Gerçekleşmiş olayların aslında farklı bir boyutu olabileceğini düşünmek bizleri ''paranoyak'' mı yapar? Yoksa önümüze konmuş-dayatılmış bilgiler haricinde değerlendirerek, objektif bir bakış açısıyla gerçeği bulma imkanı mı sunar?
27 Şubat 2012 Pazartesi
Mimar Sinan'dan Süpriz Mektup
Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Cami´nin 1990´li yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıklarını anlatıyor.
“Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık. Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.
ŞİŞEDEN ÇIKAN MEKTUP
Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:
"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum."
Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşasını anlatıyordu.
Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur
YORUMSUZ
Dün gece eve dönerken su almak üzere markete uğradım, görevliye şöyle
sordum:
1,5 lt. su var mı? Ama Turkuaz/Damla dışında lütfen
Turkuaz çıktığından beri bu şekilde su alıyordum artik.
Para verip kötü su içmeye hiç niyetim yok! Marketteki adamın dediklerini aynen
aktarıyorum:
- Abi, ben o sudan satmıyorum. İnan ki gelen müşterilerden onda dokuzu senin söylediğin şeyi söylüyor.
Peki, neden halen satıyorlar?' diye sordum.
- Abi, Turkuaz/Damla suyu, marketlere bedava veriliyor, satarsan kara geçiyorsun, satmazsan öylece duruyor. Ama ben satmıyorum, çünkü alan yok.
Ayrıca CocaCola satanın Turkuaz/Damla da satma zorunluluğu var, hatta Başka su sattırmamaya çalışıyorlar.
Uzun söze gerek yok; hiç kimse almazsa, hiç kimseye satamazlar.. .
Lütfen okuyun, okutun! Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.
Türkiye'de bazı şişeli içme suları doğal kaynak suyu değil.
Doğal kaynak sularında devlete para ödemeniz gerekiyor, artı bu tesislerin yatırım maliyeti çok yüksek.
Dolayısıyla CocaCola ne yaptı,
kaynak suyu araştırmalarının maliyetlerini çok yüksek bulduğu için
Bursa/Kestel ovasındaki CocaCola fabrikasında derin kuyu pompalarıyla ovanın suyunu çekerek bunu da termostan geçirip filtre ederek hem CocaCola meşrubatını hem de Türkuaz/Damla' yı şişelemeye başladı.
Türkuaz/Damla' nın etiketinin üst ve altındaki Kahverengi şeritlere dikkat
edin:
Sofra İçeceği' yazar. Devlet, CocaCola'nin uyanıklığını kanuna uydurmak ve uyanıklığa yapılacak itirazları bertaraf etmek için böyle bir kural çıkardı!
Binlerce dönümlük tarım arazisinin bulunduğu
ve CocaCola hariç
hiçbir İsletmeye 'derin kuyu pompası' çakma izni verilmeyen Kestel ovasında,
yeraltından çekilen su, filtre edilip daha sonra içine bazı mineraller katıldıktan
sonra
Türkiye'nin en ücra kasabalarına bile satılıyor ve lıkır lıkır içiliyor.
Bazı yazlık kasaba ve köylerde neredeyse Turkuaz/Damla harici içme suyu bulamazsınız çünkü
dağıtım ağı çok güçlü. Bayilere baskı bile olduğu yolunda duyumlar aldım.
Turkuaz/Damla içmeye Devam edecekseniz, unutmayın, yapay bir su içiyorsunuz.
Duyarlı bir vatandaş olarak konuya dikkatinizi çekerim.
Her tarafı doğal kaynak sularıyla dolu memlekette, millete kuyu suyunu zorla ve de üstüne para alarak içiriyorlar.
İçmeyin arkadaşlar!
Gönderenin Notu:
Kola'nın Ülkesi'nin 1960 lı yıllarda,
Özellikle ilkokul Öğrencilerine Ücretsiz süt tozu, balık yağı ve peynir yardımı yaptığını,
bu tarihlerden sonra Anadolu tarihinde ilk kez çocuk felci vakalarının görüldüğünü
ve de sonraları Çocuk felci aşısının 'rutin aşılar' arasına sokulduğunu,
bu aşıların bizlere büyük paralarla satıldığını HATIRLAYIN VE UNUTMAYIN..
Küba gibi bir ülkenin 'İnsan sağlığıyla ticaret olmaz' diyerek,
(ABD de bile patent aldığı) kanser aşısını,
yoksul ülkelere ilacı,
isteyen Ülkelere de patentini Ücretsiz verdiği,
buna karşın tüm AB / ABD / İSRAİL'in yapay hastalıklarla hazinemizi ve sağlığımızı emdiklerini
BİLİN VE UNUTMAYIN..
Ücretsiz' adını bile söylemeyen bu malum firmalar,
'Ücretsiz su veriyorlarsa'
bunun nedenini DÜŞÜNÜN VE BULUN!!
Yazan ---Y.Doç. Dr. Cemalettin CAMCI
26 Şubat 2012 Pazar
TELEPATİ MAKİNASINDAN HABERİNİZ VAR MI
Flanagan'm nörofonu
*************Flanagan son söylesisinde, HAARP'in sadece dünyanin en büyük ionosferik isiticisi degil, ayni zamanda tasavvur edilmis en büyük beyin yönlendirme cihazi oldugunu not etmektedir. HAARP kayitlarina göre, cihaza son sekli verildiginde (cihaz tüm bölgesel topluluklari etkilemeye yetecek düzey-de enerjiye sahip birçok dalga formu kullanir), VLF ve ELP dalgalarini gön-derebilecek.Dr. R. 0. Becker 60'lann basinda ELF tasimak için DC akiminin üstüne sinyal ekleyerek ELP deneyleri yapti. Becker bu konsepti bir ELF kullanarak test etti, 1-10 Hertz (pulses per second) sinyal insanlar üzerinde, test subjeleri arasinda yükselen bilinç kaybi sonucu-nu verdi. Sonuçlar ELF'nin yani insanin beyin fonksiyonlarim en çok etkileyen frekanslarin, disardan çok derin sonuçlarla manipüle edilebilir oldugunu gösterdi.
a
**************1958'de Dr. Patrick Flanagan, 14 yasindayken nörofonu icat etti. Bu ona zamanimizin en parlak mucitlerinden biri unvanini kazandirdi. Nörofon cihazi, sesi (kelimeler ve müzik gibi) elektrik uyansina (impulse), hem de bunu vücut üzerindeki herhangi bir noktadan direk olarak kulak ve bütün duyma mekanizmasini büsbütün baypas edip beyne transfer ederek, dönüstürebilir. Arastirmacilar teknolojiyi tartisirken, alti yildan fazla bir süredir "Birlesik Devletler Patent Ofisi" cihaz için patent vermeyi reddetmektedir. Sonuçta hükümet nörofonun asla çalismayacagim açikladi ve patenti reddetti. Bundan sonra Flanagan ve avukati, çalisan cihazi inceleyicisine göstermek amaciyla alet modeliyle Washington DC'ye gittiler. inceleyici ikiliye sagir olan isçilerinden biri üzerinde kullanilip olumlu sonuç alindigi takdirde cihaz için patenti tekrar açacagini ifade etti. Alet denendi, sagir isçi gönderilen sesi duydu ve patent onaylandi.
************Dr. Flanagan daha sonra Tafts Üniversitesi'ne çatismak üzere gitti. Burada nörofonun bir sonraki arastirma kademesini geçme amaciyla çalisti. Deniz Kuvvetleri için insan ile yunus ko-nusmasi üzerine çalismaya basladi. Bu arastirma 3 boyutlu (3-D) holografik ses sisteminin gelisme-sine olanak sagladi. Bu sistemin özü bir sesin uzayda herhangi bir yere yerlestirilmesi ve bir dinleyicinin bu sesi fark edebilmesine dayanir.
**************ilave çalismalar dijital nörofonun gelismesine büyük olanak sagladi. Cihazin önemini kesfeden ABD Savunma îstihbarat Ajansi (DIA) acil olarak onu ulusal güvenlik maddesi olarak gizlilik altina akli. Dr. Flanagan yeni çalismalar yapmaktan ve teknolojisi hakkinda konusmaktan 4 yil boyunca men edildi. Güvenlik gerekçesi sonunda kaldirildiktan ve ilk nörofonun icadindan 20 yil sonra Dr. FIanagan sinirli olarak Mark XI ve Thinkman Model 50 ürete-bilme asamasina geldi ve bunlar ögrenme aletleri olarak kullanildi çünkü ilkel örneklerdi.
************0 yillardan itibaren Flanagan periyodik olarak yeni konsept üzerinde çalisti ve nörofonik teknoloji için gelismeler dizayn etti. Bu cihazin gelismis sekilleri, bilgisayar beyin etkilesimi cihazlari olarak kullanilabilir. Büyük miktarlarda düzgün olarak formatlanmis enformasyonun uzun dönem hafizaya transfer edilmesi fikri egitimde devrim niteliginde bir gelismedir.
**********Nörofon simdiye kadar gelistirilmis en güçlü beyin yönlendirme aletlerinden biridir. Flanagan son yillarda, diger iletim modelleri üzerine vurgu ile, bu teknolojiler üzerine çalismaya devam etti. DIA'nin nörofona ilgisi vardi. Onu gelistirmek için çalismaya devam ettiler. Patrick ve Crystel Flanagan HAARP projesinin, bu radyo transmiterinin veya ionosferik isiticinin, kablosuz bir nörofon olarak kullanilabilmesinin mümkün oldugunu söylüyorlar. Bu kullanimin hangi imkanlara sahip oldugu ise çok açik.
**********"Real Time Brain Biofeedback" (Ayni Anda Beyin Destek Yankisi) beyin arastirmalarinda baska bir alan. Bu alan, düsünce kontrolünün elde edilmesinde yeni yaklasimlar sunuyor. interaktif beyin teknolojileri ile simdi beyin dalgalarini "gerçek zaman temelinde görmek mümkün, böylece bu aletleri kullanan bireyler bir kimse düsünürken beyin dalgalarinin grafiksel olarak neye benzedigini bilgisayar ekraninda görebilirler. Hükümetler bu teknolojilerle tehlike olarak gördükleri kalabaliklari kontrol altinda tutmak için ilgileniyorlar.
*********HAARP'in kontrat dokümanlarinda ve planlama kayitlarinda açiklanan olanaklarin, yazarlar tarafindan toplanan Hava Kuvvetleri materyallerinin teshiriyle birlikte dikkatlice yeniden gözden geçirilmesinden sonra, elektromanyetik dalgalarin düsünce kontrolü için sundugu imkanlar apaçik ortaya çikti. HAARP iletim (transmiting) sistemi, dikkatsizce veya kasten zihinsel fonksiyonlari degistirmek için kullanilabilir.
*************Dr. Delgado 1952'den beri insan beynini arastiriyor ve sonuçlarini yayimliyor. Çalismalari düsünce kontrolü üzerinde odakli. Onun ilk çalismalari bizim insan beynini anlamamiza öncülük etti. Çalismalarini 1969 yilinda yazdigi Physical Control of the Minâ: Toward a Psychocivilized Society (Düsüncenin Fi-ziksel Kontrolü: Psikomedeni Bir Toplum doilu a,dU Idtabuida. özetledi Bu erken çalisma temelde hayvanlarin arastirilmasiydi ve hayvanlarin beynine elektrod sokmayi içeriyordu. Subjesinin beyninde elektrik akimi imal ederek davranisi manipüle edebilecegini buldu. Delgado, uykudan yüksek heyecanli bilinç durumlarina kadar bir dizi etki yaratabilecegini kesfetti. Daha sonraki çalismalari kablosuz olarak yapildi. Düsünce manipülasyonu etkisini belirli bir uzakliktan, herhangi bir fiziksel kontak veya manipüle edilen canli üzerinde araç olmadan aktivite etti. Delgado, frekansi veya kobay üzerindeki dalga formunu degistirerek, onlarin düsünmelerini ve duygusal durumlarini tamamen degistirebilecegini buldu. Ayni zamanda hükümet tarafindan kötüye kullanma olanaklari açilirken, Delgado'nun çalismalari diger pek çok arastirmaci için temel oldu.
***********Delgado'nun arastirmasi 1969'da CIA/OR için-çalisan Dr. Gottlieb tarafindan, bu teknolojinin mümkün kullanimlarini ararken, yeniden degerlendirildi. O zamanlarda çalismanin hâlâ ham olmasiyla birilikte, CIA Delgado'nun görüsünü psikomedeni bir topluma izin verecek teknikler açisindan paylasiyordu.
***********Bu süre içinde Tulana Üniversitesi'nden bir nöroloji operatörü olan Dr. Heath bu ihtimali, beyinde elektriksel tahrik (ESB) çalismasiyla gerçege yakin hale getirdi. ESB insanda zevkli ve kor-kutucu halüsünasyonlar yaratabiliyordu.
***********CIA'nm düsünce kontrolüyle ilgilenmesi Kore Savasi ile baslamisti. CIA bu alanda çesitli fiyaskolarla sonuçlanan arastirmalara basladi. Bunlarin bazilari üstü örtülmüs skandallardir: Kanadali vatandaslarin izinleri olamadan zihinsel olarak manipüle edilmeye çalisilmalari, binlerce üniversite ögrencisi ve askeri personel üzerinde LSD denemeleri gibi.
***********Delgado'nun kablosuz etkileri, CIA'nm agzini sulandiran bir düsünce oldu. Delgado hayvanlarin belirli bir elektromanyetik alanin içine konup sonra herhangi bir fiziksel kontak olmadan manipüle edilebilecegini kesfetti. Bu teknolojiler baska arastirmacilar tarafindan fark edildi ve çok hizli bir gelisme yasandi.
***********HAARP program menajeri J. Heckscher, HAARP içinde kullanilan frekanslarini ve enerjilerin kontrol edilebilir oldugunu ve bazi uygulamalarda 1-20 Hertz dizisinde titrestirilecegini söylüyor. Bu da HAARP'in düsünce kontrolü amaciyla kullanilabilecegini gösteriyor.
**************HAARP sistemi çok büyük kontrol edilebilir bir elektromanyetik alan yaratiyor ki bu, Delgado'nun EMF'si ile karsilastirilabilir. Bir nokta disinda: HAARP sadece bir odayi doldurmuyor, potansiyel olarak büyük bir bölgeyi hatta bir yarimküreyi doldurmasi mümkün. Temelde HAARP transmiteri bu uygula-mada dünyaninkiyle (ki Dr Dolego'inin kablosuz deneylerinde ihtiyaç olunandan 50 kat daha fazladir) ayni düzeyde enerjiyi disariya yayiyor. Bunun anlami eger HAARP dogru frekansa getirilirse, sadece dogru dalga formlarini kullanarak, zihinsel ayirma, bir bölgenin tamaminda kasten veya radyo frekans iletiminin yan etkisi olarak olusturulabilir.Sonuç
**********Basta Dr. Nick Begich ve Jeane Man-ning'in arastirmalari olmak üzere tüm arastirmacilarin çalismalari, HAARP'm pek de masum bir girisim olmadiginin isaretlerini veriyorlar. Bu görüslere göre HAARP tamamlandigi zaman ABD'nin elindeki olanaklar sunlar:- Atmosferi manipüle etmek ve modifikasyon saglamak,- Askeri ve güçlü bir silaha sahip olmak,- Genis kitlelerin düsüncelerinin ve ruhsal durumlarinin kontrol edilmesini saglamak,- Kendi komünikasyon sistemini gelistirip, istenilen ülkelerin sistemlerini çökertmek.ABD'nin kirli sicili; bilimi, teknolojiyi ve bilim insanlarini nasil kullana geldigi düsünülürse ve ortaya konan deliller göz önünde tutulursa yapilmak istenenlerin bunlar olmadigini söylemek çok zor.The Ultimate Weapon! The angels do not play of this HAARP!
25 Şubat 2012 Cumartesi
KCK OPERASYONLARI

KCK operasyonları kapsamında Prof. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu'nun tutuklanması tartışmayı alevlendirdi.
Operasyonlara sıcak bakanlar bile 'Ne oluyoruz' demeye başladı.
Konu defalarca gündeme geldi ama görünen o ki hâlâ anlaşılmamış.
KCK'ya geçmeden birkaç cümle ile Güneydoğu'daki güncel gelişmeleri not etmekte fayda var.
Kazan ve Kavaklı operasyonları çok başarılıydı. Hava harekâtları sonuç alıyor. Bölgede hareketlilik sürüyor. (Gerçi Oğul Vadisi'nde PKK'lıların varlığı bilindiği halde oraya operasyon yapılmadı.)
Tabii şunu da not edelim.
Karayılan son demeçleriyle 'İmralı ile görüşüp işi bitirelim' diyenlerin yanıldığını teyit etmiş oldu. Karayılan ayrıca 'Bask modeli olsun silah bırakabiliriz' diyor.
Aslında yaptığı 'laf cambazlığı'ndan başka bir şey değil. Çünkü sözlerinin anlamı 'Bölgeyi bizim yönetimimize verin' demek.
Gelelim son dalgaya.
Maalesef KCK'ya sempatiyle bakan meslektaşlarımız önyargılı. Oysa örgütün kendi metinleri, sözleşmeleri, avukat görüşmeleri her şeyi açıkça ortaya koyuyor.
Öncelikle şunu düzeltelim.
KCK, PKK'nın şehir yapılanması değil. PKK'nın üzerinde alternatif bir devlet örgütlenmesidir.
PKK, döneme ve siyasi gelişmelere göre örgütlenme yapısında defalarca değişikliğe gitti. 1990'ların başında 'gerilla safhası'na önem verirken 2000'lerden itibaren Türkiye'nin demokratik dönüşümü nedeniyle yeniden yapılandı.
2002 ve 2003'te önce KADEK sonra da KONGRA-GEL ismini alan örgüt 4 Nisan 2005'te tekrar PKK oldu.
Bir süre sonra değişikliğe uğrayarak bugünkü KCK oldu.
PKK, 2002'deki 8. Kongre'de 'klasik zor teorisi'nde kalamayacağına karar vererek 'meşru savunma stratejisi'ne göre hareket etme kararı aldı.
Bunun anlamı şuydu: Öcalan'ın 'üçüncü alan' teorisine göre toplumsal örgütlenmenin esas alınacağı bir vizyon hedeflenmeliydi. Bu taktik gereği de o dönemde Öcalan, uzlaşmacı bir profil çizdi.
26 Ekim 2003'teki kongreden sonra da silahlı eylemler yanında kitlesel şiddet eylemleri (serhildan) ağırlık kazandı. Bir yandan da kitlenin organizesi için Demokratik Toplum Koordinasyonu kuruldu. Adı sonradan TÜDEK ve KKK/TM olarak değişti. Yeni sistem Bahoz Erdal'ın tanımıyla 'devletçi sistemin alternatifi'ydi.
PKK bu dönemde silahlı eylemler yanında özerkliğe giden yolda siyasal baskı unsuru olma veya devlete alternatif model sistemler kurmayı planladı.
16-22 Mayıs 2007'deki 5. Genel Kurul'da KKK sistemi yerine KCK, 'Kürdistan Topluluklar Birliği' kuruldu.
Tarihsel gelişimi özetledim çünkü KCK ansızın ortaya çıkan bir yapı değil.
KCK'yı ısrarla sivil toplum kuruluşu göstermeye çalışanları ikna eder mi bilmiyorum ama bizzat teorisyeni; yani Öcalan diyor ki: 'KCK illegal bir yapılanmadır, başı da Kandil'dedir."
3 Mart 2010'daki avukat görüşmesinde ise 'KCK ise tamamen farklıdır, illegal bir yapılanmadır. Silahlı güçleri vardır' diyor.
Ayrıca KCK'nın 'deşifre olduğunu' söyleyip DTK'nın ön plana çıkması gerektiği talimatını veriyor. 9 Temmuz 2010'daki görüşmede 'KCK'ya eleman temini için siyaset akademileri kurulsun' diyor.
Maalesef yanlış yönetilen açılım sürecinde PKK bir yandan siyasal alanda elini güçlendirirken bir yandan da KCK yapılanmasıyla eleman kazandı.
Operasyonları eleştirenlerin yanıldığı bir nokta var. KCK'nın silahlı mücadeleden siyasallaşmaya geçişin adı olduğunu ispat edecek veriye sahip değiliz.
Fakat KCK'nın PKK'yı da içine alacak şekilde şehri ve kırsalı kapsayan üst örgüt olduğunun delilleri mevcut.
İddianameler somut örneklerle dolu.
Mesela MASAK raporuna göre BDP'li belediyeler 'devrim vergisi' adı altında her yıl 28 milyon lirayı PKK'ya aktarıyor. Eğer 'terörü finanse etmek' suç sayılmıyorsa o zaman başka.
Siyasetçilerin, belediye başkanlarının KCK komiserlerinin elinde nasıl oyuncak oldukları da dosyanın delil klasörlerinde mevcut.
Şehir eylemleri, saldırılar, karakol basma talimatları, canlı bombalar da KCK'nın işi.
O yüzden olayı 'şu tutuklandı, bu gözaltında' şeklinde değil de özü itibarıyla tartışmakta fayda var.
Padişah Tabloları Gerçek mi?

Böyle olması da doğal: Zira tarihimiz siyasi, ideolojik amaçlarla kullanılıyor.
Ayrıca da bu memlekette “tarih spekülasyonu” yapılıyor.
Bir bakıma tarih, bu çerçevede oluşturulmuş farklı
bir “Ergenekon çetesi”nin tasallutuna maruzdur!
Bu çete yıllardır “Tarihin yumuşak karnı” sandıkları bölümlerine kontra yumruklar indiriyor.
Hâlbuki her şeyin bir izahı vardır: Yeter ki, insan öğrenme maksadıyla tarihe gitsin. Gözlemleyebildiğim kadarıyla, bazıları “öğrenmek” maksadıyla değil, “öldürmek” maksadıyla tarihe gidiyor.
Dolayısıyla da işler içinden çıkılmaz hale geliyor.
“Tarihin yumuşak karnı” sayılan bölümler belli:
1. Şehzade katli;
2. Padişahların yabancı kadın almaları;
3. Hacca gitmemeleri;
4. Çok sayıda evlenmeleri.
Tarkan Yılmaz’ın sorusu da son maddeyle ilgili: “Neden padişahlar çok evlilik ve çok çocuk yaptılar?” diye soruyor.
Çünkü buna bir bakıma mecburdular.
Neden derseniz, biliyorsunuz devlet sürekli savaş halindeydi.
Babalarıyla savaşlara katılan şehzadelerden kaçının sağ kalacağı bilinemezdi. Üstelik sık sık salgın hastalık çıkıyor, bazı şehzadeler de bu şekilde ölüyordu.
Bu bakımdan padişah, mümkün olduğu kadar çok erkek çocuk sahibi olmak zorundaydı. Yoksa Osmanlı tahtı varissiz kalabilirdi.
Hüma Ayfer Salmaz/ Mudanya; “Tarih kitaplarımızda yer alan padişah resimlerinin gerçekle ilgisi var mı?”
Batılı ressamların fırçasından çıkma “Veronese Serisi” denen tabloların gerçekle ilgisi yoktur. “Şark Sultanı” olarak gördükleri padişahları hayallerinde canlandırdıkları gibi çizdiler. Ayrıca “Osmanlı sarayı” tabloları da hayal ürünüdür.
Ama yabancı yazarlar bu tablolara bakarak “Osmanlı hayatı” hakkında hüküm verici romanlar kaleme alıyorlar.
Bir anlamda “Şark Masalı” yazıyorlar.
Hazin ki, işin aslını bilmeyen gençlerimiz de bunları okuyarak Osmanlılar hakkında “karar” veriyor.
Dediğim gibi, günümüze gelen padişah tablolarının ve saray görüntülerinin gerçekle ilgisi yoktur.
Zaten bu padişahların şiş karınlı, ablak suratlı, süslü-püslü ve çirkin çizilmelerinden de bellidir.
Biri Sultan IV. Murad’ı ipekler içinde gösteriyor, diğeri sade giyimiyle ünlü Yavuz’un kulağına küpe takıp başına tâç giydiriyor.
Bir kere Osmanlı padişahları padişah ilân edilirken bile tâç giymez, sadece kılıç kuşanırdı. Bu merasim de genellikle Eyüp Sultan Camii’nde yapılırdı.
“Tâç giymek” Batılı hükümdarlara mahsustur, çünkü tâç Batı kültüründe hâkimiyet alâmeti olarak görülmektedir. Osmanlı’nın hâkimiyet alâmeti ise kılıçtır.
Bu gibi tablolarda Osmanlı padişahlarının alabildiğine şişman, ablak suratlı, yağlı ve çirkin gösterildiğine dikkat çekmek isterim.
Haremi de işte aynı yaklaşımla kaleme aldılar.
Vaktiyle İstanbul’a gelen Batılı gezginlerden bazıları, görmeleri mümkün olmayan haremi hayal ederek kâğıda döktüler. Görmediklerini de ısrarla sakladılar. Kendi ülkelerindeki “saray entrikaları” da rehberleri oldu. Böylece ortaya Osmanlı ile ilgisi bulunmayan tuhaf masallar yığını çıktı.
Tarih konusunda özellikle gençlerimizi daha duyarlı ve daha derin olmaya çağırıyorum.
Yıldıray Sağlam/ Kayseri; “Yeniçerilerin evlenmediğini duydum. Bu doğru mu?”
Sevgili Yıldıray ve sevgili gençler! “Duyum” deyişini artık aşmamız lâzım. Piyasada bunca kitap varken, kulaktan kulağa oynamak, Türkiye’nin geleceği hakkında beslediğimiz umutları tökezletir. Bilgilerimizi mutlaka kitaba, yani kaynağa dayandırmalıyız. Ancak o zaman birikim edinebiliriz. Zaten duyumlar da çoğunlukla yarım yamalak olur.
Bu girişten sonra, gelelim yeniçerilerin evlenme bahsine: Evet, doğru duymuşsunuz: Gerçekten de yeniçeriler “Yeniçeri” olarak kaldıkları müddetçe evlenemezlerdi.
Tabii bunu bile bile yeniçeri olurlardı.
Unutmayalım ki, Osmanlı Devleti, etrafı Hıristiyan devletlerle çevrili olduğu için sürekli savaş halinde bulunuyordu. Devletin en vurucu gücü de yeniçerilerdi. Yeniçeriler seferden sefere koşarlardı. Doğal olarak düzenli bir hayatları yoktu.
İşte bu yüzden evlilik sorumluluğunu ancak emeklilikten sonra üzerlerine alırlar, çoluk çocuğa karışırlardı.
24 Şubat 2012 Cuma
İLLUMİNATİ tanım;
Latince kökenli olan Illuminati kelimesinin Türkçe'deki karşılığı 'aydınlanmış'.. Tarihteki adıyla Bavyeralı Illuminati, Rönesans döneminde 1 Mayıs 1776'da kurulmuş gizli bir cemiyet. Modern Illuminati; zihin kontrolü uygulayarak, hükümetleri ve kuruluşları ele geçirerek Yeni Dünya Düzeni'ni sağlamak amacıyla hareket eden, monarşileri yıkmayı, dini inançları yok etmeyi, ulus devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak sosyal düzeni alt üst etmeyi planladığı öne sürülen; ancak faaliyeti ve varlığı kanıtlanamamış bir topluluktur
ABDÜLHAMİD'İN DİRAYETİ
Bu tarihî dönemeçte tarihimizle yüz yüze gelmemiz kaçınılmaz; daha doğrusu tarihimizle ve Sultan II. Abdülhamid'le. Abdülhamid Han'ın Yahudiler ile Siyonistleri nasıl hassas bir ölçüyle ayırt ettiğini ve teb'ası olan Yahudilerin haklarının korunmasına ne denli ihtimam gösterdiğini, öte yandan ülkesinin bir parçasını koparma planları yapan Siyonistlere karşı ne denli şiddetli davrandığını görmek için Yahudi tarihi uzmanı Avram Galante'nin "Abdülhamid ve Siyonizm" adlı makalesinden daha güvenilir bir kaynak bulunamaz. Henüz Türkçeye tercüme edilmemiş olan makalede Abdülhamid'in, çok güvendiği Hahambaşı Moşe Levi'yi alışık olunmadık bir şekilde azarlayıp tehdit ettiği ve ayağına kapandırıp özür dilettiği bizzat Levi'nin torunu Yeşua Eşkenazi'nin verdiği belge ve bilgilere dayanılarak anlatılmıştır. Bu hararetli günlerde Abdülhamid'in zekâ ve dirayetinden günümüze düşecek damlalara ne denli ihtiyacımız olduğunu görüyorsunuz.
FİLİSTİN İÇİN YAHUDİ GÖÇÜNE İZİN
Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl, yanında Moşe Levi ile kapı kâhyası olduğu halde Sultan'ın huzurundadır. Herzl, Yahudilere gösterdiği ihtimamdan dolayı Sultan'a teşekkür eder ve bir meblağ karşılığında Filistin'e Yahudi göçüne izin vermesi ve Girit'e benzer bir özerklik tanıması teklifinde bulunma cüretini gösterir.
ABDÜLHAMİD'DEN ATRATEJİK YANIT
Abdülhamid'in cevabı son derece diplomatiktir: "Yahudilere güven duymuş olmam, teklifinizi reddetmeme mani değil." Ardından da topu ustaca bakanlar kuruluna atar. Böylece bir yandan Herzl'in niyet ve çapını ölçmek için zaman kazanırken, diğer yandan ilişkiyi kesmeksizin zamana yayma stratejisini izler. Tecrübesiz Herzl, bunun olumlu bir cevap olduğunu zannederek sevinecek ve yandaşlarına telgraf çekerek 'bu iş oldu' mesajı gönderecektir. Ancak bu cevap, aslında "olumsuz bir evet" demekti, zira 3 ay sonra Filistin'e ne şekilde girmiş olursa olsun bütün Yahudilerin sınır dışı edilmesini emreden iradenin altında da Abdülhamid'in imzası olacaktı. Demek ki, hayır diyemeyeceği durumlarda muhatabının içine gömüleceği bir cevap yumağı sunmak bir Abdülhamid klasiğiydi.
Fakat Galante, Abdülhamid'in sanki Filistin'e yerleşme izni verdiği anlamına gelecek bu cevaptan kuşkulanmıştır. Zira tanıdığı Abdülhamid imkânı yok böyle bir şey yapmazdı. Bu işin içinde bir iş vardı ama neydi?
Bu soruyu eski Ayan üyelerinden Behor Efendi'ye sorar. O da, Abdülhamid'in Herzl'e görüşmeden sonra altın bir kravat iğnesi hediye ettiğini, bundan, iğneyi hediye ettiği kişiye çok öfkelendiği ve iğneyi göğsüne saplamak istediği manasının çıktığını söyler. İlk işaret alınmıştır. Gerçekte Abdülhamid bu nezaket gösterisi halinde geçen görüşmeden hiç hoşnut olmamıştır. İçy üzünü Levi'nin torunu açıklar.
MOŞE LEVİ 3 GÜN HAPSEDİLDİ
Herzl Viyana'ya döndükten sonra Abdülhamid Hahambaşı'nı çağırır. Levi sabahın 9'unda Saray'a gider ve huzura girmek için izin ister. Sultan cevap verir: "Biraz beklesin". Öğleye doğru Başmabeyinci Sultan'a kaymakamın beklemekte olduğunu hatırlatır. Cevabı aynı olur. Akşam olurken Sultan bugün gitmesini ve yarın gelmesini söyler. Moşe Levi, Sultan'ın işlerinin çokluğu nedeniyle kendisiyle görüşemediğini düşünerek ertesi gün aynı saatte Saray'a gelir. O gün de huzura kabul edilmez. Levi bu kez Saray'dan ayrılırken, Sultan'ın kendisine karşı olan tutumundan kuşkulanmaya başlar. Üçüncü gün de aynı şekilde bekletilir. Bu durum Başmabeyincinin de garibine gider ve Sultan'a Hahambaşı'nın beklediğini hatırlatır. O da güneş battıktan sonra huzura getirmesini söyler. (Bu, Abdülhamid'in önemli mevkilerdeki kişileri cezalandırma yöntemiydi. Bu bir tür tutuklamaydı. Moşe Levi bu uygulamaya göre 3 gün hapsedilmişti.)
Yıldız Selamlığı. Abdülhamid döneminde hiç aksatmadan yapılan Cuma selamlıkları devletin ihtişamını sergileme törenleriydi aynı zamanda.
SULTAN'IN AYAKLARINA KAPANDI
Sultan, Hahambaşı'na soğuk davranır ve birkaç dakikalık bir sessizlikten sonra kuru ve sert bir ses tonuyla "Hahambaşı (normalde "Hahambaşı Efendi" derdi, bu hitap şekli kızgınlığını gösterir), amcam Abdülaziz tahtta olduğu zamandan beri sizi tanırım ve birkaç gün öncesine kadar sadakatinizi takdir ederdim. Fakat Herzl'in gelişinden sonra bu sadakatten ayrılmış olduğunuzu esefle gördüm. Bir karışlık toprak parçasının bile verilemeyeceğini çok iyi bilen siz Hahambaşı, nasıl oldu da İmparatorluğumun, Müslüman ve Hıristiyan alemlerinin gözlerinin üzerinde olduğu bir parçasına ilişkin olarak benden böyle bir talepte bulunması için o adamı buraya getirebildiniz? Bu adamın talebinin yüzde birini bile kabul etseydim benim ve devletimin başına kim bilir neler gelirdi! O adamın beni ziyaret etmekteki amacından haberiniz var mıydı, yok muydu? Burada nelerin konuşulacağını bilmiyor muydunuz? Cevap veriniz!"
Üzgün ve mahcup olan Hahambaşı şu cevabı verdi: "Size hep sadık kaldım. Şimdi de sadığım ve hep sadık kalacağım. Efendimiz, yemin ederim ki, burada Siyonizm'den söz edileceğini bilmiyordum; Herzl bu konuda bana hiçbir şey söylemedi. Beni onun suç ortağı olmakla suçlamayın. Ben masumum, milletim de masumdur!" Bunları söyledikten sonra, Moşe Levi ayağa kalktı, ağlayarak Sultan'ın ayaklarına kapandı ve kendisini ve milletini affetmesini istedi.
Tayland Prensi (ortada, sağda olanı) Sarayı ziyaretinden çıkarken fesle poz veriyor.
Sultan öfke ile ayağa kalktı ve şöyle dedi:
"O adamın ziyaretinden haberinizin olmadığını söylüyorsunuz. Oysa mektubunuzda onun benimle Yahudi milletine ilişkin bir konuda görüşmek istediğini yazıyorsunuz! Ne demek oluyor bu?!" Moşe Levi gözleri yaşla dolu bir vaziyette şöyle cevap verdi: "Efendimiz, o adam gazeteci, zatıalinizin genel olarak Yahudi sorunu konusundaki görüşlerinizi öğrenmek istediğini zannetmiştim". Yetmişlik bir ihtiyarın karşısında ağlamasından duygulanmış olan Sultan şöyle dedi: "Şimdi sizin masum olduğunuzu anladım." Mabeyinciyi çağırdı ve Hahambaşı'nı dinlendirmesini emretti. Torununun anlattığına göre Moşe Levi bu azardan sonra 15 gün hasta yatmıştır.
Son Sultan'dı gerçekten de. Şu sözünün ışıltısı bugüne kadar geliyor: "Bu adamın talebinin yüzde birini bile kabul etseydim benim ve devletimin başına kim bilir neler gelirdi!"
Kabul etmediğin için başına neler geldiğini biliyoruz Sultanım!
Bir Yahudi Neden Okumalı?
Bozuk Dinine Bağlı Her Yahudi Çocuğuna İyi Bir Eğitim Veriyor. Neden mi?
Tüccarlık Yapacak, İnsanlara Köle Değil Efendi Olacak!
Bir Finançı Olacak. Bankalar İle Dünyanın Parasını Yönetecek!
İyi Bir Sinemacı Olacak. Toplum Kültürlerini İsteği Gibi Yönlendirebilecek!
Doktor ve Bilim Adamı Olacak. İnsanların Beslenme ve Sağlığını Değiştirebilecek!
Düşünen Bir Felsefeci Olacak. Din ve İnançlar İle İstediği Gibi Oynayabilecek!
Büyük Liderleri Kullanabilecek Güçte Olacak. Dünyayı Karıştırabilmek İçin!
Bebekleri Öldürmek Dini Bir Görev!
![]() |
Haham General Avi Ronzki'e ait fotoğraf. |
İsrailli hahamdan tüyler ürperten bir kitap: İşgal altındaki Filistin topraklarında en acımasız şekilde şiddet politikası yürüten İsrail’in bu şiddet politikasının arkasında “Yahudi olmayan herkesin öldürülmesi” fetvasını veren hahamlar olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Gazze katliamı sırasında “Öldürmek iyi bir özelliktir. Sivilleri de öldürün” ifadeleriyle askerlerini Filistinlileri katletmek için motive eden ordu hahamı General Avi Ronzki’den sonra, bir başka haham da yayınladığı kitapta “İsrail tehdit altındaysa, bebek ve çocukların da öldürülebileceğine” dair ifadelerin yer aldığı bir kitap yazdı.
Filistin’de soykırım ve işgal politikasını sürdüren İsrail’de, ordu hahamının askerler için hazırladığı “Sivilleri de öldürün” ifadelerinin yer aldığı kitapçıktan sonra bir başka haham da, İsrail’i tehdit edebileceği düşünülen kimselerin Yahudiler tarafından öldürülebileceğine dair ifadelerin yer aldığı bir kitap yayınladı.
“GEREKİRSE BEBEK VE ÇOCUKLAR DA KATLEDİLEBİLİR”
İsrail’in işgali altındaki Batı Yaka’da yaşayan İzak Şapiro, yeni çıkan “Kralın Tevrat’ı” isimli kitabında İsrail’e tehdit oluşturan bebek ve çocukların bile öldürülebileceğini ifade ediyor. İsrail’in Haaretz gazetesinde yer alan habere göre Haham İzak Şapiro, kitabında bebek ve çocukların bile öldürülmesine dair ifadelerini İncil’e dayandırırken, bunların kendi yorumu olmadığını söylüyor.
“İSRAİL’İ TEHDİT EDENLERİ ÖLDÜRMEK MÜBAHTIR”
Kitabında, “Başka halklar içerisinde, İsrail’i tehdit edilmesinden sorumlu olmayanların öldürülmesi bile mübahtır” diye yazan Haham Şapiro, “Eğer biz emredilen 7 şarta uymayanları, bize karşı günah işleyenleri öldürürsek, bunda bir yanlış yok. Çünkü biz kurallara uyuyoruz” ifadelerini kullandı. Haaretz, Şapiro’nun kitabının diğer üst düzey hahamlar tarafından kendi öğrencilerine de tavsiye edildiğini bildirdi.
“VAHŞET BAZEN İYİ BİR ÖZELLİK”
İsrail’de Yahudi olmayanlara karşı cinayet işlenmesine dair fetva daha önce İsrail ordusunun baş hahamı General Avi Ronzki tarafından da verilmişti. Gazze katliamı sırasında İsrailli askerlere dağıttığı kitapçıkta Ronzki’nin, tüm Filistinlilerin öldürülmesi gereken düşmanlar olduğu ve ‘Vahşetin bazen iyi bir özellik’ olduğunu yazdığı kaydedildi. ‘Benim Savaşımı Savaşın: Savaş Sırasında Askerler ve Komutanlar İçin El Kitabı’ başlıklı kitapçık, İsrail’in Gazze katliamı sırasında askerlere dağıtılmıştı. Kitapta Filistinlilerin katledilmesi gerektiğini söyleyen radikal Yahudi hahamı Shlomo Aviner’in öğretilerinden bölümler yer almıştı.
‘ULUSLARARASI HUKUKU BOŞVERİN, ÖLDÜRÜN’
Kitaptaki bir bölümde, Haham Aviner’in, İncil’de adı geçen Filistinlilerin bugünkü Filistinliler olduğu ve bunların İsrail’in varlığını tehdit edenler olduğu ifadelerini kitapçığa alan General Ronzki, askerlere sivillerin korunmasını öngören uluslararası hukuku göz ardı etmelerini tavsiye etmişti. İsrail ordusunda savaşmayı reddeden ‘Breaking the Silence’ isimli grubun ortaya çıkardığı kitapçıkta Filistinlilerin tamamının İsrail’in düşmanı olduğu ve katledilmesi gerektiği belirtiliyor.“
22 Şubat 2012 Çarşamba
Philadelphia deneyi
28 Mart 1943 ; ABD'li bilim adamı Dr. Morris Jessup'ın, Einstein'ın birleşik alanlar kuramına dayanarak bir "ışınlama" deneyi yaptığı iddia edildi. 'Philadelphia deneyi" adıyla bilinen ve askeri gizlilik içersinde gerçekleştirilen olayda, 104 mürettebatlı "USS Eldridge" adlı askeri gemi, tanıkların iddialarına göre Philadelphia deniz üssünde, yeşil bir sise bürünerek yavaş yavaş "kayboldu" ve kısa bir süre sonra 640 km. ötedeki Norfolk deniz üssünde ortaya çıktı.

Philadelphia Deneyi günümüz şartları gözönüne alındığında daha etkin ve düşündürücü bir iddiadır,olayda adı geçen bir avuç insandan geriye hemen hemen kimse kalmadığından kesin doğrulanma için ABD gizli arşivlerinin açıklanması gerekmektedir. Fakat, film için devlet tarafından zor izin verilmesi kuşku uyandırmakta ve dikkatleri yoğunlaştırmaktadır.Yaşamını Philadelphia Deneyi'ni araştırmaya adayan ve bir de "A-Z'ye Philadelphia Deneyi" adlı kitabı yazan Alfred Bielek bize tüm olanları anlatırken, "neredeyse delirme noktasına geldiğini söylüyordu;Philadelphia Deneyi tasarlanırken amaç çok güçlü bir elektromanyetik alanın sağlanarak gemilerin görünmez olmaları ve bu sayede top mermilerinden ve denizaltıların atacakları torpitolardan korunmasıydı.Hatta daha sonra,görünmezlik alanını bir benzerinin denizde değil, havada oluşturarak önemli üslerin görünmesinin engellenmesi de düşünülmüştü.
"EVRENSEL ZAMAN SAATİ"
Deneyin resmi ve bilimsel adı "PROJECT RAİNBOW" (Gökkuşağı Projesi)idi. Gökkuşağı Projesi, iddialara göre II.Dünya Savaşı sırasında küçük destroyer tipi bir savaş gemisinin başından geçti.Olayın yeri Philadelphia Deniz Üssü'ydü amaç ise gemiyi düşmanın fark etmemesi için görünmez yapmaktı.Projeye göre, fikir orjinaldi ve düşman radarları hiç fark etmeden gemi istenilen yerde birden ortaya çıkacaktı.Bilimsel tanımın adı;OPTİKAL GÖRÜNMEZLİKTİ; özel bir sistemle veya jeneratörle oluşturulan çok güçlü manyetik bir alan gemiyi saracak, ışınları veya radar dalgalarını büker yada kırarken gemi görünmez olacaktı. Düşüncesi dahi bir mucizeye benziyordu ve iddialara göre de Gökkuşağı Projesi başarılı olmuştu. Yani gemi fiziksel olarak kaybolmuş ve tekrar geri dönmüştü. Tanıklara göre geminin üzerini bir pelerin gibi saran manyatik alan görevini yapmıştı. Fakat ana hedef geminin kaybolduğu yerde değil, bir başka yerde ortaya çıkmasını sağlayabilmekti yani daha yaygın bir deyimle "ışınlama" yapılmalıydı.
Philadelphia Deneyi'nin temelinde düşünce olarak Albert Einstein'ın ''Çekim ve Elektriklenmede Birleşik Alan Kuramı'' vardır. Bu teori bu konuyla ilgili kişilerce "Elektronik kamuflaj" olarak tasarlandı.Einstein, bu teorisi 1925-27 arasında Almanya'da bir bilim dergisinde yayınlandı.Fakat Einstein,bu teoriyi daha denememiş ve daha tam anlamıyla geliştirmemişti.O zamanlardaki amaç, çok güçlü elektromanyetik alanın yapılarak gemilerin görünmez olmaları ve düşman kuvvetlerine karşı korunmasıydı.Hatta bu olayı havada oluşturarak üslerin görünmesinin engellenmesi de düşünülmüştü.Bu deneyin çalışmaları 1930 yıllarda "Project Rainbow"ismiyle başlatıldı.Başlatıldığı yer ise Chicago Üniversitesidir. 1 yıl sonrada bu çalışma PrincetonÜniversitesinde devam ettirildi.bazı bilim adamları bu projede zaman zaman yer aldılar.Bunlar Einstein, Dr. Johnvon Neumann ve Dr. Nikola Tesla'dır.Dr. Alfred Bielek her 10 yılda bir Ağustosun 12'sinde manyetik enerji alanının tekrar oluştuğunu öne sürüyordu.1943'ten sonra 1963 ve 1983'te aynı olay olmuştu. sebebi ise "Senkronizasyondu" Enerji alanları tekrar toplanıyor, dalgalanarak ortaya çıkıyordu, fakat bu alanlar karmaşıktı. Neumann, 1986'da ölen Bielek'in anılarından yazdığına göre bu olayları doğrulamıştı.İfadesi teyp bantlarında vardı. Oluşturulan büyük enerji, doğru açıda sekronize edilirken birden kontrol dışına çıkmış ve "Yönsüz dalgalar'a" dönüşmüştü. Bunun sonucunda ortaya alışılmadık etkiler çıkmaya başlamıştı.Senkronize dalgalar zamanı büküyor ve etkiliyordu.Bir diğer ilginç yaklaşım, Wisconsin Üniversitesi Matematik Profesörü olan Henry Levenson'dan gelmişti.Bu fikre göre zamanın merkezi bir alanın çevresinde yoğunlaştığını ve bir "Zaman Saati" oluşturarak, tüm varoluşun gerçekleştiği ve gerçekleşeceği şifrelerle çalıştığını söylüyordu; Dediğine göre "Şifrelerin içinde yaşayan herşey vardır, dünyadaki bütün maddesel varoluş dünya saat ve zamanına göredir;dünya, Güneş saatine göre, Güneşde galaktik saate göre ayarlıdır.Eğer zaman kilidi yüksek ve güçlü bir enerji alanı ile bozulursa, ortaya çeşitli zaman ve mekan dengesizlikleri çıkar.Taki zaman yeniden kendini tamir edip yeniden dengesini bulanadek"
BİLİM ADAMI DR. MORRİS K. JESSUP'UN ESRARENGİZ ÖLÜMÜ
Olaylar 1943 yılı haziran ayında başladı.Geminin adı USS Eldridge'di, DE 173 bir koruma destroyeri olarak sınıflandırılmıştı. Bir görgü şahidine göre,75 KVA gücündeki iki dev jeneratör geminin ön top taretlerinin altına monte edildi, buradan geminin güvertesine 4 manyetik ışın yayılacaktı. 3 RF vericisi ( Herbiri iki megavat CW gücündeydi ve onlarda güverteye monte edilmişti.),3000 adet 6L6 güç artırıcı tüp,iki jeneratörün oluşturduğu gücü yayacaklardı, özel senkronizasyon ve modülasyon devreleriyle diğer ekipman,oluşan kütlesel elektromanyetik alanları kullanılırlığa indirgerken, kırılmış ışınlar ve radyo dalgaları gemiyi saracak ve sonuçta gemi düşman gözlemcileri için görünmez olacaktı.USS Eldridge adlı destroyer, Philadelphia Deniz üssü'nün önünde biraz açıkta duruyordu, gözlem gemisi olarak da SS Andrew Furuseth isimli bir şilep seçilmişti.İşte iddialara göre Philadelphia Deneyinin ortaya çıkmasını sağlayan insan bu geminin personelinden bir gemicidir. Bu kişi Carl M. Allen imzasıyla, 1950 yılında Dr. Morris K. Jessup'a garip mektuplar gönderdi ama zarfın üzerindeki isim Carlos Miguel Allende'ydi,Mektupta yazılanlara göre Allende veya Allen, olayları baştan sona seyretmiş gibiydi,Jessup adres olarak verilen posta kutusuna mektup yazarak ayrıntı istedi ve bir mektup daha geldi; bu Allen, anlattıklarını kanıtlamak için hipnoz, sodyum pentatol ( bilinci uyuşturarak iradeyi kran doğruyu söyleten bir ilaç )ve teyp kaydı istiyor,olayın etkin bir biçimde açıklanması halinde insanların böyle bir nakil sistemiyle yıldızlara dahi gidebileceğini yazıyordu.
Kitabın sayfaları üç değişik yazıyla yazılmış ve notlar alınmıştı,Dr. Jessup yazılardan birisinin Alle'nin yazısının aynı olduğunu fark etti.Notlar sanki dünya dışı birisinin gözlemi olarak yazılmış gibiydi, binlerce yıl önceki uygarlıklardan söz ediliyor, dünyaya gelen uzay araçları tarif ediliyordu, sonunda ise Güç alanlarından, bir maddenin nasıl kaybolup, nasıl ortaya çıkarılabileceği ve 1943'te philadelphia'da yapılan deneyden söz ediliyordu. Normalde, saçma olarak tanımlanması gereken bu kitap, nedense ABD Hükümeti tarafından Pentagon'da üst düzey belli yetkililere özel olarak dağıtıldı.Carlos Miguel Allende veya Carl Meredith Allen yani Dr. Jessup'a mektup yazıp,deneyi anlatan kişi kimdi? Neden mektubu yazdıktan sonra kayboldu ve öyküsünü neden basına yollamadı? ABD Hükümeti, Jessup'un üzerinde notlar bulunan kitabıyla neden bu kadar ilgilendi?1959 Nisan'ında Jessup, arkadaşı doktor Mason Valentine'i arayarak Deney ile ilgili kesin sonuçlara ulaştığını anlatarak ertesi gün buluşmalarını istedi, 20 Nisan akşamı yemekte buluşacaklardı ama bu yemek gerçekleşemedi.Buluşacakları gece, Miami'de Hammock Parkı'nda Dr.Morris K. Jessup, arabasında ölü bulundu, polis raporlarına göre arabasında ekzoz gazıyla intihar etmişti ve söz konusu notlar ortada yoktu.Arkadaşları Jessup'un asla intihar edecek biri olmadığını söylediler,Valentine ise Jessup'un hastaneye götürüldüğünde hala sağ olduğunu öğrendiğini iddia etti fakat bunlardan bir sonuç çıkmadı ve olay kapandı. Acaba öyle miydi?Jessup'un Philadelphia Deneyi ile ilgili çalışmalarına ne olmuştu? Bu çalışmalar kimleri,neden rahatsız etmişti? Bu gizem hala çözülmüş değil.Yoksa böyle bir oyunla Jessup kendisine mektup yazan kişi Allen tarafından veya başka güçlerle intihar süsü verilerek notlarıyla birlikte bir yeremi götürülmüştü?
DENEY BAŞLIYOR
Önce hiç bir şey olmadı, arkasından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge yeniden görünmeye ve ortaya çıkmaya başladı ama gemi nereye gitmiş ve nereden geliyordu?
Sis azalırken, birşeylerin tuhaf gittiğini hissediyorduk.Hemen gemiye yanaştık, ilk önce mürettebatın çoğunun geminin yanından sarkıp kustuklarını gördük,diğerleri ise geminin güvertesinde şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı,sanki hiç birinin bilinci yerinde değildi.Yetkili ekipler gemiye girerek bütün mürettebatı kısa süre içerisinde uzaklaştırdılar ve yerlerine hazır bekletilen yeni bir mürettebat aldı. Bir iki gün sonra, yeni bir deneye daha karar verildi.Gemi istenilen radar görünmezliğine ulaşmıştı, donanım değiştirildi ve 28 Ekim 1943'te deney yine aynı gemide tekrarlandı.Jeneratörler çalışmaya başladıktan hemen sonra Destroyer hemen hemen görünmezlik çizgisine ulaşmıştı, sadece burnu ve arkası görülüyor, arada ise bazı çizgiler belli belirsiz seçiliyordu. Sonra sadece su üzerinde tekne boyunda bir çizgi kaldı.Bir iki dakika sonra mavi bir ışık parladı ve o çizgide yok oldu. Şimdi gemi tamamen yokolmuştu. Bir kaç dakika sonra millerce uzakta Norfolk'ta ortaya çıktı. Göründükten biraz sonra bilinmeyen bir nedenle yine kayboldu ve Philadelphia'da tekrar ortaya çıktı. Bu kez durum çok ciddiydi, tüm mürettebatın başı beladaydı.
Bazıları yok oldu ve bir daha geri dönmediler.Bu olayın en korkunç bölümü ise beş tane denizcinin geminin eriyen ve sonra yine katılaşan metal levhalarının içinde kalmalarıydı.Bu çok feci bir durumdu. Denizcilerin birisi kurtuldu fakat bir daha eski haline dönemedi.Aklını tamamen yitirmişti ama yapacak hiçbir şey yoktu.Bazılarının psişik yetenekleri gelişmişti, sokakta yürürken kaybolan ve yine ortaya çıkan insanlar vardı. Manyetik alanın içinde kalan mürettebattan kaybolanlar ancak birisinin yüzüne ve eline dokunulmasıyla görünür hale geliyorlardı, yani dokunmanın giysinin olmadığı bir yere yapılması gerekiyordu. "Donma" adı verilen bu olay saatlerce, günlerce sürebiliyordu, hatta bir tayfa tam altı ay donmustu ve altı ay sonra kurtarılabilindi. Elektronik kamuflaj başladıktan sonra geminin ve mürettebatının bütünüyle kaybolup,çok uzak bir yerde ortaya çıkıp ve sonra yeniden geri dönmesine neden olan neydi? diyor olayın tanığı.Philadelphia deneyi hakkında ''gemi'' nasıl Norfolk'a gitti? Neden yine Philadelphia'da bir yere gitmedi? Levenson'un "Zaman Kilitleri"mi neden olmuştu?
Biz bir zaman dizisi içerisinde yaşıyoruz her hareketimizde bir an geçiyor ve zamanı olmadan süregelen uzayla çevriliyiz. Uzay-Zaman içinde bir yerde, bir an için var olduğumuzda, oluşan zaman karesi yani o anın resmi, lokal uzay / mekan koşulları gereğince yakalanır ve dünyadan çıkarak güneş sistemine yayılır ama uzaya gitmez ve Güneş sisteminin çevresinde yörüngeye girer. Bu "Işınlanma" gibidir.Yani her hareketimizin bir resmi çekilip, uzaydaki albümde yerini almıştır.Bu sonsuz zaman resimleri veya dilimleri Yaradılıştan beri vardır.Yani dünya zamanı içinde değilde,uzay zamanı içinde geri dönüp tüm resimleri görebiliriz.Bu oluşumun diğer koşulu bugünün emilme özelliğidir,içinde bulunduğumuz an bir balon gibi şişerek holografik bir görüntü oluşturur; bu tekbir anlık resimlerin biriktiği bir alandır ve özel bir uzay alanındadır. Yani o alanda bu an geçmişdeki tüm anlar vardır; işte USS Eldridge'nin Norfolk'ta ortaya çıkmasının nedeni geçmişinde orada bulunmasıdır; çarpılan uzay-zaman alanında geminin geçmişte orada bulunduğu anı resmi ortaya çıkmış ve gemi görünmüştür.Yani o anda hem Philadelphia'da hemde Norfolk'tadır.Eğer zaman alanını yeterince bozabilirsek,bir yerde görünebilir,dünya-zamanda değil, uzay-zamanda yer değiştirmiştir. Sebebi daha önce oradaydı.Eğer olay sırasında ve transfer tamamlanmadan önce birisi enerjiyi durdursaydı, madde parçacıkları ışınlanarak emilecek kaynağına doğru yani geriye vakumlanarak bu andaki orjinal yerine dönecekti. İki tane balon düşünün;birisinin içinde Philadelphia'da USS Eldridge bulunsun; Diğer balon ise Norfolk'ta ama içi boş;Bu boş balonda madde olmayan holodrafik görüntü beliriyor ve bu görüntü geçmişte bir yerde olan uzaysal bir imaj.Geçmişteki her zaman resmi bir holografik bir imaj balonu olarak vardır,Bunu bir çizgi filmin kareleri olarakta düşünebilirsiniz. Bu resim dizisi her varolan her şey için oluşmaktadır. Eğer biz Philadelphiya'da bulunan USS Eldridge'nin kendisinin bulunduğu dolu balonu sıkıştırırsak,Norfolk'daki boş balona giden maddi bir bağlantı koridoru yada madde tüpü oluştururuz.Yani imaj gemiye doğru...
Bu noktada, kaynağın dörtte biri boş, hedefin dörtte üçü doludur, işte tam bu anda birisi balonu sıkıştırmayı durdurursa ne olur? Işınlanmış madde dalgalar halinde geri dönerek orjinal uzaysal alanına geri döner yine vakum yaparak balonunu doldurur. Basınç yani sıkıştırma enerjisi "Yüksek şiddette titreşen manyetik alanlar" transferden önce serbest kalmıştır. Sonuç dalgaları dev bozucu veya distortional etkiler yaratarak kütleyi alanında hacimsiz bırakırlar. Canlı organizmaların kayıt alanındaki etkileri kağıt gibi incedir, dalga yerini alırken tüm dalgaların kaydı sırasında kurbanlar hayalet kayıtlara dönüşürler. Bu bio-plazmik alanın bozulması ciddi fiziksel sorunlara yol açabilir; Bu olasılık öldürücü ve şaşırtıcıdır ama yapacak bir şey olamaz,Eğer amaç görünmezlikse, çeşitli tanım ve yorumlar getirebilir. Ama niçin gemi suya batmamış ve ya karada bir kentin ortasında belirmemiştir sorusunun cevabı yukardadır, zira geçmişin resimlerinde bunlar yoktur. Ve negatif sonuçlara göründüğü kadar bakılırsa, deneyde yanlış giden birşeyler vardır.Ama bunlar nelerdir?
Philadelphia Deneyi bu bilimsel anlatımlardan sonra bugün 1943'te olduğundan daha güncel.Yeni kaynaklardan yeni ayrıntılar öğrenilmekte ,başka bir iddiaya göre projede görev alanların beyni yıkanarak, gördüklerini unutmaları sağlanmıştı. Fakat yıllar sonra anılar geri gelmeye başladığı için yaşayan tanıklar konuşmaya başladılar. Bielek bu yeni iddialardan kitabında söz ediyor.
Philadelphia deneyi ile ilğili bazı sorular: İçlerinden hiçbirisi ortaya çıkıp, olayı neden anlatmadı?
Nasıl olduda ABD Deniz Kuvvetleri, böylesine önemli bilimsel adımı 50 yıl saklayabildi?
Böylesine korkunç bir sonuca ulaşan bu teknoloji nasıl bir şeydi?
Einstein'in "Birleşik Alan Kuramı" gerçekmiydi?
Peki bu kuram geliştirilip, tamamlanmışmıydı?
Bu gün Philadelphia Deneyi ile ilgili dosyalar hangi kapalı kapının ardında saklanıyor?
Dr. Valentine, Charles Berlitz'le yaptığı röpörtajda şöyle diyordu;Bence Philadelphia Deneyi bilinen ve alışılmış yollarla açıklanamaz. zaman faktörünü madde / zaman / enerji
Berlitz'e göre Philadelphia deneyi'nin yapılıp yapılmadığı belli değildir ve şu an için kanıtlanamaz ama kavram olarak geçerlidir.Çünkü Einstein'ın ''Birleşik Alan Kuramı'' tarafından desteklenmektedir.Eğer deney yapıldıysa, söylentilerin ardındaki gerçek tanıklar susmaktadırlar ve belkide Türkiye'de de yayınlanan ''Yok Oldu''( Thin Air) kitabında anlatıldığı gibi çıldıran ve inanılmaz değişimler gösteren mürettebatın çoğu ölmüş veya gizli bir yerde ölümü beklemektedir.Ve belkide bir gün üzerinde ''çok gizli'' yazılı bir dosyanın açılma zamanı gelecek karanlıklar aydınlanacaktır.
1943 kışında, USS Eldridge, dünya savaşında başarı kazanmak için çeşitli yöntemler geliştirmeye çalışan donanma tarafından Gökkuşağı Projesi adı verilen teknik bir deneye maruz bıraklıldı.
Philadelphia Deneyi olarak ta bilinen bu deneyde gemi, elektromanyetik alan üreten bir düzenekle çevriliyor ve güçlü jeneratörlerden verilen akımla bu manyetik alan içinde etki altına alınıyor.
Resmi açıklamaya göre amaç, geminin olağan manyetik alanını yok ederek elektromanyetik tetikleme ile çalışan mayınlardan etkilenmesini önlemek.
Resmi olmayan iddialara göre asıl amaç, radarda görünmezlik hatta optik görünmezlik sağlayacak şekilde bir manyetik alan yaratmak ve geminin yansıttığı ışığı eğmek.
Fakat akım verildiğinde beklenmedik gelişmeler yaşanıyor ve gemi tamamen yok oluyor. Akım kesildiğinde gemi yeniden beliriyor. Deney esnasında geminin başka bölgelerde aniden belirip yok olduğuna dair ihbarlar ortaya çıkıyor. Deney sonucunda gemi personelinin çoğunun kaybolduğu, aklını yitirdiği ya da bedenlerinin kısmen geminin dokusu ile birleşmiş olduğu görülüyor. Bu bilgiler tahmin edileceği gibi resmi olarak yalanlanıyor. Gemi 1951'de yunan donanmasına devrediliyor. 1990'lara kadar orada hizmet veriyor.
Harf Devrimi : Düşünemiyorum, öyleyse çağdaşım.
Önce araştırmanın sonucunu verelim:
ABD 71.681

Japonya 44.224
İtalya 31.762
Fransa 30.193
S. Arabistan 13.579
Türkiye 7.260...
Bu rakamlar ne?
İlköğretim okullarında okutulan ders kitaplarının içerdiği kelime ve kavram sayısı...
Araştırmayı yapan: Ankara üniversitesi TÖMER Dil Öğretim Merkezi... * İlkokulu bitiren bir amerikan çocuğu 70 bin kelime öğreniyor... Aynı yaştaki bir Türk çocuğu ise 7.000 kelime... Yedim, içtim, mıçtım... Biz büyükler de Amreika'nın edebiyatını, bilimini, tekniğini kıskanıyoruz. Adamlar yapmış abi... *** ''BİR MİLLETE YAPILACAK EN BÜYÜK KÖTÜLÜK, ONUN DİLİYLE OYNAMAKTIR.'' Bu söz Goethe'ye aitti galiba. Sözün doğruluğundaki dehşete bakın ki, onu türkçeye çevirince: 'Adamın kucağına oturup diliyle oynamak' gibi bir anlam çıkıyor. Neden? Çünkü lisan'ı katlettiler. Ve bağırıyorlar: Yaşasın harf devrimi! * Necip Fazıl diyor ki: Bu işin saikini, amilini, illetini bir müessire bağlayamamın sebebi nedir? Şimdi yeni kurbağa diliyle yazalım: Bu işin nedenini, nedenini, nedenini bir nedene bağlayamamın nedeni nedir? Yaşasın kuş beyinli on milyon genç. *** Evet, insan kelimelerle düşünür. Siz onun kelimelerini çalarsanız salaklaşır, düşünemez. Yahudiler ölü dilleri İbranice'yi canlandırır... Biz de öz dilimizi öldürürüz. Ne diyelim? Düşünemiyorum, öyleyse çağdaşım. .
lozan ve kuran
On dokuzuncu asrın son yıllarında İngiliz Parlamentosunda kürsüye çıkan Müstemlekeler Bakanı Gladstone elindeki Kur’ân-ı Kerimi göstererek şunu söyler: “Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız; ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız.” İngiliz Bakan William Ewart Gladstone Gladstone’a göre Türkler, “insanlığın dev bir insanlık dışı numunesi”dir. “Türk hükümeti” olarak adlandırdığı Osmanlı hükümeti için ise “hiçbir hükümetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar günahkarlığa saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır” der. Aradan yıllar geçer. İ’lâ-yı kelimetullah sancağını altı asır boyunca cihanın ufuklarında dalgalandıran Osmanlı, son döneminde bu misyon ve mânâdan uzaklaştığı için dağılır ve çöker. Yerine Anadolu ve Trakya topraklarında yeni bir devlet kurulur. Bu devletin, devrin dünyaya hakim güçleri tarafından tanınması, Lozan’da yürütülen gizli pazarlıklarla şartlara bağlanır. Orada Türkiye’den istenen, İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Gürzon’un ifadesiyle şudur: “Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur. Biz de kendisine dilediğini veririz.” (Büyük Doğu, sayı 29, Emirdağ L., s. 277) Dikte edilen bu şartın yeni Ankara yönetimi tarafından kabulü üzerine anlaşmanın imzalanmasını müteakip İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara Lord Gürzon şu karşılığı verir: “İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.” Sonrasında Ankara merkezli olarak Türkiye yeni ve çok sıkıntılı bir sürece girer. Lozan’da verilen söz çerçevesinde birer birer tatbik sahasına konulan icraatın hedefi şöyle ifade edilir: “Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’ân’ı imha etmesini intac edecek (netice verecek) bir plan yapalım.” (Tarihçe, s. 137) Kur’ân’ın ve hadislerin—hâşâ—“ne mal olduğunu” gösterip mukaddes kitabımızı ve Peygamberimizi (a.s.m.) halkın ve bilhassa genç nesillerin gözünden düşürme niyet ve kastıyla yaptırılan tercümeler; ezanın Türkçeleştirilmesi ve okullarda başlatılıp bütün hızıyla sürdürülen inançsızlık propagandası, planın parçalarıdır. Eşref Edib’in o kara dönemdeki bazı uygulamaları anlattığı Kara Kitap’ta geçen ve yıllardır dilden dile dolaşan çok çarpıcı örneklerden biri: Öğretmen, sınıftaki küçük çocuklara “Benden şeker isteyin” der. İsterler, hemen cebinden çıkarıp verir. Sonra “Bir de Allah’tan isteyin bakalım” diye devam eder. Bu defa şeker gelmeyince de, “Demek ki—hâşâ—Allah yokmuş, olsaydı istediğinizi verirdi” diyerek zehrini kusar. O dönemde eğitimin nasıl bir zihniyetin eline geçtiğini gösteren son derece ilginç bir örnek de, o günün Türkiye’sini anlatan Turkey To-Day (1928) adlı kitabın yazarı Grace Ellison’a konuşan bir maarif müfettişinin söyledikleridir: “Bizim peygamberimiz Gazimizdir. Biz o Arabistanlı şahıs ile ilişkimizi sona erdirdik. Muhammed’in dini Arabistan’a uygundu; ama bize yaramaz.” (Şükrü Hanioğlu, Zaman, 23.11.08) İngiliz yazarın, “Ama sizin hiç mi inancınız yok?” sualine müfettişin verdiği cevap da “Evet var. Gazi’ye, bilime, ülkemin geleceğine ve kendime” şeklinde olmuştur. (Hanioğlu, a.g.g.) Dünyasında dinî inanca kesinlikle yer vermeyen müfettiş, yeni dönemde dizginleri ele geçiren zihniyetin “ideal” bir örneği ve prototipidir. Ama vaktiyle deklare edilen “Müslümanları Kur’ân’dan soğutma” planı İlâhî bir tavzifle dile getirilen “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir manevî güneş olduğunu dünyaya gösterme” kararına takılınca hesap bozulmuş ve Allah, nurunun söndürülmesine yine izin vermemiştir.
Lisanın Temel Degerleri : Harf İnkilap Lisan Sömürüsü (BİLİMSEL ANALİZ)
1:1928`deki Harf inkılabının, "Dünyayla bütünleşmek" için yapıldığını sanıyor bazısı. Yani biz eski alfabeyi terk edip, Latin harflerini alınca, dünyayla bütünleşmişiz. Emin misiniz? Latin alfabesiyle yazınca, nasıl oluyor da dünya ile bütünleşiyorsun kardeş? Bu iddia bir hayaldir. Bir illüzyondur. Kendini kandırmadır. Uydurmacadır. Örneklere geçelim:
* Japon alfabesini Batılılar bilmez. Ama Japonya, 1905`ten beri önemli bir dünya aktörüdür.
* Çin`in alfabe yüzünden geri kalmadığı ortaya çıktı: En büyük ekonomi oluyorlar
* Onları yine Batılıların bilmediği alfabeleriyle Hindistan takip ediyor.
* Yunanistan, Grek alfabesiyle, Avrupa Birliği`ne girdi. Son kriz öncesinde kişi başı ortalama gelir 30 bin dolardanfazlaydı. Türkiye ise 10 bin dolara ancak ulaştı.
* Rusya`da Kiril alfabesi kullanılıyor. Batılılar, yani Avrupalılar ve ABD`liler bu alfabeyi bilmez. Sovyetler Birliği olarak Soğuk Savaş döneminde dünyanın ikinci büyük gücüydü. Sonra yıkıldı. Şimdi toparlanıyor.
Japonya, Çin, Hindistan, Rusya, Yunanistan... Bu ülkelerin hepsi küresel ekonominin küçüklü büyüklü üyeleri... Yani dünyayla bütünleşme konusunda temel bir sorunları yok...
Ancak çarpıcı bir ortak noktaları var: Hiçbirinin alfabesi ötekine benzemediği gibi, Latin alfabesi de değil!
Buradan çıkan sonuç şudur:
Ekonomik gelişme ve kültürel zenginliğin, alfabeyle bir alakası bulunmuyor.
Latin alfabesine geçmek, Türkiye`de kayda değer bir gelişmeye yol açmamıştır.
Arap alfabesinde yapılacak bazı sadeleştirmelerle, okuma yazmayı halka kolayca öğretebilirdik
Üstad-ı tarih
2: Din sömürüsü :
Kur’ân-ı kerîmin, latin harfleri ile yazılmasına da imkân olmuyor. Çünki bu harflerde, Kur’ân-ı kerîm harflerinin hepsinin karsılıgı yokdur. Bunun için, ma’nâ bozuluyor. Okunan, Kur’ân olmayıp, ma’nâsız bir ses yıgını olacagı Türkolog ve Arap Bilim İnsanlarınca (Tc Diyanet ve İslam Akademisyenlerince ) Bilinir..
Bilgileri Noksan Bazı Kişiler Diyorlarki Öz Dilimizle Türkçe Kuran Okumak İstiyorum Diyorlar.
Tabiki Böyle söyliyenlere dikkat edilirse, Çogunun Dinin ve (arapça türk dil ) gerçeklerinden harâmlara, hattâ din merekzsiz yaşama dalmıs bulundugu, müslimânlıga, yalnız lâf ile baglı oldugu anlasılıyor.
Bu kimseler cd dvd radyoda, barlarda cafelerde Beethovenin 9 senphonisini, Mozartın Figarosunu ve Molyerin si’rlerini niçin almanca, italyanca, fransızca söylüyorlar ve dinliyorlar? Bunlar yabancı dildir. Öztürkçe söylemek lâzımdır demiyorlar? Bu senfonileri, komedileri türkçeye terceme etmiyorlar. Çünki, türkçeye tâm çevrilemiyecegini biliyorlar. Türkçesinden, haz zevk alamıyor. Türkçelerine Beethovenin, Sopenin eseri denilemiyor. Iste kuranı kerim müslimânlar da, bu tercemelerden Kur’ân-ı kerîmin zevkıni haz manevi enerji huzur alamaz, rûhlarını besliyemez..
prof : H. Hilmi Işık
3: Osmanlıca Gerçek (taşfırın) tükçedir Osmanlıca türkçenin arap harfleri ile yazılmış şeklidir. arada dönemin kimi yazar ve şairleri arap harfleri ile yazılan bu türkçeye farsça ve arapça kelimelerde kullan-ılmıştır..
http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/osmanl%C4%B1_t%C3%BCrk%C3%A7esi
4: Devletin bu yolla dinî alanı denetim altında tutma isteğidir Türkçe Tahribat Yaparak .denetleycekti .. insanlar Arapça öğrenmedikleri bilmdikleri içinde medya siyaset vb.. demogojji yalanlarıyla karantina altında din diye istekleri yaftaları millet yutturlacaktı ...yuttturulmuştur..
İşte İsmet İnönü'nün ağzından, harf devriminin asıl amacı: "Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Okur-yazar oranının düşük oluşunun yegâne sebebi alfabenin öğrenilmesinin zor olduğu değildi. (ki zor da değildir. 2 ayda, 6 yaşında çocuklar çok rahat öğrenebiliyor 'A.B') Uzun yıllar devlet eğitim sorununa eğilmemiş, kütlesel eğitime önem vermemişti.(uzun süren harblerden dolayı 'A.B'. ) ; vermiş olsaydı şüphesiz ki daha yüksek olurdu. Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.(...) Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik.(...) Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı." İnönü, Hatıralar C.II s 223
İngiliz Kültür( Din Dil Vs) Sömürgesi :İngiliz Siyonizm Mason Projesi

kapatdılar. Halka dogru yolu gösterebilecek bütün Fen ve Din Merekezli din bilgınlerini adamlarını, hattâ ögrençilerini bile öldürdüler. Yalnız Çanakkale harbinde ingilizlerin 274 bin müslimânı sehîd etdigi, 18.3.2000 târîhli Türkiye gazetesinde yazılıdır. Yeni nesillerin dinsiz yetismesi için de Islâm dînini ögreten kuran merekzli akademisyenlerin yazdıgı kitâbları imhâ etdiler.
1877 de Osmânlı-Rus harbi esnâsında, Ingiltere, Hindistânın ilhâkını îlân ederken, Midhat Pâsanın destegini dahâ önceden garantilemisdi. Çünki, Midhat Pâsa, meshûr Iskoç locasına kayıdlı olması sebebi ile ingiliz hükûmeti tarafından ingiliz ajanı gibi kullanılarak, Osmânlı Devletini harbe sokmus ve Sultân Abdül’azîz Hânı da sehîd etdirmisdi. Batıya sartlandırılan devlet adamları ile Batılı uzman olarak görevlendirilen ajanların
isbirligi sâyesinde; “Fen bilgisi din adamına lâzım olmaz!” iftirâsında bulunarak, medreselerden fen dersleri kaldırıldı. Ondan sonra da, fen bilgilerinden mahrûm edilen din adamlarını, “Fen bilgilerinden anlamadıkları” gerekçesi ile, câhillik ile suçlayıp, horlamak sûretiyle gençleri dinden sogutdular.
Kuran ve Hz Peygamber Merekzli Mesajların Allah In Yönetimini Egemenliğini Kabul Etmeyenler Yaptıkları İnkilap ve Devrimlerle İnsanları Toplum Olarak Aldatmışlar Kuran Merkezli Yaşamın Yaratılış Amacını Unutturmuşlardır Lisanın Temel Degerlerini Değiştirerek Gelenkselliğe düşünceye Egemen Yapmışlardır Din İlah Kuran Kavramları Gerçek Anlamlarından Uzaklaştırlmış Kuran ve hz Peygamber Merezkli Akdemisyenler Tarafından Yazılmış Kaleme Alınmış Çagımızın Gençlğine Nesillerine Aslı Anlatılmamıştır Din İlah Kavramaları Kuran daki Anlamaları Çagımızın İnsanlarına Unutturlmuş ve unutturlan Evrensel Anlamları Degerini Yitirmiştir
Allah İnsanların Kendilerine Nasıl İnamanacaklarını İnsanların Kendi arzu ve İsteklerine Bırakmamış İnsanların Allah -a İnanç İbadet Ceza Hukuku Sosyal hayatına Nasıl ,yön ;Verceklerini Peygamber Kitap Kuran ve Hz Peygamber Merekzli Mesajlarla Bildirmiştir Özetle Din Sadec Allah İle Kul Arasındaki Düşünceden İbaret Degildir Din Vicdan İşi Degildir Yaşam Biçimidiri Eylemdir Müslüman Yaşamın Her Alanını Kuran Mesajlarına Göre Uydurmak (tasdik etmek ) Zorundadır Bir İnsan Kuran ve Hz Peygamber Merekzli Mesajları Ya Toptan Redetmek Yada toplam Kabul etmek Zorundadır İslam Dairesine Ancak Bu Dairde Girilebilir ...Kuran ve Hz Peygamber
TOPLUMLARI BÖLME VE YIKMA OYUNU
"Toplumlara çeşitli fikirleri atmalıyız, her fikir kendine taraftar bulacak ve bu sayede toplumların müşterek düşünmeleri yok olacaktır. Müşterek düşünceden yoksun olan toplumlar, bir hareket için kaldırıldığında kolları yana düşecektir." (YAHUDİ PROTOKOLLERİ)

1- Evrim teorisi (DARWIN) Yahudi.
2- Cinsel dürtüler (FREUD) Yahudi
3- Sosyalizm (MARKS) Yahudi, Komünizm Lenin Yahudi
4- Kapitalizm (ADAM SMiT) Yahudi
5- Faşizm (HİTLER) Yahudi
6- İzafiye Teorisi (ElNSTElN) Yahudi
7- Yıldız savaşları projesi (ABRAHAM) Yahudi
Bu fikirleri Yahudiler milletleri parçalayıp bölmek ve hakim olmak İçin icat etmişlerdir. Büyük düşünür MEVLANA Celalettini Rumi’nin Mesnevi isimli eserinden Yahudi ile ilgili bir kıssa: yahudi padişahın çok zeki bir veziri vardır, bir gün padişah bu veziri huzuruna çağırarak büyüyüp gelişmekte olan komşu bir Hıristiyan devletini nasıl yok edeceğini sorar. Yahudi vezir sen bana müsaade buyur önce Hıristiyanlığı öğrenip İncili ezberleyeyim der. Padişah müsaade eder Yahudi vezir İncil'in tamamını ezberleyip padişahın huzuruna gelip.
Şimdi der beni Yahudilikten dönüp Hıristiyan oldum diye idama mahkum et sonra bana devletin ileri gelen kişileri şefaat etsin, beni idamdan kurtarsınlar. Sonra beni Hıristiyan devletin içine sürgün et, Padişah vezirin dediklerini aynen yapar. Ve onu Hıristiyan devletin içine sürgün eder. Saf Hıristiyanlar Yahudi’yi tanımadıklarından onu gerçekten Hıristiyanlık uğruna ölümü göze almış bir kahraman zannederler.
Kurnaz vezir Hıristiyanlara vaazlar verir, onlara İncil’den ayetler okur. Onlar vezire hayran olurlar, sözlerini büyük bir dikkatle dinlerler. Yahudi vezir birden ortadan kaybolur, Hıristiyanlar üzülürler, veziri günlerce ararlar nihayet onu yalnız başına bir evde bulurlar.
Vezire efendimiz. bizi niye terk ettin sen bizim ulu önderimiz tek kurtarıcımızsın, senin gibi Hıristiyanlık uğrunda ölümü göze almış bir kahraman nerede buluruz. Ne otur aramıza gel, bize vaazlar ver biz senin yokluğuna dayanamıyoruz derler. Vezir onlara bana Isa'dan haber geldi, yakında Ölüp ona.kavuşacağım, vezirin bu sözleri üzerine Hıristiyanlar ağlamaya başlarlar, vah bizim kahramanımız, ulu önderimiz kurtarıcımız derler.
Yahudi vezirse saf Hıristiyanların bu haline içinden gülmektedir, Yahudi vezir yalnız kaldığı sure içerisinde tam on iki İncil yazar. Yazdığı bu İncillere bir biriyle çelişen hükümler koyar. İncilin birinde sen ne günah İşlersen işle ALLAH c.c. seni affeder. Diğer İncil’de ise sakın ALLAH (c.c.)'n affına güvenip günah İşlemeyesin der. Kendi yazdığı bu on iki incili Hıristiyan beylerinin başında bulunan on iki beye teker teker gizli bir şekilde birbirinden habersiz olarak verir.
Her beye şöyle tembih eder! Ben yakında ölüp İsa’ya kavuşacağım Isa bu incili sana vermemi bana bildirdi. Benden sonra hak senindir, kimseyi dinleme. ben ölmeden de sana bu incili verdiğimi kimseye söyleme. on iki beye de bu şekilde ayrı ayrı tembih eder.
İncilleri beylere dağıttıktan sonra yüzüğündeki zehiri içip kendini Öldürür. Vezirin ölümünden sonra her bey elindeki İncil ile meydana çıkar. Hepsi de kendisinin doğru yolda olduğunu, hak üzere olduklarını bu nedenle kendilerine uyulması gerektiğini söylerler, Hıristiyan halk on iki vezirin arkasına bölünür, vezirlerin arasında müthiş bir savaş başlar. Yapılan savaş sonunda güçlü Hıristiyan devleti çöker. Hıristiyan halksa birbirini boğazlamıştır, bu sadece bir Yahudi vezirin oyunu idi, saf Hıristiyanlarsa kendi kitapları olan hakiki İncil’den haberleri olmadığından oyuna gelmiştir.
İşte Mevlana olayı mesnevide böyle anlatmaktadır. İnsanın aklına şöyle bir soru gelmektedir, acaba Mustafa Kemal de mi Osmanlı İmparatorluğuna aynı oyunu oynamıştı? Zira onun Ölümünden sonra Türkiye’nin durumu bundan farklı mı idi.
cumhuriyet ilanından sonra millet sağa sola parçalanmış, yüzde doksanının nüfusunda dini İslam yazan bu millet çeşitli kamplara bölünmüş, bir kısmı, sağcı, bir kısmı solcu, bir kısmı ırkçı, kimi Süleymancı, kimi Fethullahçı, kimi ışıkçı, kimi partici Müslüman, kimi eyyamcı, kimi de akşamcı olmuştu.
Şayet bu parçalanmalar Yahudi oyunu olmasaydı bu millet top yekun İslam cemaatinde birleşmiş olması gerekmez miydi, sağcı solcuya düşman solcu milliyetçiye düşman, milliyetçi İslamcıya düşman, Süleymancı imam hatipliyi beğenmez, velhasıl kelam Müslümanlar arasında bir tefrikadır uzar gider, bu cemaatlerin başlarında olan kişiler kimlerdir? Niçin cemaatlerini Müslümanların kitabı olan Kuran'ın etrafında birleştirmeye çalışıp, bu laik ve de kafir düzeni yıkmaya çalışmazlar.
bunlar yoksa Yahudi vezirler midir. yoksa vezirin oyuna getirdiği beyler midir? Müslüman'ın bu oyunun içinde boğulup gitmesine neden göz yumuyorlar? Müslüman! Sana bu ihtilafları aşılayan beyleri dinleme onlara Allah (c.c.)'n şu mübarek Ayetini oku. "MUHAKKAK MÜSLÜMANLAR KARDEŞTİR. Kardeşlerinizin arasını birleştirin ve Allah (c.c.)'tan korkun." ""Top yekun Kuranıma sarılın, Sakın ayrılığa düşmeyin" ayetini her Müslüman iyi düşünmeli ve Müslüman kardeşine merhametle ve samimiyetle yaklaşmalıdır. Müslümanları kamplara bölmeye çalışan maksat sahibi kişilere karşı uyanık olmalıdır. Yoksa gidişat Siyonizm’in kazmış olduğu felaket çukuruna doğrudur. Tarih de bu çukura nice milletler yuvarlanmıştır
21 Şubat 2012 Salı
SENTETİK ET SAÇMALIĞI
Şeytansoyu eşrefi mahluk olan insana ALLAH c.c. ün HAK ve HELAL olarak verdiklerinin şeklini bozuk onları zehirleyerek yeniden üretme ve tüm yapıyı bozarak HER ŞEYİ AKLINCA KONTROL ETME derdinde...
HAKİMİYETİN ÖNCE VAROLAN DOĞALLIĞIN BOZULMASIYLA MÜMKÜN OLACAĞINI HESABINI YAPIYOR .
İlk olarak HAMBURGERLERDE KULLANILMASI DÜŞÜNÜLÜYOR ....İlginç...kapital şeytani sistemin bir SEMBOLÜ olan FAST_FOOD artık FAST MEAT ile birleşiyor...
İklimi manipüle et...bir sene dondur bir sene yak....zararlı haşeralara karşı tek çözüm diye yıllarca DDT zehrini toprağa -bitkilere dolayısıyla insanlığa saç...
Toprağı kimyasallarla donat ...gübre, yaban ot ilacı vs...
Sonra bu doğal dengeyi altüst edip herşeyi bitirdikten sonra herşeyin ÇAKMASINI üretmek için harekete geç .
Toprak tarıma elverişsiz kılınmalı ki bu hergelelerin GIDALARINA MAHKUM OLALIM .Son yıllarda PATATES ÜRETİMİ ADI ALTINDA ENVAİ ÇEŞİT İLAÇLA ÜRETİLMİŞ CİPSLİK KIZARTMALIK PATATESLERİN TOPRAĞI ZEHİRLEDİĞİ VE BİR DAHA ORADA TARIM YAPILAMAYACAK HALE GELDİĞİ BİLİNİYOR .
Buna rağmen bir çözüm yok ! Çünkü küresel tekeller tohumdan -ilaca vs çiftçiyi-tarım bakanlığını vs bağlamış ve kendisine mahkum etmiş durumda .
Yakında SENTETİK TAVUK ETİ...SENTETİK MAYDONOZ ...SENTETİK DOMATES çıkarsa şaşmayın ...hoş zaten asıllarının da sentetikten farkını bırakmadılar !
19 Şubat 2012 Pazar
U2 coexist
UU2 nun YEHAW adlı klibinde görülen
COEXIST kelimesi ve klip üzerine ...
co = ortaklık bildiren ön ektir...mesela communism-cooperatif-coorperation kelimelerindeki ön ek de aynıdır...
exist = avrolmak -valık anlamına gelir..
coexist= birlikte varolan ...beraber varolan ...Burada denmek istenen şey ....Dinlerin beraber olduğu aynı olduğu mesajının beyne yerleştirilmesidir...
Böylece kendi söylediklerinin onlardan farklı olduğu kodu kafaya yerleşir...
BUnun en sistemli yapan ZEITGESIT adı verilen ...ve yine TEK DÜNYA DEVLETİ ve DİNİ için çabalayan fütüristik saçmalık tı...
Orada da bir hümanizma...bir barış mesajı altında insnalar efsunlanıp gizlice...uyuşturulup...kendi ŞEYTANİ EMELLERİNE OYUNCAK köleler yapmak amaçlanıyor...

insanları hedef alır...
En başarılı sonuçlarını FRANSA DA ALMIŞLARDIR...Fransa nın nüfusunun yüzde 70 e yakını ninançsızdır...LAİKLİĞİN İLK ÇIKIŞ yeri de FRANSA dır...İLK MASON devleti de...masonbildirgesinin İNSALIK ve HÜMANİZMA bildirgesi diye yedirildiği ilk ülke de FRANSA dır..
ABD de aynı şekilde...
DOĞUDA BU PROJENİN İLK UYGULANDIĞI ÜLKE nin adı da TÜRKİYE dir.Diğer müslüman ülkelerin laikleştirilmesi için model ülke...
100 yıllık proje hala işliyor....
U2 adını casus uçaktan almaktadır ,
yahaw klibi :http://www.youtube.com/yahaw
17 Şubat 2012 Cuma
Gizlenen Tarihimiz ve DİL MANİPÜLASYONU

BİYOLOJİDE : DARWİN
SOSYOLOJİDE : SAUSURRE gibi şahısların buluntuları ve teoremleri MANİPÜLASYON amacıyla kullanıldı ,zaten ilk ikisinin fikirleri doğrudan YARATILIŞ ı yoksayamak amacıyla ve dünyevi MADDİ bir dünya kurulması için kullanıldı...
--------------------------------------------------------------------------
PEKİ DİLBİLİMDEN ELDE EDİLEN SONUÇLAIR NE YAPTILAR ?
--------------------------------------------------------------------------
MODEL ÜLKE TÜRKİYE ilk önce alfabesi değiştirildi ,daha sonra yavaş yavaş TÜRKÇELEŞTİRME faaliyeti adı altında o güne kadar yapılmış tüm BİLGİ BİRİKİMLERİ yokedilmeye başlandı.
ÇÜNkü kelimeler TARİHSEL ve sosyolojik HAFIZA anahtarlarıdır .
----------------------------------------------------------------
Muhteşem yerine SÜPER demeye başlayınca SÜPER diyen bizden birisi oldu MUHTEŞEM diyen yabancılaştı ÖTEKİ KONUMUNA geldi. DOlayısıyla kızlaırmız SÜPERMAN ı seveceklerdi elbette ALİ BABA yı değil .
------------------------------------------------------------------
Ortadoğu da müslüman ülkelerde kitab-ı mukaddes : KURAN-ı KERİMDİR
bizde kitab-ı mukaddes : İNCİL !
--------------------------------------------------------------------
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİNİ kurup ameliyatlar yapan OSMANLI nın tüm TIP birikimi LATİNCE terimler vasıtasıyla YERLE bir edilmiştir...tüm doktorlar,profesörler CAHİL durumuna düşmüş ve bATI TIBBINA hayranlık duyacak konuma sokulmuştur...ÇÜnkü onun dilinden öğreniyorsun ....
MESELA :
AŞİL TENDONU :
AŞİL yunan mitolojisinin kahramanı sadece topuğundan vurularak öldürebildi.TIP ÖĞRENCİSİ bu masalları da alarak eğitiliyor dolaylı olarak BATI HAYRANI DOKTORLAR cennetine dönüşüveriyoruz birden .
ONLAR ÖĞRETEN YÜCE
bize öğrenen aciz konumuna geliyoruz...ve İbn-i sina lar ile başlayan TIP maceramız birden yerle bir ediliyor sıfırlanıyor...
---------------------------------------------------------------
KAka demek daha nazik algılanır...oysa işaret ettiği şey aynıdır...
Ayak yolu
abdesthane
sıfır numara derken fransızcadan getirilen numarasız anlamındaki sans numero türkçeye aynı telafuzdan SIFIR NUMARA olarak çevrilir...
ve bunu bir adım daha ileriye götürerek bundan da utanarak artık
LAVABOYA gideriz...
lave a beaux : yıkama kasesi
yani bizler artık yıkama kasesine ..çıyoruz .
----------------------------------------------------------------
Tarihle bütünleşik köy ve yer adlarını beğenmeyen BÜROKRASİ ani bir kararla hepsini ÖZ TÜRKÇELEŞTİRİR.aniden o köyleri yaşayanları bile yabancılaşırlar...
Bu olay sadece DOĞUDA olmadı ...BATIDA iç-egede köylerde de oldu ....
********************************************
YAni ingiliz,Franszı vs SÖMÜRGECİ mantıkla bize empoze EDİLEN YENİLİKLER (!) aslında DÜŞÜNCE kodlarımızı yerle bir etti ...
KEndi dilimziden utanacak hale getirildik....
" Türkçe de lastik gibi canım nereye çekersen oraya gider "
Hayır türkçe lastik gibi değil,bize bunu mecbur edenler LASTİK gibiler...halka halk gibi konuşmayı yasaklayanlar...onun okuyacağı kitaba,giyeceği elbiseye karışanalr LASTİK GİBİ ,onun öleceği mevziyi seçenler LASİTİK gibi,dilimizi bir oyun alanı haline getiren Uşaklar LASTİK gibi...bu dil EDEBİYAT harikaları çıkardı ...
Örnek :
BU şiiri yazan bir PADİŞAH ...burada sadece edebiyat değil aynı zamanda MATEMATİK harikası bir MATRİKS var :
Sanma Canım Herkesi Sen Can-ı Dilden Yar Olur
Herkesi sen Dost muSandın Belki Ol Ağyar Olur
Can-ı Dilden Belki Ol Alemde Bir Dildar Olur
Yar Olur, Ağyar olur, Dildar olur, Serdar Olur
YAvuz Sultan Selim han ın bu şiirindeki mantık büyüleyicidir ,
soldan sağa ,yukarıdan aşağıya okusanız da aynı sonuca ulaşırsınız...
1 2 3 4
2 5 6 7
3 6 8 9
4 7 9 10
BUNU YAZABİLMİŞ YERYÜZÜNDE İKİNCİ BİR HÜKÜMDAR YOKTUR...
----------------------------------------------------------------------------------
Bu denli harika işler başarmış ecdadımızdan kalan zenginlikler TARİHSEL manipülasyonalrla DİL MANİPÜLSYONALRIYLA yerle bir edilmeye çalışılmıştır.
HELAL SANA BRUCE FEİN
ABD eski Başkanı Reagan’ın danışmanı Fein: “Beyaz Saray araştırma yaptı, Ermenilerin 2 milyon Müslüman Osmanlı’yı katlettiği ortaya çıktı. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor…” dedi.

“Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklara karşı “müthiş” sayılabilecek bir özen gösterdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Azınlıklar, kendi dini özgürlüklerini ve hayatlarını son derece rahat bir şekilde sürdürdü.
Ermeni terör çeteleri I. Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlıları öldürdü. Bu rakamın 2 milyon civarında olduğu bir gerçek. Ermeni kayıplarının ise 500 bin civarında olduğu araştırmalarla kanıtlandı. Burada asıl önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı da kendisini savundu. Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük getiri sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri karşısına almak istemiyor. Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)