17 Eylül 2016 Cumartesi

NEDEN KANSERSİN?



Hayatında hep şeker oldu. Çayı, kahveyi şekersiz içmedin. Kahvaltıya reçelsiz ve krem çikolatasız oturmadın. Beyaz pirinç ve ekmeğin şeker olduğunu unuttun. İçinde yüksek oranda fruktoz bulunan meyveleri kiloyla yedin. İçinde glukoz ve aspartam olan ürünler tükettin. Kolanın ve gazlı içeceklerin şeker ve zehir karışımı olduğunu bile bile içtin. Önce insülin direncin başladı sonra şeker hastası oldun, 150 kilo oldun ama durmadın.

Palm yağı, ayçiçek yağı, mısır özü yağı, margarin ve trans yağ içeren ürünleri kullandın. Tereyağı ve zeytinyağı tüketmedin ki organlarından biri iflas edene kadar bunları yedin.

Paketlenmiş hazır sıvı ve katı tüm ürünlerdeki koruyucu kimyasalların seni kanser edeceğini önemsemedin. Salçanı, makarnanı, turşunu hatta, limonu sıkıp limon suyunu bile kendin yapmadın. Hazır almak kolayına geldi. Pazardan nohutunu, fasülyeni bile almadın, bunları konserve satın almak yemek basitti.

İnsanlar 4000 yıldır misvak vb. doğal malzemelerle diş fırçalarken sen gittin 35 açılı sentetik diş fırçasını ağzına soktun. O da yetmedi; bildiğimiz çamaşır deterjanının şeker ve naneyle karıştırılmış şekli olan diş macunu ile hayat boyu diş fırçaladın ve bunun bir kısmını yuttuğunu göz ardı ettin. Bal ve karbonatın dişlerini tartarlardan bile temizlediğini bilmedin ve dişleri de o macunlarla çürüttün.

Çamaşır deterjanının ve yumuşatıcının vücut ısısı ile deri tarafından emildiğini ve deri kanserinin en büyük nedeni olduğunu umursamadın. Çamaşırlarını boraks ve karbonat karışımı ile yıkayıp yumuşatıcı gözüne elma sirkesi koyarak muhteşem bir temizlik elde edeceğini umursamadın.

Bulaşık makinesine deterjan ve parlatıcı koyduğunda, o deterjanı ve parlatıcıyı yediğini fark etmedin. Deterjan yerine karbonat, parlatıcı yerine sirke koyarak hem sağlıklı hem de tertemiz bulaşıkların olacağını önemsemedin.

Evde basitçe kostik ve zeytin yağını karıştırıp kalıplara dökmek ve kendi doğal sabununu yapmak dururken, gidip içerisinde bin tane kimyasal zehir olan o sabunlarla her sabah yüzünü bedenini yıkadın. Her gün bu daha da iyi diye pazarlanan o şampuan zehirleriyle saçını yıkadın.

Evini arap sabunu gibi doğal yağlarla üretilmiş bir sabun yerine, temiz olsun diye çamaşır suyuyla sildin. O su buharlaştıkça soludun ve akciğer kanseri oldun.

Karıncaları, böcekleri, sinekleri; limon karbonat fesleğen acı biber vb doğal yollarla evinden uzak tutmadın. Bastın böcek zehrini, o ağır kimyasalları temizlesen bile gitmez bunu unuttun. Soludun ve eşyaların üzerinden ellerinle ağzına soktun. (O kadar kandırıldın ki, böcek zehrine neden böcek ilacı dendiğini bile sormadın.)

Yaşamını mahveden büyük şehirde egzoz gazı solumaya ve araba kullanmaya devam ettin.

Resmen radyoaktif olan cep telefonunu kulağına 2 saat yapıştırdın. Radyoaktif olan wi-fi (kablosuz ağ) vericisini evin içine soktun, radyoaktif olan alıcı bilgisayarı da kucağından indirmedin. Yatarken cep telefonunu hep başucunda tuttun ama uçak moduna almayı aķıl etmedin.

Hem çocuğunun odasına hem de kendi yatak odana gece lambası koydun ve geceleri açık tuttun. Bağışıklık sisteminin gelişmesini ve kanserden korunmayı sağlayan melatonin hormonunun gece uyurken zifiri karanlıkta üretildiğini hiç duymadın ya da duydun ama boşverdin.

Doğal beslenmeyen hayvanları, sebzeleri, meyveleri ve tahılları yedin ve adına da “doğal beslenme” dedin.

Üzerinde “organik” yazan her gıdayı gerçekten organik sandın bunlara normalden fazla para bile ödedin ama bir gıdanın gerçekten organik sayılabilmesi için gerekli standartlar nelerdir ve aldığın organik(!) ürün gerçekten de organik midir hiç merak edip araştırmadın incelemedin.

Yiyeceklerini cam ve toprak kaplarda saklamak ve pişirmek yerine çelik ve bilmediğin kaplamalarla kaplı kaplarda pişirdin yedin. En önemlisi de mutfağının her yerine plastik, teflon ve alüminyum soktun ve çizildikçe onları da yediğini unuttun.

Denize lağım ve fabrika atıkları boşaltırken o denizden çıkan balığı yedin, midyeleri yedin.

Fast food’un her aşamasının zehir ve ölümcül olduğu bas bas bağırılırken sen tepsi kadar pizzaları götürüyordun, üç katlı hamburgerleri yuvarlıyordun.

Evine naylon torba, naylon kıyafet, sentetik ayakkabılar terlikler soktun. Kıyafetlerinde sadece pamuk, bambu lifi, keten tercih etmedin.

Sobayı attın ve evine klimayı ve bilimum elektrikli ısıtıcıyı soktun.

Toprağa dokunmuyor ve stresten gülümsemeyi unutuyorsun. Sonuç; sokaktaki her on kişiden üçü kanser. Sen de ya bu üç kişiden birisin ya da tüm bu saydıklarımı ısrarla yapmaya devam edersen, bir süre sonra dördüncüsü de sen olacaksın… Hadi seni geçtik de kardeşim, peki ya çocuğunun suçu?"

Dr. Taner AKMAN



13 Mart 2016 Pazar

GDO


Tehlikeli Oyunlar Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, İnsanların Genetiğine Ne Yapıyor?

At gözlükleri takmış bilim insanları onlara gümüş bir tepsi içinde sunulan istatistikleri ve yayınları, kutsal bilgi olarak kabul etmeye yatkındır. Bilim adına dogmaya kayıverirler hemen. İnanır ve sorgulamadan gerçek diye bellerler. Ancak bilim, sadece sorgulayan ve büyük tröstleri değil de insan sağlığını esas alan bilim adamlarının fikirleri üstünde yükselmiştir ve yükselmeye devam edecektir.
GDO’lu gıdaların ne kadar güvenli olduğuna dair elimizde hiçbir kanıt yoktur. Bazı ‘bilim insanlarının’ bunların tehlikeli olduğunu işaret eden binlerce araştırmayı ‘şarlatanlık’ olarak nitelendirmesine ne demeli? Bir de üzerine, “GDO tehlikelidir” diyen bilim insanlarını, halkı yiyeceklerden korkutmamak adına sessizliğe davet ederler. Bu anlayışın arkasında ‘ekonomi zarar göreceğine insan zarar görsün’ mantığı vardır. Unutmayın, gerçek öyle bir şeydir ki ancak ve ancak statükoyu korumayı bıraktığınızda yüzünü gösterir. Ve ancak bilgiyle daha doğru beslenebilir, çocuklarınıza daha sağlıklı yiyecekler yedirerek onlara sağlıklı bir gelecek verebilirsiniz. Lütfen herkes size at gözlükleri takmaya çalıştığında bile, kendinizi bilgiden, bilmenin gücünden esirgemeyin.
Konumuzdan fazla uzaklaşmadan GDO’lu gıdalara geri dönelim. Herhangi bir organizmayı daha verimli ve daha dayanıklı yapmak için biyoteknoloji yöntemlerini kullanarak gen transferi yapma işlemiyle üretilen ürüne, Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) adı verilir. Amaç onu daha güçlü, daha verimli kılmaktır. Keşke tablo böylesi tozpembe kalsa ama maalesef tüm işaretler böylesi bir müdahalenin istenmeyen sonuçları olduğunu işaret ediyor.


İnsanoğlunu Kobay Yaptılar

Farklı organizmalardan gen transferi yapılarak elde edilen gıdalar hayatımızda 1996 yılından beri varlar. Görünen o ki, hepimiz fikrimiz bile alınmadan kocaman bir deneyin parçası olduk. Ve bu deneyin tehlikeli bir deney olabileceğine dair ilk yüksek sesli uyarılardan biri 2009 yılında American Academy of Environmental Medicine’dan (AAEM) geldi. AAEM, ekolojik ve çevresel faktörlerin insan sağlığı üstündeki klinik etkileri ile ilgilenen uzmanlar tarafından oluşturulmuş bir kuruluş. 1965’ten bugüne ekolojik hastalıkların tanınması ve teşhis yöntemleri geliştirilmesi üzerine önemli çalışmalara imza atmış olan AAEM’nin açıklaması şöyle: “Hayvanlar üstünde yapılan birçok çalışma genetik olarak değiştirilmiş gıdaların kısırlıktan, bağışıklık problemlerine, hızlı yaşlanmaya, insülin seviyesindeki düzensizliklere ve başlıca organlar ile sindirim sistemini etkileyen sorunlara kadar birçok ciddi sağlık riski taşıdığını gösteriyor.”


Fareler, İnsanlar ve GDO’lu Gıdalar

Bu açıklamaya yol açan binlerce araştırma ve yayınlanmış makale var. Bu araştırmaların birkaçına ve elde edilen bulgulara bir göz atalım mı?2002 yılında yayınlanan bir makalede şöyle yazıyor: “GDO’lu patateslerle beslenen farelerdekaraciğer yetmezliği görüldü. Farelerde sindirim enzimleri azaldı ve farklı yiyeceklere alerjik reaksiyonlar vermeye başladılar (1) ”


GDO ve Kısırlık

İtalya’da 2006’da yapılan bir başka araştırma(2)GDO’lu soyayla beslenen erkek farelerin testislerinde farklılaşma, sperm sayılarında azalma ve spermlerde dejenerasyona rastlandığını gösteriyor. Rus bilim insanlarının yaptığı ve 2006 yılında yayınlanan bir araştırma ise(3), GDO’lu soya fasulyesi ile beslenen anne farelerin bebeklerinin yarısının ilk üç hafta içinde öldüğünü rapor ediyor. Ürkütücü değil mi?
Devam edelim. İşte, bir başka araştırmanın(4)sonuçları: “Dişi fareler ne kadar uzun süre GDO’lu soya ile beslenirse doğurganlıkları da aynı oranda azalırken, bebekleri de daha düşük kilolu doğdu. Üç jenerasyon sonra ise tamamen kısır bir nesil ortaya çıktı.”
Bu ve bunun gibi binlerce araştırmadan söz etmek mümkün.


Genler Birbirine Karışırsa

Bu arada genetik biliminin 1996’dan beri çok hızlı ilerlediğini ve o gün bilmediğimiz birçok bilgiyle donandığımızı da hatırlatmak istiyorum. Öğrendiğimiz her şey genetiği değiştirilmiş tohumları yaratan büyük şirketlerin iddialarını çürütür nitelikte. Bu şirketlerin, bu şirketler için çalışan bilim insanlarının en önemli söylemlerinden biri dışarıdan alınan genlerin sindirim sistemine karışmadığıydı. Ancak yeni bulgular bunun tam aksini söylüyor.
2012’de Norveç’te yapılan bir araştırmada(5)fareler üç ay boyunca GDO’lu mısırla beslendi. Bu fareler, kontrol grubundaki farelerle karşılaştırıldığında şu sonuçlar ortaya çıktı: GDO mısırla beslenen fareler daha kiloluydular ve bağırsak yapılarındaki farklılaşma yüzünden proteinleri sindirmekte zorlanıyorlardı. Kan değerleri bağışıklık sistemi fonksiyonlarında da belirgin bir azalma olduğunu gösteriyordu. Bu araştırma aynı zamanda GDO’lu gıdalardaki-iddia edildiği gibi- genlerin sindirim sistemi tarafından vücuttan atılmadığını ve bağırsak duvarından kana ve kan dolaşımıyla tüm vücuda yayılabildiğini gösteriyordu. Bilim insanları, üç ayın sonunda kanda, kas dokusunda ve karaciğerde genetik olarak modifiye edilmiş DNA parçaları bulduklarını da bildirdiler.


Bitki DNA’sı Taşıyan İnsanlar

Haziran 2013’te Public Library of Science (PLOS) yayınlanan bir araştırma(6)besinlerle alınan DNA parçacıklarında, bilinmeyen bir mekanizmayla dolaşım sistemimize karışabilen bütün genler olduğunu gösteren yeterli kanıt bulunduğuna dikkat çekiyor. Yapılan bu araştırmada 1000 kişiden alınan örnekler incelendi. Ve makaleden çarpıcı bir alıntı: “Kan dolaşımımızın dış dünyadan ve sindirim sisteminden yalıtılmış olduğu düşünülürdü. Standart öğretiye göre yediğimiz besinlerle vücudumuza giren makro-moleküller dolaşım sistemine giremez, sindirim sırasında absorbe edilirlerdi. Ancak bu çalışma için 1000 kişiden alınan örnekler incelendiğinde yiyecekler yoluyla vücuda giren DNA parçacıklarının bütün genler taşıdığını ve bu genlerin bilinmeyen bir mekanizma ile parçalanmadan, hiç bozulmadan kan dolaşımına geçebildiğinigözlemledik. Hatta bir kan örneğinde insan DNA’sından çok bitki DNA’sı bulunuyordu.”
Peki bu DNA parçacıklarının ya da bazı durumlarda oynanmış genin bütününün vücutta dolaşmasının ne zararı var? Yeni Zelanda’da Canterbury Üniversitesi’nde yapılan başka bir araştırma(7)öncelikle bir kez daha ‘değiştirilmiş genler sindirim sisteminde yok olur’ teorisini çürütüyor. Çalışma, GDO’lu buğdayda bulunan dsRNA’ların daha da güçlenip çoğalarak insan vücudunda dolaşmaya devam etiğini gösteriyordu ve bunların hayvanlarda bazı genlerin yapılarını değiştirdiği biliniyordu. Tüm bunlardan yola çıkarak araştırmacılar şöyle bir kanıya vardılar: “GDO’lu buğdayda yaratılan bu moleküller buğday genlerini bastırmak için tasarlandılar ve hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da gen yapılarının değişmesine neden olabilir, bazı genleri bastırabilirler.”


Süper Ama Toksik

Genetik mühendisliği ile bir mısır türünü aldınız ve onu süper mısıra çevirdiniz. Mısır, artık hiç olmadığı kadar verimli, iri taneli ve hastalıklara dirençli bir mısır. Bunu yapmak için ona farklı bitki, virüs, bakteri ya da hayvan geni verdiniz. Peki söz konusu genetik modifikasyonun tek sonucunun mısırı süper mısır yapan özellikler olduğunu mu düşünüyorsunuz? En azından bilim insanlarının iddiaları böyleydi. Ama artık bunun doğru olmadığı çok iyi biliniyor.
The Human Genome Research Project (İnsan Genomu Araştırma Projesi) genlerin henüz tam olarak anlaşılmamış kompleks bir network ile çalıştığını keşfetti. Bu keşfe imza atan ekibin başındaki Dr. Thierry Vrain, “Bir genom son derece kompleks bir ekosistemdir ve çevresinden büyük oranda etkilenir. Genomun her geni çevresel işaretlere göre protein üretir,” diyor ve ekliyor: “Yani artık her bilim adamı, genlerin birden fazla protein sentezleyebileceğini ve bir bitkiye yeni bir genin eklenmesinin öngörülemeyen yeni proteinler yaratabileceğini biliyor. Ve bu proteinlerin bazıları son derece toksik ve alerjik etkilere sahip.”
Daha basit anlatmak gerekirse: Genetik mühendisliği, genler ve DNA’nın işleyiş mekanizması üstüne çok önemli şeyler keşfediyor. Ve tüm bu yeni keşifler dev tarım şirketlerinin genetik olarak modifiye edilmiş gıdaların ‘güvenilir ve öngörülebilir’ olduğu iddiasının tamamen yalan olduğunu kanıtlıyor. Yani DNA’nın bir bölümünü değiştirmenin yalnızca tek, direkt bir sonucu yok. Ve bu değişim hiçbir şekilde öngörülemeyen zincirleme etkilere neden olabiliyor. Aslında 1999’da International Journal of Biological Sciences dergisinde yayınlanan bir çalışmada(9)bu tehlikeyi işaret eden bulgulara dikkat çekilmişti. “Bir organizmaya başka bir organizmanın genini eklemek: 1.Sadece araştırmacıların yaratmayı amaçladığı bir özelliği yaratmakla kalmıyor, onun dışında binlerce etkileşime neden oluyor. 2.Bu müdahale hedef alınmayan bazı genleri de aktive ediyor, ki bunlar toksik olabiliyor. 3. Ayrıca genetik olarak oynanan bitkinin besin değeri de azalıyor. Çünkü bitkinin enerjisi, bu müdahale yüzünden aktive olan gereksiz proteinleri üretmeye harcanıyor.”


GDO ve Tarım İlaçları: Glifosat

GDO’nun amaçlarından bir tanesi de, GDO yapılan bitkinin tarım ilaçlarına daha dayanıklı hale getirilmesidir. Böylece, istenmeyen zararlılara karşı daha yüksek miktarda ilaç kullanmak mümkün olacak ve zararlılar ölürken, GDO’lu bitki büyümeye devam edecektir. Tabii bu arada bitkinin gövdesinde bol bol tarım ilacı birikecek ve bu tarım ilaçları GDO’lu besinleri yiyen hayvanların ve insanların da vücuduna geçecek. Doğal bitkide bu kadar fazla tarım ilacı kullanmanıza imkan yok, çünkü eğer çok miktarda ilaç verirseniz, sadece zararlılar değil, bitkinin kendisi de ölüyor.
Üstelik GDO’lu tohum üreten firmaların bir de iddiası var: GDO sayesinde daha az tarım ilacı kullanılıyormuş. Koca bir yalan! Kullanılan tarım ilaçlarının satış rakamları ortada, azaldığı falan yok, tam tersine artmış. Bunun en canlı örneği, Glifosat etken maddesini içeren “Roundup” isimli ilaç. Tüm dünyadaki GDO’lu mısır tarımının %80’inde kullanılıyor ve Roundup’ın içindeki Glifosat Amerika’daki tarım alanlarını, besi hayvanlarını ve su kaynaklarını zehirliyor.
Yani ne yaptınız? Doğanın dengesini bozdunuz. Marifetmiş gibi bitkiyi tarım ilaçlarına dayanıklı hale getirdiniz ve bünyesinde normalde olamayacak kadar fazla tarım ilacı birikmesine sebep oldunuz. Sonra GDO’lu bitkiyi yiyen hayvanlara ve insanlara da bu ilacın aktarılmasına sebep oldunuz. İyi ama, bu hayvanlar ve insanlar, sizin GDO’lu bitki gibi tarım ilaçlarına dayanıklı değiller ki… Düpedüz zehir yedirdiniz insanlara!


Anneden Doğmamış Bebeğine

2011 yılında Kanada’da hamile kadınlar üzerinde yapılmış bir araştırmanın(10)amacı annenin ve fetüsün GDO’larla ilişkilendirilen söz konusu toksinlere maruz kalıp kalmadıklarıydı. Hamile kadınlardan ve fetüslerden alınan kan örneklerinde GDO’lu gıdalarla ilişkilendirilen pestisitlere rastlandı. Araştırma annenin yediği besinlerle aldığı 3-MPPA ve CryAb1 gibi toksik maddeleri bebeğine aktardığını gösteriyordu. Fetüsün ne kadar hassas olduğu düşünülürse bu maddelerin doğmamış bebekler üstündeki etkisi üstünde daha çok araştırılması ve öğrenilmesi gereken çok şey olduğunu gösteriyor.
Bir bitkinin genetik yapısını değiştirirken ortaya çıkan öngörülemeyen mekanizmaların tehlikeli sonuçlarına bir örnek daha: Journal of Hematology & Thromboembolic Diseases’da 2013’te yayınlanan bir araştırma(11) genetik olarak oynanmış mahsullerdeki bio-pestisitlerin (Bt ya da Cry-toxins olarak da biliniyorlar) anemiden bazı kan kanserlerine kadar kan anormalliklerine yol açtığını gösteriyor.


İnsan Havuçla Çiftleşirse

Son sözler, genetik olarak modifiye edilmiş organizmalar üstüne araştırmalar yapan ve insanları bu konuda bilinçlendirmek için kâr amaçsız bir vakıf kuran genetik uzmanı David Suzuki’den(12): “Bizim bu konuda herhangi bir bilgimiz olmadan yiyeceklerimizin içindeler. Yediğimiz besinlerin genetik olarak değiştirilmiş edilmiş organizmalar bulunduğunu bilmeden on yıllardır yiyoruz. Aslında her birimiz isteğimiz dışında katıldığımız dev bir deneyin parçasıyız. FDA ,GDO’ların normal gıdalardan hiçbir farkı olmadığını ve bu şekilde ele alınmalarını açıklamıştı. Ama problem şu ki gen bilimiyle uğraşan bir bilim insanı gen mirasını takip eder, bioteknoloji ise bir organizmayı alıp tamamen farklı bir başka organizmanın içine yerleştirmesidir. Normalde bir insan bir havuçla çiftleşerek gen alışverişi yapmaz. İşte biyoteknoloji normalde gen alışverişi yapması mümkün olmayan türler arasında gen transferi yapar. Bu yüzden hiç kimse tutup da GDO’lar hiçbir zararı yoktur sonucuna ulaşamaz.”


Son söz:

GDO, ticarettir. GDO, paradır. GDO insan sağlığı için yapılmaz, daha fazla para kazanmak için yapılır.

Dünyada yaklaşık olarak 800 milyon insan açlık sınırında yaşıyor. Buna mukabil, 1,2 milyar insan ise obezite sınırları içinde yaşıyor. Her yıl üretilen gıdanın yaklaşık %50’si, yani yarısı, insanlar tüketemeden bozularak çöpe atılıyor. Sadece ABD’nin her yıl çöpe attığı gıdayı israf etmeden aç insanlara dağıtsanız, açlıktan ölümlerin önüne geçebilirsiniz. Dikkat edin, Amerikalılar daha az yesin demiyorum, istedikleri kadar yesinler ama israftan vazgeçsinler, diyorum. Yani nüfusun çok arttığı ve dünyanın 7 milyar insanı doyuramadığı, açlıktan ölümlerin engellenmesi için GDO’lu gıdalara ihtiyaç duyulduğu savunması, koca bir yalandır!
Dünyada açlık varsa, vahşi kapitalizm sayesinde var. Bu açlığı GDO’lu gıdalarla falan engelleyemezsiniz. Sadece israfı engelleseniz, bugünkü gıda üretimi ile mevcut nüfusun iki katını doyurabilirsiniz. GDO’nun satışına başlanan 1996’dan bu yana dünyadaki aç insan oranında azalma falan yok. Hem zaten nasıl olsun ki? GDO’lu gıdaları aç insanlara bedava mı dağıtıyorlar?
GDO’lu gıdalar, insanoğlunun hayatına gireli sadece 19 sene oldu. 19 sene insan hayatında bir kuşak bile etmez. GDO’nun birkaç kuşak sonra insan yaşamına nasıl zararlar vereceğini bilemezsiniz. İhtiyatlılık prensibi gereği, GDO üreticileri GDO’nun insan sağlığına zarar vermediğini ispatlamak zorundadır, biz zarar verdiğini ispatlamak zorunda değiliz.

GDO, geleceğimiz için en büyük tehdittir.
İnsanoğlunun kıyameti, ürettiği gıdalarla gelecek. Nükleer savaşlarla değil.



Dr. Ümit Aktaş'ın yazısından alıntıdır.
Böyle değerli bilgileri bizlerle paylaştığı için kendisine çok teşekkür ediyoruz.


1. “Can science give us the tools for recognizing possible health risks of GM food?”, Arpad Pusztai, Nutrition and Health, 2002, Vol 16 Pp 73-84
2. “Temporary Depression of Transcription in Mouse Pre-implantion Embryos from Mice Fed on Genetically Modified Soybean”, 48th Symposium of the Society for Histochemistry, 2006, Eylül 7–10
3. “Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists Study”, Regnum, Ekim 12, 2006
4. “Biological effects of transgenic maize NK603xMON810 fed in long term reproduction studies in mice,” Alberta Velimirov ve Claudia Binter, Forschungsberichte der Sektion IV, Band 3/2008
5. “Obesity, Corn, GMO’s –USA Biotech Corporations Responsible for epidemic of Diseases” Åshild Krogdahl, makale Norveç ve enternasyonal bilimsel araştırmalara adanmış bir online haber sitesi, Forskning.no’da 11 Haziran 2012’de yayınlandı
6. “Genetically Modified Crops and Food Security” Matin Qaim ve Shahzad Kouser, Public Library of Science (PLOS), 5 Haziran 2013 10.1371/journal.pone.0064879
7. “A comparative evaluation of the regulation of GM crops or products containing dsRNA and suggested improvements to risk assessments” Jack A, Heinemann , Environment International, Mayıs 2013, sayı.55, sayfa. 43-55



28 Şubat 2016 Pazar

MSG ( ÇİN TUZU) DENEN ZEHİR





Knorr un hazır çorbalarının üzerinde"hiç bir
koruyucu madde içermez" yazıyor diye alıyordum.Özellikle son çıkardıkları
çorbalar çok kolay yapılıyordu ve gerçekten de çok lezzetli oluyordu.Bu
maili okuduktan sonra hemen mutfağa gidip Knorr çorba paketlerinin
içeriğine baktım.Maalesef içeriğinde MSG denilen madde var
""" MSG Nedir ..??? """ Dikatlice Okuyalım ve Paylaşalım...!ar.
Utanmadan Sağlık Bakanlığı'da bunu onaylayıp "Türk Gıda Koteksi'ne uygundur"izni
veriyor.Şimdi anlıyorum ki ince bir çizgiye dikkat etmek gerekiyor.Şöyle ki
"hiçbir katkı maddesi yoktur" la" hiçbir koruyucu madde içermez"dikkat
etmediğimiz ama çok önemle dikkat etmemiz gereken iki ayrı ama önemli
bilgi..Sizlerle paylaşmak istedim...
MSG NEDİR?...
ÇOK Onemli:
Bu msg denen illeti piyasalarda, daha masum bir ifade tarzı olsun diye ÇIN
TUZU adıyla satıyorlar.
Piyasada bazı dönerciler de bunu kullanıyorlar.
O kadar lezzetli oluyor ki, bir döner yiyecegine 2-3 döner yiyesin geliyor.
Ayrıca ithal olarak gelen BUTUN GIDA MADDELERİNDE BU MSG VAR
(Peyniri,eti,konservesi vs vs.)




MSG NEDİR?...

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var.
MONO SODYUM GLUTAMAT
Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel
Olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor.
Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda
üreticilerinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.
MSG ZARARLI MI ?
Buna okuduktan sonra siz karar verin.
Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. Merkezi sinir sistemi tahribatı ve
buna bağlı olarak ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SAR (Epilepsi)
Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite.
Büyüme hormonu baskılanması.
Pankreas hasarı, insülinde artış, ve buna bağlı diyabet.
Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar.
Bu madde hamilelerde plasenta
bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.
Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği CİPS'lerde çok kullanılmakta.
Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri bir çok üründe var.
Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?.
Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri insaf, merhamet
gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir.
Bu mamuller, albenisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur.
Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız.
Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize kazınır adeta.
Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya tükettiğimizi görürüz.
Mesela Cips. Semt pazarlarında 1 kg . patatesi 1 TL ye alabilirsiniz. Oysa ki 50 gram CİPS 1 liradır.
Yani 1 kg . Cipsi, 20 tl.den tükettiğimizin farkında bile değiliz.
Olumsuz etkileri de cabası. bu mamulleri üretenler !....
Kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler. Onların gıdaları organik ve doğaldır.
Son zamanlarda organik tarım yapan çok güçlü özel şirketler türedi,
burada itina ile yetiştirilen ürünleri semt pazarlarında göreniniz var mı? Ben henüz rastlamadım.
Gelelim genel sağlık boyutuna;
Son 30 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına
bağlı yaşamaya mahkum edilenler, çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi çocuklar, 9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli
doğanlar ve bu sayının ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri. Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar.
Hastalıkları üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler. Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı? Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır.
Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında yetersiz kaldığından,
yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler. Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli olmasını istemezler. Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü kaynaklarıdır.
Her yıl eskiyen, yaşam kaynakları azalan, küresel ısınma ile kuraklık tehlikesi yaklaşan bir dünyada, Küresel güç olan emperyalist devletlerin acımasızlığının arttığı bir dünyada, Dengelerin ve haritaların değiştirilmek istendiği bir dünyada yaşadığımızı asla unutmamalıyız.
Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşadığımızı da asla unutmamalıyız.
Gelin bu güzelim yurdumuza hep beraber sahip çıkalım.

YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN
!.....




3 Ocak 2016 Pazar

AŞILARLA İLGİLİ KORKUNÇ GERÇEKLER




Aşıların denetlenmediğini belirten beyin ve sinir cerrahı Dr. Russell Blaylock, "Ani Bebek Olumlerinin yüzde 70′i Difteri Tetanoz Bogmaca aşısının takip eden 3 hafta içinde gerçekleşiyor. Havaleler aşılarla bağlantılı, aşı olduktan hemen sonra olması gerekmiyor. Haftalar, aylar, hatta bir yil sonra bile gerçeklesebilir" dedi.


Nöroşirürji (beyin ve sinir cerrahi) uzmanı Dr. Russell Blaylock’un çarpıcı konuşması:
Eğer bağışıklık sistemini uyarırsan, bugün otizmin çıktığı gibi, hamileyken aşıladığın kadının çocuğu 20 yıl sonra şizofreni çıkacak. Ve kimse bağ kuramayacak.
Aşılar Cin’de üretiliyor ve ABD’de iki yılda bir kontrol edilirken üretici, Cin’de bu 13 yılda 1 ve FDA gidip kendi kontrol edemiyor. Üretici firmadan bir görevli dışarı çıkıp burada her şey yolunda diyor 13 yılda 1.
(Amerika’yı yok etmeye yemin etmiş komünist ülke Cin’den bahsediyoruz)
Ani Bebek ölümlerinin yüzde 70′i Difteri Tetanos Boğmaca aşısını takip eden 3 hafta içinde gerçekleşiyor.
Havaleler aşılarla bağlantılı, aşı olduktan hemen sonra olması gerekmiyor. Haftalar, aylar, hatta bir yıl sonra bile gerçekleşebilir.

CANLI VİRÜS İÇEREN AŞILARIN TEHLİKELERİ:

- Bağışıklığı bastırıyor (KKK ve HIB)

- Hayat boyunca vücutta kalabiliyor. Kızamık virüsü yaşlıların %20 beyin ve %45 diğer dokularında bulundu.

- Astım, çocuklarda şeker hastalığı ve otoimun ve nörolojik hastalıklarla bağlantılı

1970′den sonra her çocuk felci vakasının Oral Çocuk Felci aşısı kaynaklı olduğu ortaya çıktı.
Nijerya’da çocuk felci salgını yaratıldı bu oral çocuk felci aşısıyla. “Şimdi etrafındaki ülkelere Nijerya’da çocuk felci salgını var, aşı olmazlarsa size bulaştıracaklar” dediler.
Komşular Nijerya’yı savaşla tehdit etti. Nijerya’da aşı yaptırmayanları hapse attılar. Zorla aşı yaptılar. ABD de olacak olan bu eğer aşılar zorunlu hale gelirse. Çocuğunuzu elinizden alıp zorla aşı vurduracaklar. Oysa ABD’de canlı çocuk felci aşısı yasak.
Bush ve ailesinin Merck’le olan yakın bağları nedeniyle siz bugün Merck’i aşı çocuğunuza zarar verdi diye mahkemeye veremiyorsunuz.


EN ZARARLI AŞI HANGİSİ?

Hepatit B aşısı üretilmiş sinir sistemini mahveden en zararlı aşı.
Ben çocukluğumda bütün hastalıkları geçirdim, etrafımda, sınıfımda bu hastalıklardan sorun yasayan hiç kimseyi görmedim. Eğer dedikleri gibi bu kadar ölümcül olsaydı, benim zamanımda aşıları yoktu, sokaklar ölülerle dolu olurdu.
Hastalığı geçirdiğinde ömür boyu bağışıklık kazanıyorsun. Öte yandan aşıyı olunca. 4 yıl aşının korumadığını anladıklarında bu sefer de pekiştirme dozlar vurmaya başladılar. Ama onlar ilk aşı kadar bile koruma sağlamıyordu. 2 yılda onların koruyuculuğu da.

KIZAMIK AŞISINDNA ÖNCE KIZAMIK ÖLÜMLERİ ÇOK DÜŞMÜŞTÜ

Kızamık aşısı başlamadan önce kızamıktan ölüm vakaları yüzde 90 zaten düşmüştü. Hijyen, iyi beslenme, iyi bakimdi sorumlusu.
Kızamık aşısı sonucunda da ölüm oranları artmıştı. Ve fark ettiler ki çocuklar Çinko ve A vitamini yoksunluğu çekiyordu. Bunları verdiğinde ölüm oranları yine düştü.


ÇOCUK FELCİ ZATEN SORUN DEĞİLDİ

Çocuk felci salgını DTB aşısı başlayana kadar sorun teşkil etmemişti. Çocuk felci her daim vardı. Ama hiç bir dönemde DTB aşının başlamasıyla başlayan dönem gibi bir dönem yaşanmamıştı. Birden bire felce ve ölüme neden olması herkesi şaşırtmıştı. Çünkü o zamana kadar yaz gribi gibiydi.

GRİP AŞISI ÖLÜMLERİ ARTIRDI

2003 yılında çocuklara grip aşısının vurulmasına başlandıktan sonra 5 yaş altı gripten ölen çocukların rakamı 12′den 90’a çıktı (1:13:00)
2 yaş ustu grip aşısı canlı grip aşısı yüzde 33 etkili, zayıflatılmış grip aşısı yüzde 36 etkili. 2 yas altı zayıflatılmış grip aşısı yüzde 0 etkili. Ama gel gör ki şimdi her yaşa vurulması öneriliyor.

PEKİ, YA DOKTOR VE SAĞLIK ÇALIŞANLARI BU AŞIYI OLUYOR MU?

Doktor ve hemşirelerin yüzde 70′i  “hayır” demiş. Sağlık çalışanlarının ise yüzde 62’si “hayır” demiş.


TETENOS AŞISI GÖRDÜĞÜM EN KOMİK AŞI

Tetanos aşısı gördüğüm en komik aşılardan biri. Tetanos kapma olasılığınız yolda bana çarpma olasılığınız kadar az. Kaldı ki su anda camdan eli kesilmişlere bile Tetanos aşısı vurulmakta. Tetanos oksijensiz ortamda yasamaz. Bu nedenle oksijenli suyla temizlik yapılır. Tetanos hayvanların dışkısının olduğu yerde yasar. Evinizde cam kırığından Tetanos kapamazsınız.
Kızamıktan ölümlerde ateş düşürücülerin rolü… Eğer bundan endişe ediyorsanız ateş düşürücü vermeyiniz. Ölüm oranı yüzde 7′den yüzde 35′e yükselmiş ateş düşürücülerin etkisiyle. Bırakın ateş yükselsin, 40-41′i geçmedikçe sorun değil. Böylece kızamıktan ölümleri ciddi oranda düşürmüş olursunuz.

1984 kızamık salgını: %58 aşılı
1985 kızamık salgını: %99 aşılı
1986 kızamık salgını: %96 aşılı
1988 kızamık salgını: %69 aşılı
1989 kızamık salgını: %89 aşılı
1995 kızamık salgını: %56 aşılı


Kızamıkçık aşısı %55 kadında eklem iltihaplanmasına neden oluyor
Doktorların %75′i kızamıkçık aşısı olmayı reddediyor
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının ise yüzde 91′i reddediyor

(1:19:10) Hepatit B de en komik aşılardan biri. Vaka sayısı 25-64 yas grubunda 4.172 iken 0-4 yas aralığında 5.
Eğer yüksek risk taşıyan bir anneye sahip değilse bebek 18 yaşına kadar Hepatit virüsüyle karşılaşma olasılığı nerdeyse hiç yok.
Diğer konu Hepatit B aşısının koruyuculuğu 2 yıl. Yani doğumdan sonra vurulan Hepatit B aşısının 18 yaşına geldiğinde hiç bir etkisi yok.
(1:19:57) 14 yaş altında: Hepatit B Aşısına karşı yan etki geliştiren vaka sayısı 872 iken, hastalıkla karşılasan vaka sayısı 279dur.

                                           -Alıntıdır-