarzını sorgulayan bir filmdir Dövüş Kulübü.
Edward Norton ve Brad Pitt’in başrollerini paylaştığı ve David Fincher’in yönettiği bu film, 2000 yılında Empire Ödülü (İngiltere) aldı. Ayrıca 2001’de En iyi DVD, en iyi DVD anlatımı, en iyi DVD özel içerikleri ödülünü almış ve 2005 yılında Total Film magazin ödüllerinde (UK) “Dünyanın bu güne kadar gelmiş geçmiş en iyi film ödülü” ne layık görülmüştür.
Gerçekten çok etkileyici bir filmdir. Moderniteye karşı çıkarak:
“Gün gelir sahip olduklarınız, size sahip olmaya başlar”, “Her şeyi kontrol etmeyi bırak ve rahat ol…”, “Nefret ettiğiniz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyorsunuz.”, “Seyrettiğiniz reklamlar yüzünden araba ve kıyafet değiştiriyorsunuz.”, “Sizler paranız kadar iyisiniz.”, “Siz işiniz değilsiniz.”, “Bindiğiniz araba değilsiniz.”, “Kredi kartlarınızın limiti değilsiniz” diyordu.
Şimdi, “Dünyanın bugüne kadar gelmiş geçmiş en iyi film ödülüne layık görülen bu filmdeki 25. kareleri yakalayabilmek ve filmdeki her saniyeyi kare kare izleyebilmek için önce:
- Filmi bilgisayarınıza kaydedin.
- Media player ile izlerken film sahnelerini 1/16 “Slow / yavaş” izleme modunda.
- “klcodec” ile izlerken alttaki ok işaretlerinden “Decrease Speed”e üç kez tıklayıp filmi en yavaş haline getirmeniz gerekmektedir. Böylece her saniyeyi yaklaşık 5 saniyede izleyecek ve her kareyi tek tek yakalayabileceksiniz.
SONUÇ:
- Araştırmalarımızın sonucunda filmin yönetmeninin (sexomaniac) olduğunu bulduk.
- Filmin (bizim yakalayabildiğimiz) 26 farklı yerinde 25. kareler kullanılmış.
- 25. kare tekniği ile elinde sigara olan Brat Pitt resmi filmin çeşitli yerlerine yerleştirilmiştir.
- Yönetmen filmin 2 farklı yerinde 25. kare tekniği ile erkek cinsel organını yerleştirmiş.
- Yine filmin 2 yerinde Çocuk Pornosu şuuraltına yerleştirilmiş.
- Unutmayın 25. karelerin yer aldığı her film gibi bu filmde de normal seyrinde görülmesi gerekenlerin dışında hiçbir şey görülmüyor. Aslında çok şey görülüyor ancak hiç kimse ne gördüğünü bilmiyor.
- Uyanmayanlar ve hala 25. karenin varlığına ihtimal vermeyenler, denesin ve görsün diye filmdeki en can alıcı karelerin sadece bir kısmının dakika ve saniyelerini aşağıya sırasıyla yazıyoruz. İsteyen filmdeki tespit ettiğimiz bu dakika ve saniyelerde filmi durdurup kare kare izleyebilir.
06:02 = elinde sigara olan Brat Pitt resmi,
31:07 = cinsel öğeler erkek cinsel organı,
31:14 = cinsel öğeler,
46:41 =cinsel öğeler,
49:09 = cinsel öğeler,
50:42 ile 50:52 = çocuk pornosu mesajları,
02:10:39 = Film bitiyor binalar yıkılıyor ve yine erkek cinsel organı filmin finali olarak 25. karede yer alıyor.
Filmin en tuhaf gelen bölümü ise Tayler’in işi sabun imalatçılığı olmasına rağmen, 30. dakikadan itibaren, Tayler’i anlatırken onun bir sinema yapımcısı olduğunu anlatmasıdır. (Filmin sadece bu 2 dakikalık bölümünde Tayler bir sinema yapımcısıdır)
Şu ifadeler 30. dakikadan sonra aynen filmde geçmektedir:
“Sinema filmleri tek bir makarada olmaz; birkaç makarada olur ve bir kare bittiğinde diğer makaraya geçerken birisinin düğmeye basması gerekir. O an geldiği zaman projektörleri değiştirir ve film devam ettiği için kimse bir şey anlamaz.”
“KİMSE GÖRDÜĞÜNÜ BİLMİYOR AMA GÖRÜYOR” der ve sorar: “ACABA KAÇINIZ ONU İŞ BAŞINDA YAKALAYA BİLİRSİNİZ?”
DİKKAT: Yaptıkları işi aynı filmde anlatıyorlar!
REKLAMLARLA ŞUURU ÇALINAN İNSANLAR
İnsan beyninde şuuraltının tepki verdiği iki mühim olay var: “doğum” ve “ölüm”. Şuuraltımız bu 2 vakaya çok daha fazla tepki veriyor. Bu 2 mesaja daha duyarlı.
“Sex” (cinsellik) mesajı doğum arke tipinde, “kill” (öldürmek) mesajı da ölüm arke tipinde karşılanıyor. Bu simgeler, verilmek istenen mesajın içine yerleştirildiğinde şuuraltı bunları öncelikli algılar olarak saklayabiliyor ve sıra kullanıma geldiğinde, bu öncelikli depolanan veriler davranış ve hareketlerimize yön çiziyor.
ŞUURALTI TELKİNLER YASAK DEĞİL Mİ?
Şuuraltı reklamlarının etkisinin ispatlanmasının ardından bir yandan bu yöntemin kullanımı arttı ve diğer yandan da bu gibi yöntemlerin kullanılmasını önlemeye yönelik yasalar çıkartıldı. Ülkemizde RTÜK şuuraltı reklamı: “Teknik cihazlar vasıtasıyla televizyon yayınlarında çok kısa süreli görüntüler kullanarak, izleyicilerin ancak bilinçaltıyla algılayabilecekleri ürün veya hizmetlerin tanıtılmasına ilişkin mesajlar içeren reklamlar” olarak tanımlamıştır.
Yasalarımız tüketicinin korunması bakımından, gizli reklam ve şuuraltı reklamı da yasaklamıştır. 3984 sayılı Yasanın 20. maddesi: “Reklamların, program hizmetinin diğer unsurlarından açıkça ve kolaylıkla ayırt edilebilecek ve görsel ve işitsel bakımdan ayrılığı fark edecek biçimde düzenlenmesini, şuuraltı ile algılanan reklamlara izin verilmemesini” hükme bağlamıştır.
Radyo ve Televizyon Kuruluşları Reklam Yayın İlkeleri ve Usulleri İle Reklam Gelirleri Üst Kurul Paylarının Ödenmesi Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesine göre de: “Yayınlarda gizli reklam yapılamaz. Programlarda açıkça reklam olduğu belirtilmedikçe ürün veya hizmetler reklam amacını taşıyan şekilde sunulamaz. Çok kısa sürelerle imaj veren, elektronik aygıt veya başka bir araç kullanılarak veya yapılarının ne olduğu konusunu izleyenlerin fark edemeyecekleri veya bilemeyecekleri bir biçime sokarak, bilinçaltıyla algılanmasını sağlayan reklamların yayınlanması yasaktır.”
1964′te İngiltere, 1974′te ABD olmak üzere dünyadaki 55 ülke insanlarını bu tekniklere karşı korumaya almıştır. Rusya’nın Ekatirinburg şehrinde yayın yapan ATN Televizyonun “Otur ve ATN izle” şeklinde bir gizli mesaj verdiği tespit edilmiş ve yayın lisansının 2 ay iptal edilmesine neden olmuştur.
Neticede, Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde şuuraltı reklam yasaklanmıştır. Ama bütün reklamları, dizi, film ve belgeselleri şuuraltı mesaj içerip içermediği noktasında denetleyecek bir yapı kurulamamıştır.
ŞUURALTI VE GENEL ÖZELLİKLERİ
Günlük hayatımızda yaşadığımız bazı sorunların şuuraltımızdan kaynaklandığını hep söyleriz. Ama acaba kaçımız şuuraltımızın gücünün ve öneminin farkındayız?
Şuuraltı çoğumuzun bildiği ya da duyduğu bir kavramdır. Bu kavram şuurumuzun farkında olmadığı ama davranışlarımızın yönlendirilmesinde önemli rol oynayan bir yapıyı belirtiyor. Şuuraltı, alt-benlik, şuur dışı olarak da adlandırılan şuuraltı kişiliğimizin farkında olmadığımız, denetimimiz dışındaki parçasını temsil etmektedir. Diğer bir deyişle bu, buzdağının görünmeyen kısmıdır.
Otomatik bir pilot gibi bütün tecrübelerimizi depolar. Bir hafıza deposudur. Tecrübelerinizi hatıralar şeklinde depolar. Şuuraltı heyecanlarımızı, sezgilerimizi, alışkanlıklarımızı ve güdülerimizi depoladığı gibi, bunların faaliyete dökülmesinden de sorumludur.
Şuuraltımız, zihin telkini yoluyla ikna olunmaya müsaittir.
Şuurlu zihnin aksine, sorgulamadan tekrarla gelen teklifleri kabul eder, pekiştirir.
Bütün otomatik davranışlarımız, alışkanlıklarımız ve heveslerimiz hafızada kayıtlı bilgiler arasındadır.
Şuuraltı zihin delillerle ne ikna edilebilir, ne de aldatılabilir. Fikirlere ve imajlara karşılık verir. Şuuraltının en mühim özelliği ise: şuurumuzun farkına varmadığı olayları, sesleri, resimleri kaydetmesidir. Siz 5 katlı bir binaya çıkarken merdivenleri saymıyorsunuz ama şuuraltınızda bu sayı biliniyor ve kaydediliyor. Aynı şekilde bebekliğimize dair hatıralar şuuraltı kayıtlarının arasında bulmak pekala mümkündür.
Şuur ise aynı anda 3 ila 7 işi yapabilir. Daha fazla görev yüklendiğinde kilitlenir. Bu yüzden dikkatimizi yönlendirmediğimiz, bizi o anda ilgilendirmeyen birçok veri bu filtreden süzülür. Beş duyumuzun karşılaştığı çok sayıda duyum, algılanmadan şuuraltı hafıza deposuna aktarılır. Demek ki duyduğumuz, gördüğümüz ama kavrayış olarak algılayamadığımız her şey şuuraltına ileride tekrar kullanılmak üzere veri olarak depolanır ve gelecekteki hareketlerimize yön çizer.
İşte tam da bu aşamada şuura değil ama şuuraltına hitap eden bütün propaganda ve veriler, bizim davranışlarımıza yön çizen güdüler olarak karşımıza çıkar. Zira sıklık arz eden tekrarlar derin algılarımıza yöneliktir.
GERÇEK: GÖRMEDİKLERİMİZ Mİ?
Şuuraltı dediğimiz alan, şuurun binde 999′unu oluşturuyor. Yani biz şu anda bu yazıyı, binde 1 seviyesinde görüyor, dinliyor ve okuyoruz.
Bunlar nasıl mı gerçekleşiyor? Gözde bilimsel olarak “fovea hareketleri” olarak isimlendirilen alan sizin şu anda görmediğiniz şeyleri de görüyor. Göz devamlı bir tarama içinde. Tarıyor ve aldığı bilgileri şuuraltına atıyor. Bunlar bilimsel verilerdir. İsteyen araştırsın.
Biz, normal şartlarda, gözümüzün fovea hareketleriyle beynimizde depolanmış şeylerin çok azını hatırlıyoruz. Ama mesela markete gittiğimizde 10 tane deterjan arasından 1 tanesini çekip alıyoruz. Yani gördüğümüzün ve de duyduğumuzun farkında olmadığımız şeylerin, şuur ortamına çıkarak bize o malı satın aldırması söz konusu oluyor.
Yani biz görmediğimizi zannettiğimiz şeyleri aslında görüyoruz ve şuuraltımıza gönderilen verilerin karar verme ya da faaliyete geçme aşamasında fikirlerimizi ve davranışlarımızı doğrudan etkiliyor.
Şimdi neden bu kadar derin bir uyku içinde olduğumuzu, niye bu kadar tepkisiz olduğumuzu, neden aslımızı unuttuğumuzu anlayabiliyor musunuz?
Ben neredeyse 6 – 7 yıldır televizyon seyretmiyorum.
Gerekirse sadece dinliyorum.
Gittiğiniz filmlerede dikkat lütfen, özellikle filmlerin başı ve sonunda çok kullanılan şekil ve sayısal simgelere bakmamaya çalışın.
21 Aralık 2011 Çarşamba
Kuzen ile amcaoğlu arasındaki farklar
Artık "lan bu adamdan kuzenim diye mi bahsedeyim, amcamın oğlu diye mi" ikilemine son. Artık kim kuzen kim amcaoğlu çok rahat ayırt edebileceksiniz.
Kuzen gitar çalar, amcaoğlu bağlama çalar.
Kuzen brutal vokal yapar, amcaoğlu türkü söyler.
Kuzen kot giyer, amcaoğlu kadife pantolon giyer.
Kuzen levis giyer, amcaoğlu lc waikiki giyer.
Kuzen Berk`tir, amcağlu Bilal.
Kuzen Pınar, Seçil, Çağıl gibi arkadaşlara sahiptir, amcaoğlunun kendi gibi Cezmi, Şükrü, İhsan arkadaşları vardır.
Kuzen yazları Marmaris`e gider, amcaoğlu memlekete gider.
Kuzen Chemical Brothers dinler, amcaoğlu Yurtseven Kardeşler dinler.
Evet artık her şey daha nettir diye umuyorum.
20 Aralık 2011 Salı
türkiyedeki madenler
Türkiye’de 50 milyar ton maden var

20 Şubat 2008 15:30
Yazı boyutunu büyütmek için
TÜRKİYE, dünya rezervinin yüzde 72’sine sahip olduğu boru, kömürü bakırı, linyiti, altını, gümüşü ve tümü 77 çeşit olan maden rezervinin yani servetin üstünde oturuyor. MTA’nın ‘görünür maden rezervleri” araştırma raporuna göre, Türkiye’de toprak altında yaklaşık 50 milyar ton civarında, ‘ticarete konu’ 49 ayrı cins ve özellikte maden bulunuyor. Bu yönüyle Türkiye, maden kaynakları açısından 132 ülke arasında üretim itibarıyla 28’inci, çeşitlilikte ise 10. sırada yer alıyor.
15.8 milyar ton kireç taşı
Ayrıca dünyada ticareti yapılan 90 çeşit madenden 77’si Türkiye’de bulunuyor. MTA’nın muhtemel rezerv araştırmalarına göre Türkiye’de yer altındaki en yüksek maden rezervi, 15.8 milyar tonla dolomit madenine ait bulunuyor. İçinde kalsiyum karbonat (caco3) ve sodyum karbonat (na2co3) barındıran ve bu özellikleri yüzünden cam ve seramik endüstrisinin vazgeçilmezleri arasında yer alan dolomit, nadir ve çok değerli bir kireç taşı olarak biliniyor.
Bunun yanı sıra Türkiye’de 13.9 milyar ton mermer, 8.3 milyar ton iyi kalitede linyit kömürü, 5.7 milyar ton kaya tuzu, 1,2 milyar ton ısı kalitesi yüksek taşkömürü, 1.8 milyar ton bor, 1.5 milyar ton da ponza taşı rezervi bulunuyor. Türkiye’de ayrıca 1.9 milyar ton da blister bakır cevheri bulunuyor.
Toryum, uranyum
Toplam 49 ayrı cins maden cevherinin bulunduğu yer altı maden kaynaklarının bugünkü piyasa değerinin ise yaklaşık 2.5 trilyon dolar civarında olduğu sektöre yakın kaynaklar tarafından ifade ediliyor. MTA’nın araştırmasına göre yer altında bulunan diğer madenler arasında, 29.6 milyon ton asbest, 82 milyon ton asfaltit, 35 milyon ton barit, 251 milyon ton bentonit, 1 milyar 641 milyon ton bitümlü şist, 88 milyon ton boksit, 3.8 milyon ton ton civa, 380 bin ton toryum, 233 milyon ton trona, 9 bin 137 bin ton uranyum, 345 milyon 158 bin ton zeolut ve 3 milyon 725 bin ton da iyi kalite zımpara taşı bulunuyor. Bu arada MTA’nın araştırmaları, Türkiye’de 600 ton altın ve 6 bin 62 ton da gümüş rezervi bulunduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra 239 milyon ton felspat, 70 milyon ton fosfat kayası, 25 bin ton krom, 86 ton kurşun, 2 milyon 270 bin ton kuvarsit, 626 bin kükürt, 1 milyon 483 bin ton lületaşı, 4 milyon 560 ton da manganez bulunuyor.
Madenler çıkmış olsaydı ABD seviyesinde olacaktık
TÜRKİYE’DEKİ toplam 49 ayrı cins maden cevherinin bulunduğu yer altı maden kaynaklarının bugünkü piyasa değerinin ise yaklaşık 2,5 trilyon dolar civarında olduğu sektöre yakın kaynaklar tarafından ifade ediliyor. Bu rakam Türkiye’deki 70 milyon nüfusun bir yılda ürettiği 450 milyar dolarlık milli gelirin 6 katını oluşturuyor.Kişi başı milli gelir 5 bin dolar civarında olduğuna göre, bu madenler bugün çıkarılmış, uluslararası piyasaya satılmış ve ülkede değerlendirilmiş olsaydı, Türkiye’de fert başına milli gelir ABD seviyesinde yani 30-35 bin dolar civarında olacaktı. MTA’nın bu araştırmalarına henüz bulunan petrol ve doğalgaz rezervleri dahil değil. Türkiye’de büyük miktarda petrol ve doğalgaz rezervlerinin de olduğu biliniyor. İşte Adnan Menderes’in 1952’de NATO’ya girebilmek için ABD ile imzaladığı ‘50 yıl yer altı maden kaynakları araştırılmayacak’ anlaşmasında sürenin dolduğunu uluslararası şirketlerde bildiği için, akın akın Türkiye’ye gelerek altın, petrol , doğalgaz ve boru çıkarmak istiyor.
Tercüman
17 Aralık 2011 Cumartesi
“Bush da Saddam da Aynı Merkezin Piyonu”
Necati Doğru, 2,2,2003 tarihli Sabah gazetesindeki yazısında ilginç tespitlerde bulunuyordu. Bush ve Saddam'ın aynı ekibin piyonu olduğunu ifade eden Doğru, ABD'yi İsrail egemenleri ile Yahudi sermayesiyle iç bağlantılara girmiş 400 Amerikan zenginin yönettiği bir mekanizma olarak tanımladı.
Özgür değil!
General Patton nasıl da durdurulmuştu? Hatırlayın... Okuduklarınızdan hatırlayın... Filmi de yapıldı. Oskar aldı... Okumuşluğunuz yoksa filminden hatırlayın. İkinci Dünya Savaşı'nın muzaffer komutanı, Normandiye çıkartmasını yapmış ABD ordusunun yenilmez generali Almanya içlerinde ilerlemeye başlamıştı. Berlin'e girmesine birkaç saat kalmıştı, "Washington'dan gelen bir emirle durdurulduğu" için isyan etmişti. İsyan edince de... Emekli edilmişti. Hatırlayın! O gün olanı biteni... Bugüne birleştirin. Lehimleyin. Vidalayın.
Zavallı general, Yalta ve Postdam'da "dünyanın bölüşüldüğünden" haberi olmadığı için ordusunun başında Berlin'e girmek üzere yürüyordu. Dünyanın o günkü süperleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, "Avrupa pastasını ikiye bölmüşler" Almanya'nın yarısı dahil Avrupa'nın doğusunu (Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Romanya, Bulgaristan) Rusya'ya bırakmışlardı. Türkiye ile Yunanistan da ABD'ye verilmişti.
Generalin bundan haberi yoktu. Zavallı general.. Kendini özgür zannediyordu. Bugün ABD Başkanı Bush'un kendini özgür zannetmesi gibi... Dünya yeniden paylaşıldı. Kararı alındı. Uygulamaya 12 yıl önce Irak'a yapılan "Birinci Körfez Saldırısı" sırasında konuldu. Şimdi o sürecin devamı olan ikinci büyük saldırı olacaksa; bu aslında "petrolü kontrol altına" alma savaşı değildir. İçinden petrol de geçen dünyayı yeniden paylaşma saldırısıdır.
Esir alınmış Bush!
Paylaşımın maşasıdır.
Zavallı Bush!
Kendini özgür zannediyor.
Zavallı Saddam!
Kendini hür sanıyor.
Bunların ikisi de maşadır.
Bunların ikisi de aynı merkez tarafından yönetiliyor, kontrol ediliyor, yönlendiriliyor. Süpergüç ABD'nin, süpergüç olarak yetinmeyip önüne bir de "saldırgan" sıfatı alarak Irak'a vuruş yapması; herkesin sandığı gibi Bush tarafından değil, ABD'nin dışa kapalı, görünmez, gizli makinesince planlandı. Bu makine korkunçtur.
Canileşebilir.
Ahlaksızlaşabilir.
Hukuksuzlaşabilir.
Her cinayeti işler...
Dünyanın "yeniden paylaşılması gerekiyorsa" onu da planlar. ABD'nin dışa kapalı, görünmez, gizli makinesi (yeni söylemde derin devleti diyorlar) Filistin topraklarında tek bir Filistinli kalmamacasına temizlik yapılmasını ve 3 büyük din için de kutsal olan bu toprakların İsrail'e verilmesini hedefine koymuş İsrail egemenleri ile ABD içinde Yahudi sermayesiyle iç bağlantılara girmiş 400 Amerikan zenginin yönettiği bir mekanizmadır.
Forbes Dergisi'nin 13 Eylül 2002 tarihli sayısında 400 Amerikan zenginin servetinin 1.2 trilyon dolara ulaştığı haberi vardı. 1.2 trilyon dolar bugün "ilk bölüşüm savaşı olan Birinci Dünya Savaşı'nın" süperi İngiltere'nin toplam milli gelirinden fazladır. Bu güç ABD gizli makinesinin kolları olan Ulusal Güvenlik Konseyi, Savunma İstihbarat Ajansı, Ulusal Güvenlik Ajansı, Ordu İstihbaratı, Donanma İstihbaratı, Hava Kuvvetleri İstihbaratı, Dışişleri Bakanlığı İstihbaratı ve Araştırma Bürosu, Atom Enerjisi Komisyonu ve Federal Araştırma Bürosu'nu idare eder.
ABD'nin en yüksek sermaye birikimine sahip silah sanayi, petrol sanayi, enerji sanayi bu gücün kontrolü altındadır.
Bush hür değildir.
Bu gücün kuklasıdır.
Maşasıdır.
Dünyayı yeniden paylaşım başlamıştır. Bu yeni paylaşımın formatlarını, haritalarını İsrail'in egemenleri ile ABD'nin gizli makinesini yöneten egemenleri çizdiler.
Özgür değil!
General Patton nasıl da durdurulmuştu? Hatırlayın... Okuduklarınızdan hatırlayın... Filmi de yapıldı. Oskar aldı... Okumuşluğunuz yoksa filminden hatırlayın. İkinci Dünya Savaşı'nın muzaffer komutanı, Normandiye çıkartmasını yapmış ABD ordusunun yenilmez generali Almanya içlerinde ilerlemeye başlamıştı. Berlin'e girmesine birkaç saat kalmıştı, "Washington'dan gelen bir emirle durdurulduğu" için isyan etmişti. İsyan edince de... Emekli edilmişti. Hatırlayın! O gün olanı biteni... Bugüne birleştirin. Lehimleyin. Vidalayın.
Zavallı general, Yalta ve Postdam'da "dünyanın bölüşüldüğünden" haberi olmadığı için ordusunun başında Berlin'e girmek üzere yürüyordu. Dünyanın o günkü süperleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, "Avrupa pastasını ikiye bölmüşler" Almanya'nın yarısı dahil Avrupa'nın doğusunu (Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Romanya, Bulgaristan) Rusya'ya bırakmışlardı. Türkiye ile Yunanistan da ABD'ye verilmişti.
Generalin bundan haberi yoktu. Zavallı general.. Kendini özgür zannediyordu. Bugün ABD Başkanı Bush'un kendini özgür zannetmesi gibi... Dünya yeniden paylaşıldı. Kararı alındı. Uygulamaya 12 yıl önce Irak'a yapılan "Birinci Körfez Saldırısı" sırasında konuldu. Şimdi o sürecin devamı olan ikinci büyük saldırı olacaksa; bu aslında "petrolü kontrol altına" alma savaşı değildir. İçinden petrol de geçen dünyayı yeniden paylaşma saldırısıdır.
Esir alınmış Bush!
Paylaşımın maşasıdır.
Zavallı Bush!
Kendini özgür zannediyor.
Zavallı Saddam!
Kendini hür sanıyor.
Bunların ikisi de maşadır.
Bunların ikisi de aynı merkez tarafından yönetiliyor, kontrol ediliyor, yönlendiriliyor. Süpergüç ABD'nin, süpergüç olarak yetinmeyip önüne bir de "saldırgan" sıfatı alarak Irak'a vuruş yapması; herkesin sandığı gibi Bush tarafından değil, ABD'nin dışa kapalı, görünmez, gizli makinesince planlandı. Bu makine korkunçtur.
Canileşebilir.
Ahlaksızlaşabilir.
Hukuksuzlaşabilir.
Her cinayeti işler...
Dünyanın "yeniden paylaşılması gerekiyorsa" onu da planlar. ABD'nin dışa kapalı, görünmez, gizli makinesi (yeni söylemde derin devleti diyorlar) Filistin topraklarında tek bir Filistinli kalmamacasına temizlik yapılmasını ve 3 büyük din için de kutsal olan bu toprakların İsrail'e verilmesini hedefine koymuş İsrail egemenleri ile ABD içinde Yahudi sermayesiyle iç bağlantılara girmiş 400 Amerikan zenginin yönettiği bir mekanizmadır.
Forbes Dergisi'nin 13 Eylül 2002 tarihli sayısında 400 Amerikan zenginin servetinin 1.2 trilyon dolara ulaştığı haberi vardı. 1.2 trilyon dolar bugün "ilk bölüşüm savaşı olan Birinci Dünya Savaşı'nın" süperi İngiltere'nin toplam milli gelirinden fazladır. Bu güç ABD gizli makinesinin kolları olan Ulusal Güvenlik Konseyi, Savunma İstihbarat Ajansı, Ulusal Güvenlik Ajansı, Ordu İstihbaratı, Donanma İstihbaratı, Hava Kuvvetleri İstihbaratı, Dışişleri Bakanlığı İstihbaratı ve Araştırma Bürosu, Atom Enerjisi Komisyonu ve Federal Araştırma Bürosu'nu idare eder.
ABD'nin en yüksek sermaye birikimine sahip silah sanayi, petrol sanayi, enerji sanayi bu gücün kontrolü altındadır.
Bush hür değildir.
Bu gücün kuklasıdır.
Maşasıdır.
Dünyayı yeniden paylaşım başlamıştır. Bu yeni paylaşımın formatlarını, haritalarını İsrail'in egemenleri ile ABD'nin gizli makinesini yöneten egemenleri çizdiler.
GAP İSRAİL'İN KARA SEVDASI
GAP Projesi'nin bölge ülkelerinin baskıları nedeniyle Dünya Bankası tarafından finanse edilmeyişi, İsrail'in çeşitli finansman ve teknoloji aktarımı teklifleri ile Türkiye'nin önüne çıkmasını sağladı. İsrail GAP'a ilgisini bölgede arazi alımlarıyla göstermiş, tarımsal işbirliği adı altında birçok İsrailli uzman bölgeyi ziyaret etmişti. Arazi alımları ise hâlâ son hızla devam ediyor ve İsrail'in bu bölgeye yönelik uzun vadeli plânları adım adım ilerliyor. Tarımsal işbirliğinin üzerinde ısrarla duran İsrailli uzmanlar, 90'lı yılların başında Türk Tarim Bakanligi'nda bir "Israil Masasi" olmasi talebinde bile bulunmuşlardı. İsrailliler GAP'la ilgili bütün gelişmelere açık olduklarını 1993 yılında Gaziantep Ticaret Odası'nı ziyaretlerinde de belirtmişlerdi. 20 kişilik İsrailli grup GAP'la ilgili bu ziyaretlerinden çok olumlu sonuçlar aldıklarını da söylemişlerdi. İsrail daha sonra kendi Tarım Bakanlığı'nda GAP'ın ön fizibilite çalışmaları için 300 bin dolar tahsis ettiğini bildirdi. Ayrıca Türkiye'deki devlet çiftliklerinin özelleştirmesi çalışalarında, İsrail Tarım Bakanlığı yine işbirliği önerdi. Milliyet, 13 Haziran 1995 tarihli "GAP'a Uluslararası İlgi Artıyor" başlıklı haberinde İsrail'in GAP'a yaptığı yatırımları konu edinmişti. Bu dönemde İsrailli finans şirketleri GAP'a kredi sağlama yarışına girerken, zirai firmaları bölgede incelemelerde bulunmaya başladılar. Bu dönemden sonra görüşmelerin sayısı hızla arttı. Ağustos 96'da ise İsrail Tarım Bakanlığı GAP bölgesinde arazi alımı için başvuruda bulundu. İsrail'in projeye ortak olabilme çabaları, Türkiye-İsrail ikili görüşmelerinin halen önemli bir gündem maddesini oluşturuyor. İsrail'in eski Ankara Büyükelçisi David Granit de İsrail'in tarımsal işbirliğine hazır olduğunu belirtiyor, İsrail'in sulama ve deniz suyunu kullanılır hale getirme teknolojisindeki üstünlüğü sayesinde "GAP için ideal bir ortak" olabileceğini söylüyor ve ekliyordu: "GAP gibi bilinçli bir bölgesel plânlamayı öngören, yöre halkına refah getirecek bir projeye tam destek veriyoruz." (Amberin Zaman, "Kaçınılmaz Ortaklık", Avrasya Dosyası (İsrail Özel), Cilt 1, Sayı 3, Sonbahar 1994, shf. 130-32.)
İsrail'in bir sonraki Büyükelçisi Zvi Elpeleg de GAP hayranlarındandı. 'İsrail'in suya ihtiyacı olduğunu, Türkiye'nin ise su açısından şanslı bir ülke olduğunu" belirten Elpeleg "gelişmiş bir sulama sisteminin kurulması ve bunun tarımda kullanılması durumunda GAP bölgesinin California olacağını" da öne sürmüştü. (Yeni Yüzyıl, 4 Mart 1996.) Türkiye ziyareti sırasında GAP projesini yerinde gören Cumhurbaşkanı Ezer Weizmann'in da projeye İsrail'in katılımını önermişti. Basındaki haberlere göre, "Fırat Nehri üzerine 21 adet baraj yapımını öngören bu entegre tarım-sanayi projesi, Weizmann'i çok etkilemiş"ti. (Amberin Zaman, "Kaçınılmaz Ortaklık", Avrasya Dosyası (İsrail Özel), Cilt 1, Sayi 3, Sonbahar 1994, shf. 130-32.)
Öte yandan, "Mossad hesabına çalisan iş adamı" olarak tanınan Shaul Eisenberg de GAP'a yatırım yapmaya hazırlanıyordu. Eisenberg'in varlığı ile gündeme gelen "Mossad baglantısı", İsrail'in "tarımsal işbirliği" kavramı ile daha da güçleniyordu. Çünkü "tarımsal işbirliği" görüntüsü, Mossad'ın üçüncü ülkelerle kurduğu baglantıların kamuflâjı olmuştu her zaman. Eski Mossad ajanı Victor Ostrovsky, "Mossad, diğer bütün Afrika ülkelerinde olduğu gibi Güney Afrika'ya da askeri danışmanlar, tarım uzmanları ya da diplomat görüntüsü altında ajanlarını yerleştirdi" diye yazarken buna dikkat çekiyordu. (Victor Ostrovsky & Claire Hoy, By Way of Deception, ss. 150-51.)
dünyayı yöneten mafyalar

silah mafyaları : her türlü savaş ve silah araç mühimmat üretimi satışı sevkiyatını yaparlar. istediklerinde savaş başlatır istediklerinde bitirirler.
ilaç mafyaları : sağlıkla ilgili her türlü gereksiz gerekli ilaçları insanlara ihtiyaçmış gibi gösterip üretip satarlar. gerektiğinde hastalık üretip bir müddet sonra da ilacını üretip yeryüzünü soyup soğana çevirirler. diledikleri yerde diledikleri kadar insanı hastalandırıp öldürebilirler.
gıda mafyaları : her türlü zararlı gıdayı üretip insanlara satarlar. dil zevkini okşayan ama sıhhatli olmayan gıdalara alıştırarak insanları dil zevkleri ve mideleri uğruna köleleştirirler. üretimi istedikleri gibi yönlendirirler. bilinçli toprak sahibi çiftçiler en büyük düşmanlarıdır. üretici ile tüketici arasında büyük ve her türlü haraç bariyeri koyarlar.
sigara mafyaları : fazla söze gerek yok. hem sigaraya sözde karşıdırlar hem de devamlı teşvik ederler. asıl görevleri modern çağ zulümleri ve işkenceleri (çoğu insanlar bunların farkında değildir) altındaki insanlara bir nevi uyuşturup uyandırmama görevi gören tütün ürününü satıp kurbanları teselli etmektir.
yer yüzünde yılda en az 3 trilyon dolarlık bir pazardır.
alkol mafyaları : her türlü alkolü yayarlar. sigaraya benzer bir üst kademe uyuşturma aletidir. bir çok çeşidi vardır. milletleri ve insanları aptallaştırma,uyuşturma,tembelleştirme,avutma,kölelik düzeninin devamını sağlama,... vb. amaçları ve hedefleri olan bir teşkilattır.
kumar mafyaları : insanlara verilen gaye-i hayat olan para biriktirmek ve çoğaltmak hedefinin tembelce ahmakça ve gayretsiz çalışmadan elde edilebileceği hissini içlerinde yerleştirip köleleştirme ve zulümlerin haklılığını sağlamaya yönelik derin bir faaliyettir. bir çok çeşidi vardır ve bireysel ve toplumsal olarak çook teşvik edilip özendirilir.
medya mafyaları : her türlü yalan,reklam vb. yayın yapan gerçeği gizleyen örten çok çaplı bir mafyadır. gazete,tv,dergi...
iletişim mafyaları : internet,telefon gibi araçları dinleyen ve gözetleyen derin istihbari bir mafyadır.
eğitim mafyaları : 3-80 yaş arasında herkese yanlış eğitim yöntemleri uygulayıp,yanlış bilgiler verip,yanlış yönlendirmeler yapıp köleleştirme ve zulüm düzeninin ilim ayağını oluşturan çok geniş çaplı bir mafyadır. bütün bildiklerimiz gözden geçirilmelidir zira bu eğitim mafyası her şeyi dilediği gibi öğretmekte gerçeği ve hakikati örterek köleleştirme düzeninin devamına yönelik çalışmaktadır.
SİYASİ MAYFALAR : DEVLET KURAR DEVLET BİTİRİR, DEVLETLERDE HÜKÜMET KURAR HÜKÜMET BİTİRİRLER.
HUKUK MAFYALARI: KÖLELEŞTİRMEYE YÖNELİK ADALETTEN UZAK HUKUK SİSTEMLERİNİ TOPLUMLARA DAYATIR VE UYGULATARAK ZULÜMLERE GÜYA ADALET KILIFI GİYDİRİP ZEMİN HAZIRLARLAR. GLOBALDİR.
BÜTÜN BU MAFYALAR TEK MERKEZ DE TOPLANIR. HEPSİNİN İÇİNDE FARKLI FARKLI GRUPLAR VARDIR. GLOBAL OLARAK HEPSİ İÇLERİNDE ÇEŞİTLİLİK GÖSTERİRLER. MERKEZ NASIL İSTERSE MAFYANIN YAPISINI ÖYLECE DEĞİŞTİRİR.
BÜTÜN BU MAFYALARIN BİRBİRLERİYLE DERİN VE ÇOK YÖNLÜ ETKİLEŞİM,İLETİŞİM,PLANLAMA VE ZAMANLAMASI VARDIR. HEPSİ MERKEZİ BİLMEZ. MERKEZ BUNLARIN DA ÜSTÜNDEDİR. MERKEZ MAFYA BUNLARIN HEPSİNİ BUNLAR DA FARKINDA OLMADAN VEYA KENDİNİ TAM BELLİ ETMEDEN KADEMEYE GÖRE GÖRÜNEREK YÖNETİR.
BU MAFYALARIN TEMEL KADROLARI YERYÜZÜNDE 10BİN KİŞİYİ BULMAZ. BU MAFYALAR DÜNYA NÜFUSUNUN %90 ININ ÇALIŞMASINI SAĞLAR VE ONLARI DOLAYLI VE DOLAYSIZ OLARAK İSTİHDAM EDERLER.
BU YAPILAŞMALARDA HER BİR MAHYA KENDİ İÇİNDE KADEMELİDİR VE HEPSİNİN DE MERKEZDE ÖZEL KADEMESİ VARDIR.
BU MERKEZ MAFYA GLOBALDİR. MERKEZ MAFYASI ÇOK ÜST DÜZEYDE BÜTÜN MAFYALARA EMRİNİ SÖZLÜ VE GİZLİ VE TEK DEFADA VERİR.
MERKEZ MAFYA DİLEDİĞİNDE BU MAFYALARI KENDİ İÇLERİNDE VE BİRBİRLERİYLE HER YÖNDEN ÇARPIŞTIRABİLİR,BİRLEŞTİREBİLİR. BU DURUM DA DAHA YÜKSEK BİR AMACA YÖNELİK OLARAK YAPILIR FAKAT O AMAÇ VE HEDEF AŞAĞIDAKİLER TARAFINDAN BİLİNMEZ.
MERKEZ MAFYA İSE EMİRLERİNİ DİREKT ŞEYTANDAN ALIR.
16 Aralık 2011 Cuma
ROTARY, LIONS ve MASONLAR
LIONS İSE "ARSLANLAR" DEMEKTİR... ACABA ERDAL İNÖNÜ, "ARSLAN SOSYAL DEMOKRATLAR" DERKEN BİR LİON SELAMI MI VERİYORDU? BU KELİMENİN YAHUDİLİKTE ÖZEL BİR ANLAMI OLMASININ YANISIRA, KABALA AÇISINDAN DA HER HARFİN ÖZEL BİR ANLAMI VARDIR : I - INTELLIGENCE (İSTİHBARAT) O - OURS (BİZİM) N - NATION'S (MİLLETİMİZİN) S - SAFETY (GÜVENLİĞİ)... TABİİ BURADA KASTEDİLEN YAHUDİ MİLLETİDİR!.. ONDAN SONRA DA AMERİKAN VE AVRUPA MİLLETLERİNİN GÜVENLİĞİ GELİR. BÜTÜN BUNLAR BİZLERİN, YANİ TÜRKLER VE DİĞER GERİ KALMIŞ MİLLETLERİN SIRTINDAN SAĞLANACAK GÜVENLİKTİR!.. ÇOK AÇIKÇA GÖRÜLMEKTEDİR Kİ, KENDİLERİNİN "DÜNYA VATANDAŞLIĞI"NA TALİP OLDUĞUNU AÇIKLAYAN HER İKİ KLÜBÜN DE İLERİ GELENLERİ, ASLINDA MİLLİYETÇİLİK GÜTMEKTE, AMA BUNU SEMBOLLER ARKASINDA GİZLEMEKTEDİRLER!.. ŞUNU DA TEKRAR BELİRTMEK GEREKİR Kİ, MASONLUK, ROTARY VE LIONS BENZERİ KURULUŞLAR, YAHUDİ MİSTİSİZMİ OLAN KABALA ESASLARINA DAYANARAK TEŞKİLATLANMIŞLARDIR... BU DA HER KAVRAMIN GENEL ANLAMININ DIŞINDA ÖZEL ANLAMLAR TAŞIMASI DEMEKTİR. DIŞARDAKİ KİŞİLER (HARİCİLER), BU KELİMELERİN SADECE DIŞ ANLAMLARINA DİKKAT ETTİKLERİ İÇİN, GERÇEK AMACI ASLA FARKEDEMEZLER. ASLINDA BU ZORLUK, DERNEĞİN YENİ ÜYELERİ İÇİN DE VARİTTİR. YANİ EN DERİNDEKİ SIRLARA, EN ÜSTLERDE MEKAN TUTMUŞ YAHUDİLER VE HIRİSTİYANLAR ULAŞABİLİR ANCAK!.. DİĞER ÜYELER DE BU GERÇEĞİ SEZERLER, AMA ROTARYEN VE LİON OLMANIN MAHMURLUĞU İÇİNDE HEP GÖZ YUMMAYI TERCİH EDERLER. BU ARTNİYETLİ KİŞİLERİN KELİMELERİN ARKASINA HANGİ ANLAMLARI GİZLEDİKLERİNİ BULMAK İÇİN ŞÖYLE BİR METOT TAKİP EDEBİLİRİZ : MESELA BU KİŞİLER "İNSANLIK" VE "MİLLETİMİZ" KELİMELERİNİ AYNI ANLAMDA VE BENZER CÜMLELERDE KULLANMAKTALARSA, BUNU TESBİT SDN DERECE KOLAYDIR. ŞÖYLE Kİ, |
VE BU AMAÇ HİÇ BİR ZAMAN ROTARYENLERİN, LİONLARIN SEMPATİ TOPLADIKLARI "FAKİRLERE YARDIM, SAĞLIK HİZMETLERİ" GİBİ BASİT ŞEYLER DEĞİLDİR! ÇEŞİTLİ YAYINLARINDA SIK SIK İFADE EDİLEN BU AMAÇ : "YERYÜZÜNDEKİ BÜTÜN DEVLETLERİN YIKILIP, YERİNE TEK BİR "DÜNYA DEVLETİ" KURULARAK, DEĞİŞİK DİN VE KAVİMLERE MENSUP İNSANLARIN BU DÜNYA DEVLETİNİN VATANDAŞI HALİNE GETİRMEKTİR!.." BU AMAÇ 1890'LARIN YAHUDİ PROTOKOLÜ'NE TIPATIP UYGUNDUR!.. BU HUSUS, RUHUNDA EN UFAK BİR TÜRKLÜK KIRINTISI KALMIŞ OLAN HERKES TARAFINDAN SON DERECE İYİ BİLİNMELİ VE HİÇ BİR ZAMAN UNUTULMAMALIDIR!.. TABİİ Kİ BÖYLE BİR DEVLETTE PROTOKOLCÜLER HÜKÜMDAR OLACAK, ŞİMDİ SU BAŞINDA OLANLAR MEVKİLERİNİ KORUYACAKLAR, ÜSTELİK ŞU ANDA EL ALTINDA ALAMADIKLARI YERLERİ, İNSANLARI VE TABİİ KAYNAKLARI DA KONTROLLERİNE ALMIŞ OLACAKLARDIR!.. BUNU ROTARYEN VE LİON OLAN KİŞİLERİN ÇEŞİTLİ YER VE ZAMANLARDA KULLANDIKLARI İFADELERDEN ANLIYORUZ. İŞTE BİR KAÇI: (FAHİR ARMAOĞLU) (HARRY J. ARSLAN) TÜRK ASILLI LİONLARA DA OLANAKLARDAN ANCAK SIYIRACAK KEMİKLER KALIR!.. (GEORGE FRIEDRICH - 1972 TAORMİNA FORUMU) (LION EULER - AVRUPA ESKİ GUVERNÖRÜ) YAHUDİ TAKVİYELİ BU HIRİSTİYAN ÇEMİYETİNDE, TÜRKLER'E SADECE AVRUPA'DA SOKAKLARI SÜPÜRMEK, KENDİ SAHİLLERİMİZDE İSE GARSONLUK YAPMAK KALACAK!.. (GEORGE FRIEDRICH) VE ORALARDA YAŞIYAN ROTARYEN, LİON VE MASON OLMAYANLAR!.. (NEŞET SİRMAN) ASLINDA SİZLER DE SAFSINIZ!.. ÇÜNKÜ SİZ DE YAHUDİ VE HIRİSTİYAN LİONLARIN KANCASINA TAKILMIŞ KOYUNLARDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLSİNİZ!.. HİÇ BİR ZAMAN ONLARIN AMAÇ VE HEDEFLERİNİ ANLIYAMIYORSUNUZ!.. (TÜRK LİONS DERGİSİ SAYI 10, 1977) DEMEK Kİ LİONLAR, ROTARYENLER, MASONLAR VE DAHA NİCELERİ, BU ÜLKENİN İNSANININ ÖRF VE ADETLERİNİ, DİLİNİ, DİNİNİ-İMANINI, TARİHİNİ, KÜLTÜRÜNÜ VE AHLAKINI BOZMAYI, DEJENERE ETMEYİ VE UNUTTURMAYI; BÖYLECE MİLLETİMİZİ KÖLELEŞTİRMEYİ AMAÇLIYOR!.. BU AÇIK İTİRAFA RAĞMEN, HÂLÂ BU KLÜPLERİ, MASON LOCALARI GİBİ BİRER HAKSIZ YÜKSELME BASAMAĞI OLARAK MÜTALÂA EDENLERİN YANISIRA, ONLARI "TOPLUMA FAYDALI SAĞLIK, EĞİTİM VE ALTYAPI HİZMETLERİ YAPAN DERNEKLER" ŞEKLİNDE GÖREN SADE VATANDAŞLARIMIZIN SAYISI DA AZ DEĞİLDİR!.. TEHLİKE DE ZATEN BURADAN KAYNAKLANMAKTADIR. ROTARY VE LIONS KLÜPLERİNİN DÜNYA YAHUDİLİĞİNİN MASKE TEŞKİLATLARINDAN İKİSİ OLDUĞU MUHAKKAKTIR... AMBLEMLERİNDEN ÜYELERİNİN VASIFLARINA, TEŞKİLAT BİÇİMLERİNDEN ÇALIŞMA METOTLARINA KADAR HER ŞEY, BU GERÇEĞİ HAYKIRMAKTADIR. YAHUDİ EFENDİLERİNİN İDARESİNDE BİR DÜNYA DEVLETİ KURMAYI PLANLIYAN SİYONİST TEŞKİLATLARIN EN ÖNEMLİLERİNDEN OLAN BU KLÜPLER; SİYASİ, İKTİSADİ, SOSYAL VE ASKERİ ALANLARDA DEVLETLERİN "MİLLİ" POLİTİKALARINI YOK EDEREK, KENDİ İSTEDİKLERİ BİR DENGE YÖNÜNDE POLİTİKA OLUŞTURMAYA UĞRAŞMAKTADIRLAR!.. ASLINDA BU KLÜPLERİN SADECE YAHUDİLER'E HİZMET ETTİĞİNİ DÜŞÜNMEK YANLIŞTIR!.. HIRİSTİYAN AĞABABALARI DA ONLARDAN YARARLANMAKTADIR!.. HATTA ZAMAN ZAMAN HIRİSTİYAN GİZLİ LİDERLERİN YAHUDİLERİ KULLANDIĞI DA OLMAKTADIR. KENDİSİ DE BİR MASON OLAN GEORGE BUSH'UN 1991 YILINDA İSRAİL'İ ARAPLARLA BARIŞ YAPMAYA ZORLAMASI, İSRAİL'İ DİZE GETİRMEK İÇİN DE İSRAİL'E VERECEĞİ YARDIMI ERTELEMESİ, HIRİSTİYAN VE AMERİKAN HAKİMİYETİNİN BİR DELİLİ OLARAK GÖRÜLMELİDİR. BUSH BU DAVRANIŞININ YAHUDİ MASON AĞABABALARINI RAHATSIZ ETMEMESİ İÇİN, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'DEN "SİYONİZM'İN IRKÇILIK OLMADIĞI" KARARINI ÇIKARTMIŞTIR!.. (1991) YANİ "AL GÜLÜM, VER GÜLÜM" POLİTİKASI!.. ÖTE YANDAN ÇOĞU GARİBAN MİLLETLERDEN OLUŞAN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI'NIN, ASLINDA GÜVENLİK KONSEYİ'NE ÇÖREKLENMİŞ "ATOM BOMBASI KLÜBÜ"NÜN 5 ÜYESİNİN OYUNCAĞI OLDUĞUNU GÖRMEMEK İÇİN, ÇOK SAF OLMAK GEREKİR. BU ÜYELER ABD, ÇİN, İNGİLTERE, FRANSA VE ŞİMDİ YIKILMIŞ OLAN SOVYET İMPARATORLUĞU'DUR. BUNUN YANISIRA BU SÖZDE "ULUSLARARASI TARAFSIZ" KURULUŞUN PEK ÇOK MEMURU YAHUDİ VEYA HIRİSTİYANDIR... HELE SON AYRILAN GENEL SEKRETERİ BUTROS GALİ ŞU ÖZELLİKLERİ TAŞIMAKTA İDİ: KOPT (KIPTİ-ÇİNGENE) ASILLI, BİR YAHUDİ İLE EVLİ, HIRİSTİYAN İNANÇLI BİR MISIRLI ARAP!.. DEDESİ DE MISIR'A İHANET ETMESİYLE, VE BU YÜZDEN BİR MİLLİYETÇİ TARAFINDAN VURULUP ÖLDÜRÜLMESİYLE MEŞHUR!.. YANİ BİR FISTIKİ YEŞİLİ EKSİK! İSTER YAHUDİ, İSTER HIRİSTİYAN, İSTERSE KIPTİ OLSUN, BİR ŞEY AÇIKTIR Kİ, BU KLÜPLER VE KURULUŞLAR ASLA VE KAT'A TÜRKİYE'YE VE TÜRKLER'E HİZMET ETMEMEKTEDİR!.. DEVLETLERİN BÜTÜN ORGANLARINI, TOPLUMLARIN BÜTÜN KESİMLERİNİ, HER DALDAKİ İLİM VE SANAT KURUMLARINI YAYGIN BİR BİCİMDE KONTROL ALTINA ALMAK İÇİN ALABİLDİĞİNE YAYILIP ETKİ SAHASINI GELİŞTİRMEYİ PLANLIYAN ROTARY VE LİONS ÜYELERİ, KENDİLERİNİ MASONLAR GİBİ GİZLEMEMEKTEDİR. SADECE LIONS VE ROTARYEN KLÜPLERİNİ MASONLUĞA ATLAMAK İÇİN BASAMAK OLARAK KULLANDIKLARINI GİZLERLER! HER YERDE "BİZİM MASONLARLA ALÂKAMIZ YOK" DERLER! AMA ONLARIN ARKASINDA OLAN BABALAR, MAFYA BABALARI GİBİDİR VE GERÇEK AMAÇLARI HEP GİZLİ KALMAKTADIR. TÜRKİYE'DE LİONLAR İZMİR'İ KENDİLERİNE PİLOT BÖLGE OLARAK SEÇMİŞLERDİR. İBRAHİM YÜCESAN ADLI LIONS ÜYESİNE GÖRE: BUNUN SEBEBİ AÇIKTIR. UZUN UZUN ANLATTIĞIMIZ SABATAY SEVİ VE DÖNMELİK, İZMİR'DEN KAYNAKLANMIŞTIR. İZMİR, GEÇMİŞTE TÜRK VE İSLAM HOŞGÖRÜSÜNÜN SONUCU OLARAK, BİR YAHUDİ, DÖNME VE LEVANTEN MERKEZİ HALİNE GELMİŞTİR. ŞEHİRDE GAYRIMÜSLİMLERİN BULUNDUĞU HESABA KATILIRSA, TIPKI 1. DÜNYA SAVAŞI'NDA OLDUĞU GİBİ, LİONLAR ANADOLU'NUN İŞGALİNİ İZMİR'DEN BAŞLATMAYI PLÂNLAMAKTADIRLAR!.. |
15 Aralık 2011 Perşembe
Banu Avar: “Etrafımız Çevriliyor”.
Araştırmacı Gazeteci Banu Avar Giresun’da Üniversite ve lise gençliği
İle buluştu. Konuşmasında oldukça ilginç ve dikkat çekici konulara değinen Avar ABD; İngiliz ve İsrail gibi bazı elçiliklerin baskısı sonucu TRT’de programının yayından kaldırıldığını söyledi.
İşime yabancıların isteği ile son verdiler
Gazeteci, televizyon program yapımcısı Banu Avar Giresun Üniversitesi Öğrencilerinin davetlisi olarak geldiği Giresun’da oldukça çarpıcı açıklamalarda bulundu. TRT’de yayınlanmakta olan “SINIRLAR ARASINDA” adlı programıyla Türkiye’nin milli menfaatlerini savunan Avar, TRT’den nasıl kovulduğunu anlatırken “Montaj sırasında senin 15 gün önce işine son verildi denilince şaşırdım. Sonra TRT’nin 2.Adamına giderek bunu sebebini sormak istedim. Bu kişi bana ‘ne yapalım Banu Hanım her gün bir büyük elçi bizi arıyor ve şikâyetlerin bildiriyor’ dedi. Meğer ABD, İngiltere, İsrail gibi ülkelerin elçilerinin isteği ile işime son verilmiş dedi.
Kafkaslar ile Türkiye arasına hat çekiliyor.
Konuşmasına Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu dünyadaki gelişmiş ülkelerin politikalarıyla anlatan kısa bir film gösteriyle sürdüren Avar, son gelişmelere dikkat çekerek sözü Ermenistan sınır kapısının açılmasına getirerek, “Türkiye’nin önü kesiliyor” dedikten sonra, “dikkatinizi çekerim. Kafkaslar'da Azerbaycan ile Türkiye arasına Batılılar Gürcistan, Ermenistan, Kürdistan devletleriyle İsrail ile bütünleşen bir hat çekiyor ve Türkiye’nin önü kapatılıyor. Türkiye, bu hattın gerisinde kendi başına etkisiz bir ülke durumuna getiriliyor” dedi.
İnönü Batıcıydı. Atatük çizgisinden saptı.
Konuşmasını Atatürk çizgisini akamete uğratıldığını anlatarak sürdüren Avar, “Atatürk’ün ölümünden 144 gün sonra batılı ülkelerle 3’lü anlaşmalar imzaladılar. Bunun ne olduğunu öğrenin” diye sürdüren Avar, Recep Peker, Hasan Ali Yücel ve İnönü döneminde bu anlaşmaların yapıldığını belirtikten sonra “M.Kemal’in gidişatının tam tersine gelişmeler yapılmıştır” dedi.
BBC’de Acı gerçeği gördüm.
Konuşmasının bir yerinde İngiltere’de BBC’de çalışırken karşılaştığı gelişmeleri anlatan Banu Avar, bana Türkiye’den bazı İslami kesimlerle röportaj ayarlamam söylenmişti. Ben de İslami söylemleri olan Erbakan’ı onlara bağlamak istedim. Ancak, adamlar ısrarla “Erbakan olmaz diyordu. Kim olacak dediğimde bana üç ismin öneriyorlardı. Biri Abdullah Gül, öteki O zamanlar İstanbul Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan ve bir de Gazeteci yazar: Fehmi Koru. Her seferinde bu isimlerin istenmesi tüm ısrarlarıma rağmen Erbakan’ın kabul edilmemesi bine şaşırtmıştı Bu dunumu eşimle da konuştum. Sonradan anladım ki Batının geleceğe hazırladığı adamları var ve ta o zamanlardan geleceğin hesabı yapılmış” diye sözlerin sürdüren Avar’ı pek çok genç salona sığmadığı için yerlere oturarak dinledi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)