28 Mart 2012 Çarşamba

İnönü'nün Harf İnkılâbı İtirafı



Harf inkılâbı; eski yazının zor öğrenebilindiği için yapıldığını iddia eden Laiklere, harf inkilâbı mimarlarından olan Ismet Inönü'den cevap...


...


İşte İsmet İnönü'nün ağzından, harf devriminin asıl amacı:


"Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlamadeğildir. Okur-yazar oranının düşük oluşunun yegâne sebebi alfabenin öğrenilmesinin zor olduğu değildi. (ki zor da değildir. 2 ayda, 6 yaşında çocuklar çok rahat öğrenebiliyor 'A.B') Uzun yıllar devlet eğitim sorununa eğilmemiş, kütlesel eğitime önem vermemişti.(uzun süren harblerden dolayı 'A.B'. ) ; vermiş olsaydı şüphesiz ki daha yüksek olurdu. Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. (...) Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. (...)Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı."


Kaynak: İnönü, Hatıralar C.II s 223




26 Mart 2012 Pazartesi

TÜRKİYE'DE DOMUZ ÜRETİMİ VE SATIMI!



Gaziosmanpaşa Hacımaşlı köyü domuz çiftliği'nin suları ve katı atıkları 300 metre mesafedeki Sazlıdere Barajı'na akıyor. Baraj on milyon kişinin su ihtiyacını karşılıyor. Çiftlikte 5 bin domuz var.
Türkiye'deki domuz çiftliklerinde yıllık 3 milyon kg. civarında et üretiliyor.
Bu rakam neredeyse kırmızı et üretiminin yarısı.
Üretilen domuzlar otellere, yemek fabrikalarına ve marketlere 'kıyma' şeklinde satılıyor. Domuz etini Salam, sosis olarak da piyasaya sürmek en sık kullanılan yöntem.
Peki neden domuz?
'Dinen yasak olmasına, Türk yemek kültürüne aykırı bulunmasına rağmen neden domuz cazip bir konu?'
Çünkü domuz yetiştiriciliği kârlı bir iş.
Domuz üretken bir hayvan. Cinslerine ve yaşına göre yılda bir, iki, bazen de üç kez ve her batında 15-20'ye kadar varan yavru dünyaya getirebiliyor. Bir domuz yılda iki kez doğum yapsa, her batından 10 yavru yaşasa, 20 sene yaşayan bir domuzun 400 yavrusu oluyor.
Ve dahası yeni doğmuş bir domuz 4-5 ayda 100 kiloya kadar çıkabiliyor.
Normal Şartlarda evcil bir domuzun yüzde 30'u yağ olarak ayrılabilmekte iken bu rakam bazen yüzde 50'yi bulabiliyor.
Yani 150 kg 'lık bir domuzdan 75 kiloluk yağ elde edilebiliyor. Bu da dana yada koyuna göre tercih edilmesinde önemli bir etken.
Beslenmesi kolay, cam dışında -leş dahil- her şeyi yiyebiliyor. Her domuz da ortalama 80-100 kiloya ulaştığı zaman kesiliyor. Kaba bir hesapla sadece bu çiftlikten yılda yaklaşık 1 milyon kg. et çıkıyor.
Bu etlerin hangi kanalla, nerelere satıldığı meçhul. Diğer çiftlikler de göz önüne alındığında Türkiye'de yaklaşık 3 milyon kg domuz etinin piyasaya değişik yollarla sürüldüğü ortaya çıkıyor.
Türkiye'deki toplam kırmızı et tüketiminin de 6 milyon kg. olduğu göz önüne alınırsa tablonun vahameti daha da netleşiyor. Kilosu 1 ile 3.5 milyon lira arasında satılan bu domuz etlerinin ağırlıklı olarak kıyma, sucuk, salam ve sosis olarak satıldığı dile getiriliyor.
Çiftlik çalışanlarından İs mail Türk'ün verdiği bilgiye göre kesilen etler toplu olarak büyük otellere, yemek fabrikalarına kıyma ve sosis gibi ürünler olarak satılıyor.
Bu ve benzeri çiftliklerden resmi olarak beş firma domuz satın alıyor:
Çerkezo, Polonez, Nuta, Namet ve Şütte ...

1. Çerkezo aldığı ürünleri Salam Sosis olarak piyasaya sürerken aynı zamanda Teşvikiye'deki Şarküterisinden de nihai tüketiciye ulaşıyor. (ki bu firmanın bir de TADET adı altında otellere ürün sattığı bir markası daha bulunuyor...) Aynı zamanda butik mağazalarda ve ulusal zincir mağazalarda satılan BONUS markalı ürünlerin üreticisi de ÇERKEZO...

2- Ayazağa'daki Çerkezo'nun hemen yanında üretim yapan ŞÜTTE firması da salam, sosis ve jambonlarını markasıyla satıyor. Ancak bilinen bu firmalar ürünleri çeşitli zamanlarda farklı isimlerde piyasaya sürüyor. Daha önce Şütte olarak piyasaya sürülen domuz mamulleri son dönemde PIGGY adıyla satılıyor. Üstelik ünlü Amerikan fast food zincirlerinden Little Caesar's Pizza tam 10 yılı aşkın süreden beri et mamullerini ŞÜTTE firmasından temin edip bizlere bir güzel yediriyor.

3- POLONEZ 5 yıl öncesine kadar resmi olarak domuz ürünleri imal edip MİGROS'larda açık açık ürünlerini satarken, son yıllarda %100 dana etinden ürünler imal ettiğini iddia ediyor.
'Peki ya bunları göz göre göre mağazalarında sattıran satın alma müdürleri aldıkları rüşvetin yanı sıra bu milletin vebalini aldıklarını da biliyorlar mı sizce?'
POLONEZ'in ciddi anlamda piyasaya yayılmasındaki en büyük faktör MIGROS' tur .
O dönem Migros'un et mamulleri satın almasında olan (Şu an oyuncak reyonunda satın almacılık yapan) kişinin büyük paralar karşılığında POLONEZ'le işbirliği içerisinde olduğunu ve bizzat domuzları bizlere yediren kişi olduğunu biliyor muydunuz?
Peki ya Migros'ta çalışan tüm tezgahtarların eksiksiz olarak her ay sonunda POLONEZ 'in sahibinden (veya satış müdürü sıfatı ile çalışan ALI ÖZYAVAŞ'tan) maaşlarını ve primlerini (bizlere sattıkları et mamulleri üzerinden ) aldıklarını biliyor muydunuz?
Peki METRO GROS MARKETLER'in (Şu anki değil bir önceki) satın almacılığını yapan kişinin Şu an BAĞDAT CADDESINDE bulunan Polonez - Barbekü restoranları'nın sahibi olduğunu biliyor muydunuz?
Peki İzmir'in kalesi olarak görülen KiPA Marketler' in satın almacılığını yapan bayanın Polonez' in resmi hissedarı olduğunu biliyor muydunuz?
PEKİ AMERİKAN FAST FOOD ZINCIRI DOMINO'S PIZZA ve ALMAN EKOLÜ DR.OETKER PİZZALARIN İÇERİSİNDE POLONEZ ET MAMULLERİNİN KULLANILDIĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ?
PEKİ GİMA MARKALI VE PİYASALARDA SATILAN OPİ MARKALI ÜRÜNLERİ POLONEZ'İN ÜRETTİĞİNİ VE BUNUN KARŞILIĞINDA NE KADAR PARA YEDİRDİĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?
'Peki, sizce Türkiye'de domuz eti yemeyen insan kalmış mıdır?'

4- NUTA öncelikle 7 TEPE markası ile tanınmakla beraber Güneydeki - Her şey dahil - tatil köylerinin bir numaralı tedarikçisi, e tabi yabancı turistlerin yanında yerli turistlerde güme gidiyor. Bu firmalar özellikle büyük alışveriş merkezlerinde ayrı bir stant açıyorlar. Ancak küçük Şarküterilerde karışık olarak duruyor ve birçok tüketici farkına varmadan domuz ürünlerini satın alabiliyor .
Üstelik işin ilginç tarafı bu firma Şimdi de firma tanıtım cd si hazırlamış Carrefour gibi büyük hipermarketlerde ne kadar hijyenik üretim yaptığını anlatıyor. Ama 7 TEPE SOSIS hafta sonları marketlerde KDV dahil 2.900 YTL ye satılıyor.
Çünkü maalesef bu adamlar sosislerin içerisinde hayvan küspesi gibi lafını bile etmek istemediğimiz katkılar kullanıyorlar . Domuz hammaddeli salam ve sosislerin kesiminin yapılıp piyasa sürüldüğü bir başka yer de NUTA'nın üretimini yapan kişinin işlettiği Dolapdere'deki imalathane. ( İDEAL markalı salam sosis imalatçısı )

5- NAMET ünlü EMINÖNÜ HASIRCILAR ÇARSIŞININ IÇINDE yıllardır tanınan NAMLI PASTIRMACI'nın modern hali !!!
Şu an modern(!) üretim tesisleri BAYRAMPAŞA MEGACENTER (GIDA HALİ) içinde derme çatma bir imalathaneden öteye geçemeyecek konumda olan ve üretim kapasiteleri aylık -günün 24 saati çalıştıklarını düşünürseniz- 70 tonu geçemeyecek olan bu imalathanede NAMET ayda 270 ton et mamulü üretiyor ve satıyor.
Bu aradaki 200 tonluk kapasite açığını ise İSTANBUL DIŞINDA ne idüğü belirsiz imalathanelerde, merdiven altı firmalarda üretim yaptırıp üzerine ' %100 NAMET KALITESI' bastıktan sonra (üretim yeri olarak BAYRAMPAŞA'daki adreslerini gösteriyorlar) bizlere afiyetle yediriyorlar.
Carrefour ve diğer tüm zincir mağazalarda POLONEZ'in uyguladığı benzer taktikleri uygulayan NAMET bugün kapasitesinin 3 kat üzerinde üretim yaparak gururla ülkemizi temsil ediyor.
Peki, Cem Yılmaz'ın dediği gibi janjanlı ambalaja sahip NAMLI pastırmaları'nın sahipleri olan Engin ve Esen Mepa kardeşlerin aynı zamanda Çorlu'daki domuz çiftliklerinin yarı hissesine sahip olduklarını da biliyor muydunuz?
2000 yılında patlak vermiş olan kaçak buffalo etlerinin de NAMLI pastırmaları'nın sahipleri olan Engin ve Esen Mepa kardeşler tarafından getirildiğini hatta Bayrampaşa'daki imalathanelerinin gazetecilerin ve kameraların gözü önünde basıldığını, Engin Mepa'nın Show TV'ye, o dönemin 1 trilyon lirayı kendi elleriyle hediye ettiğini, sonra da Milliyet, Hürriyet ve Sabah gazetelerine verdikleri dev ilanlarla tüm olanları ve baskınları yalanladıklarını biliyor muydunuz?
NAMLI Pastırmalarının hem % 5 hissesine sahip olan, hem de imalat müdürlüğünü yapan Muzaffer adındaki şahsın aynı dönemde kardeşi ile Bağcılar semtinde açmış olduğu imalathanede at ve eşek etinden yaptığı pastırmaları dilimleyerek zincir marketlere sattıklarını biliyor muydunuz?
2004 yılında da Uğur Dündar ekibi tarafından basılarak ekranlarda gösterildiğini hatırlayabildiniz mi?
Domuz konusunda herkes topu başkasına atıyor. Bu noktada tüketicinin yapması gereken şeyi Çevre Sağlık İl Müdürlüğü Gıda ve Çevre Kontrol Şubesi Müdürü İrfan Yılmaz özetliyor;
'- Piyasadaki etleri denetlemek mümkün olmuyor.'
'Kısacası ne yediğinize dikkat edin. Çok emin olmadığınız bilmediğiniz markaların ambalaj güzelliğine kanmayın.'
Ömer KIZILIRMAK 
TÜBITAK-SAGE Planlamalar ve Kalibrasyon Birim Amiri  17.10.2007



23 Mart 2012 Cuma

Fatih Sultan Mehmet'in ZEHİRLENMESİ


14 KEZ SUİKASTE UĞRADI, BİR YAHUDİ TARAFINDAN ZEHİRLENDİ

 Fatih Sultan Mehmet, Venedikliler tarafından tertiplenen tam ondört suikastten kurtuldu. Son suikastten ise kurtulamadı. Venedikliler, bu büyük hükümdarı, aslen bir Yahudi olan Maestro Jacopo isimli bir doktor vasıtasıyla zehirleterek öldürmeye muvaffak oldular. 
     Tarihçi Babinger’e göre bu suikastçi doktor, Yakup Paşa unvanı ile sarayın doktorları arasında bulunuyordu. 1481 Mayıs’ının üçüncü günü yine bir sefere çıkmışken, Gebze’de ordugahında Perşembe günü vefat etti. Papa, Büyük Hakan’ın ölümünde tam üç gün üç gece bütün kiliselerin çanlarını çaldırtarak sevinç ayinleri yaptırdı. Fatih 49 sene bir ay beş gün yaşadı. İki imparatorluk, dört krallık ve onbir prenslik yıkan büyük hükümdarın cenaze namazı Fatih Camii’nde Şeyh Muslihiddin Mustafa Vefa Efendi Hazretleri kıldırdı. Türbesi Fatih Camii yanındadır.

21 Mart 2012 Çarşamba

DAYATMA



İş kazası bir ip cambazı için ölüm demektir, bankada çalışan gudubet suratlı Neriman Hanım için evrakların üzerine çay dökülmesidir.


Kar yağması bir çocuk için okulların tatil olmasıdır, bir yetişkin için trafiğin içine sıçılmasıdır.


"Başın sağolsun" lafı söyleyen için bir görevini yapma, bir vicdanını rahatlatmadır. Duyan için dünyanın en ağır lafıdır.


Cahile laf geçirememek, Galilei için engizisyon mahkemesine dünyanın döndüğünü anlatmaktır. Bir çocuk için Atari'nin televizyonu bozmadığını babaanneye anlatmaktır.


Kuran, inanmayan için saçmalık, öylesine inanan için evin bir köşesinde durması gereken Arapça kitap, gönülden inanan için lütuftur.


Terörist, bir Amerikalı için Müslüman, bir Türk için PKK'lı, bir Filistinli için İsrail devletidir.


Plüton, 5 sene önce lise giriş sınavlarına hazırlanan bir çocuk için gezegendir, bugün hazırlanan çocuk için değildir.


Savaş, aşırı zenginler için fırsat, generaller için onur, masumlar için ölümdür.


Korsan, yazarlar için hırsızlık, tezgâhtarlar için ekmek kapısıdır.


Huzur, bencil için sürekli cebini doldurup kendini garantiye almaktır. Kalender için tanımadığı üstü başı dağınık bir adama yemek ısmarladıktan sonra cebinde kalan son parayla dolmuşa binmektir.


Mütevazilik, kibirli insan için "mütevaziyim" demektir. Mütevazi adam için "ben de kibir sahibiyim" demektir.


Veli toplantısı, notları iyi olan öğrenci için pek bir şey ifade etmez, notları kötü olan öğrenci için kara kara düşünme zamanıdır.


Bayramlar ailesi olanlar için güzeldir, ailesi olmayan adam için sıradan bir gündür.


Tsunami bir Haitili için korkudur, Yozgatlı için "o ne am*ğa g*yum"dur.


Kurnazlık, bir çocuk için bakkala çaktırmadan içinde taso var mı diye cipsleri kurcalamaktır. Bir bakkal için "kaşarım kötü abi, beyaz peynir keseyim sana" deyip elinde kalan beyaz peyniri kakalamaktır.


Vatanseverlik cahil için ölmektir, kafayı kullanan adam için hayattayken bir şeyler yapabilmektir.


İnternet, ufku dar adam için Facebook'ta okey oynamaktır, ufku geniş insan için bütün dünyaya ulaşabilmektir.


Akıllı çocuk, cahil anneye göre yerinde mal mal oturan çocuktur. Elinde kamerayla "komik bi şey yapsa da internet'e koysam" diye düşünüp bütün gün evladını çeken hödük anne için şımarık çocuktur.


Saygı, cahil müslüman için başka insanların içkisine sigarasına laf atmaktır, akıl sahibi müslüman için müzik dinlerken "ezan mı okunuyor" tereddüttüne düştüğü an müziğin sesini bir an kısıp dışarıyı dinlemektir.


Eğitim toplumun gözünde kolejdir, üniversitedir, diplomadır. Toplumun yanıldığını farkedenler için her türlü yeni bilgi ve fikirdir.


İnsan içgüdüyle doğuştan gelen çok az şey haricinde kendi gözlemleyip yaşadıklarıyla öğreniyor dünyayı. Her insan farklı hayatlar yaşıyor, farklı olaylar gözlemliyor, farklı kişilerle ilişki kuruyor, ve ne gariptir ki her şeyi bu kadar "görelilik" üzerine olan insanın doğruları, doğru kabul ediliyor. Halbuki Plüton 5 sene önce de aynı Plüton'du, şu an da aynı Plüton. Plüton kendini bozmadı, Plüton değişmedi, o her zamanki gibi öyle dolanıp durdu yörüngesinde, değişen sadece insanın doğruları oldu. Bir şeyin "doğru" olması, insanların veya toplumun onu doğru bellemesiyle alakalı değildir. Fakat yine de doğası gereği kusurlu olmaya mahkum insanın doğruları doğru kabul ediliyor bu hayatta. İdamlar, karalamalar, eğitim, adalet hep bu insanın doğrularına göre şekillendiriliyor bu dünyada. Medya, insanların sevmeleri gereken kişileri nefret ettirebiliyor, nefret etmeleri gereken kişileri sevdirebiliyor. Korkmaları gereken şeye alıştırabiliyor, alışmaları gereken şeyden korkutabiliyor. Zira insanlardan oluşan bir dünyanın doğrularını belirlemenin yolu, bu insanlara doğumlarından itibaren bir şeyleri "doğru" diye dayatmaktan geçiyor. İnsan onu doğru kabul ederse, o şey doğru oluyor.


Öyleyse bir soru soracağım.


Ya insanlar yanılıyorsa?



ACTA Will Fail In Turkey



Öncelikle ACTA nedir, gücü kudreti nedir, nelere yol açar öğrenmek için: Buraya veya buraya veya buraya veya buraya bakabilirsin. Şimdi gelelim meselenin özetine;


1- Edindiğim bilgilere göre Twitter'da içerisinde "ACTA" sözcüğü geçen hiçbir şey trend olmuyor. Aynı durum "PIPA" ve "SOPA" için de geçerli tabi.
2- 14 şubat 2011 günü çok kısa sürede binlerce #actawillfailinturkey tweet'i atılmasına rağmen trend falan olmadı.
3- Twitter aynı sansür uygulamasını, dünyadaki merkez bankalarını ve Federal Rezervi yöneten bankerlere yönelik oluşturulan #occupywallstreet (Wall Street'i işgal et) eylemleri için de yapmıştı.
4- Bugün Twitter'da #FreedomForOcalan (Öcalan'a özgürlük) ve "AK Parti - Gülen" gibi zırvalıklar trend durumunda.


Gelin beraber adil bir neticeye varalım şimdi.


CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg toplantıları var oldukları günden itibaren tek bir dünya hükümeti yolunda ilerleyen çalışmalar yapmaktadır. ACTA bu çalışmalardan biridir, zira sahip oldukları medya gücü ile 20. yüzyılın tamamında ve 2000'li yılların şimdiye kadarki önemli bir kısmında, kitleleri istedikleri doğrultuda kontrol ettiler. Fakat internet hala ellerinde değil, zira bunun kontrolü ve denetimi oldukça zor. Internet'i denetim altına almak adına ACTA'yı yürürlüğe koymak istiyorlar ki ACTA öyle bir anda oluşmuş bir yasa tasarısı falan değil. Birkaç yıldır büyük bir gizlilikle ilerlettiler ve sessiz sedasız 22 AB ülkesiyle birlikte ABD, Japonya, Güney Kore, Singapur, Kanada ve Avustralya gibi hükümetlere imzalattırdılar.


Hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinde bugün insanlar ACTA'ya karşı yürüyüşler düzenlemekte ve eylemler yapmaktadır (Youtube güzel şey, Behzat Ç'nin son bölümünü izlemek dışında da kullanılabiliyor).


Fakat ne hikmetse medyada ACTA ile ilgili neredeyse tek bir kelime dahi edilmemektedir.


Öte yandan Twitter'da dahi "ACTA" kelimesi filtre engeline takılmaktadır.


Evet evet Twitter, hani şu "Arap ülkeleri Twitter sayesinde organize oldular, Twitter'dan devrim yaptılar" dedikleri site var ya, ha işte o site işine gelmeyen kelimeleri filtreleyebilmektedir. (Bu Arap devrimlerinin dış kaynaklı olduğunu söylediğimizde "komplo teorisi onlar heoeheoeheo" denmişti de, o bakımdan. Kefaya adlı devrimci internet sitesini kimler kurmuştur, kimlerin desteğini almıştır bir baksın şu tatlı su entelleri)


Ve ne gariptir ki Öcalan, Gülen, Ak Parti gibi siyasi içerikler bu tür bir engele takılmamaktadır Twitter'da.


Tek dünya devletine nasıl gidecekler biliyor musun? Ülke sayısını azaltmayacaklar güzel arkadaşım, puzzle mı ulan bu? Aksine ülke sayısını olabildiğince çoğaltacaklar. Ülke sayısının gelecekte 1000'leri aşacağını söyleyen kişi David Rockefeller'dan başkası değildir.


Zira yöntem budur. Böl-parçala-yönet.


O sebeple ki seni her fırsatta bölecekler. Her "farklılığı" bir "ayrım" yaratmak için fırsat belleyecekler. Senin asla birleşmene, örgütlenmene fırsat vermeyecekler.


Seni sürekli saçmasapan taraf ayrılıklarına bölecekler.


Liberal, kapitalist, sosyalist, ulusalcı, muhafazakar, komünist, kemalist, dinci, ilerici, gerici, şucu bucu...


İşte o zaman asla bir araya gelemeyeceksin. Karşı olduğun şey aynı olsa bile bir araya gelemeyeceksin, bunun bir önemi kalmayacak. Zira küresel güç, siyonizm ve kapitalizm dedikleri zırvalar karşı olunacak ciddiyette şeyler değildir. Bunlar alt tarafı hayalperestlerin uydurduğu "komplo teorileri"nden ibarettir.


Zira senin savunman gereken daha önemli davaların var.


Bakın Apo'ya özgürlük istemişler Twitter'da, ne duruyorsunuz burada? Hadi gidin Twitter'dan memleket kurtarın, hadi klavye patriotları?


Bölünün.


Siz bölünün, siz savaşın, kazanan ise daima sana milyarlarca dolarlık füze kalkanı sözleşmesi imzalattıranlar, silah satanlar, uyuşturucu güzergahlarını kontrolü altına alanlar olsun.


Bölünün.


Asla bir araya gelmeyin.


Fanatik olun.


Ve bölünün.


Çok saçma bir örnek üzerinden medyanın insanları nereye götürdüğünü göstereyim mi? Dayatma nedir gözlerinizle görmek istiyor musunuz?






Bu bir Fox TV haberidir. Size özetini geçeyim durumun:


Bülent Ersoy: Oğlum olsa askere göndermezdim, tamam vatan bölünmesin ama bu çocukları göz göre göre ölüme yollamanın alemi yok. Bu tezgah bitmez. (yerden göğe haklı)
Ebru Gündeş: Ben bir Türk kadını olarak seve seve oğlumu askere gönderirim, bu vatan şehitlerimizin kanıyla çok şerefli çok yüce vs vs vs (birazdan cebinden Nutuk çıkarıp İstiklal Marşı okuyacak)


Peki Fox TV'nin sunumu nasıl?


"Bülent Ersoy saçmaladı, dış meseleler hakkında ahkam kesti. Ona haddini Ebru Gündeş bildirdi"


Ya...


Savaşın.


Gidin savaşın. Siz savaşın, onlar kazansın.


Bölünün.


Kör milliyetçiler, ucuz kahramanlar sizi... Bu vatanseverlik falan değildir, yalnızca suistimal edilmiş bir halkın acınası halidir.


Peki Türkiye'deki Fox TV'nin sahibi kimdir biliyor musunuz? Türkiye'deki Fox TV, Baby Tv ve National Geographic gibi kanalların sahibi; dünyanın 1 numaralı medya patronu Rupert Murdoch'tur. Dünyadaki tüm medya ağı bu adama aittir.


Bir akım mı başlatmak istiyorsun? Bunu yapacak olan kişi Murdoch'tur.


Bir insanı mı karalamak istiyorsun? Bunu Murdoch yapar.


Bir kahraman mı yaratmak istiyorsun? Bunu da Murdoch yapar.


Televizyon size asla gerçeği göstermez. Televizyon size "bilmeniz gerekenden" fazlasını anlatmaz. Televizyon sizi daima birilerinin isteği doğrultusunda yönlendirir.


Medya onların elindeydi, artık internet onun yerini alıyor.


Ve şimdi de o internet'e göz koydular.


Ha bu arada, ben bu satırları yazarken Twitter'ın yeni trendi #BabyKillerOcalan(bebek katili Öcalan) olmuş. Helal size aslanlarım, gurur duyuyoruz sizinle. Nasıl da kurtardınız memleketi, ne de güzel laf yetiştirdiniz öyle birbirin 


ize...
Neyse, bir süre daha bekleyecez. Zira bazı Avrupa ülkelerinde halkın tepkisi olumlu sonuç vermeye başladı, fakat ACTA'yı imzalayan ülke sayısı artarsa Adidas-Abidas mantığında yeni bir olay başlatırız Twitter'da, dünyada bile trend yaparız. Olmadı buradan hazırlanırız.


Yürümeye hazır olun. 3-5 kişi bile olsak en azından safımız belli olur.

Türk Lirasının Yeni Simgesi




Türk lirasının yeni sembolünü bulmak için bir yarışma düzenlenmişti ki adayları bunlardı:






Geniş kapsamlı bir yazı ile uğraşıyorum bir süredir, eğer o hala yazamadığım yazıyı daha önce yazabilmiş olsaydım, Türk lirasının yeni sembollerinden birinin "muhtemelen" double cross içeren 2 sembolden biri seçileceğini de yazacaktım. Eh, en barizini seçmişler, sonu başından belli bir yarışmaydı zira.






Lorraine Haçı olarak da bilinen bu sembol, birçok dünya parasında da kullanılır. Örneğin:










Euro'da, Hint rupisinde, Japon ve Çin yeninde, Kore parasında vs...


Lafı çok uzatmayacam ve pek bir yorum da getirmeyecem, dediğim gibi sadece bu konuya değinmek istedim. Ufak bir soru, sizce double cross başka nerelerde kullanılmış olabilir?




Masonluğun 33. derecesinde (En yaygını olan İskoç Ritinde) ?


Tapınak şovalyelerinde?


Masonik-katolik tarihi mücevheratlarda?




Kimi Nazi'lerde?




Amerikan petrol firması Exxon'da?




Church of Satan'ın rahibi Rice Boyd'un boynunda? Ki kendisi tahmin edeceğiniz üzere luciferian'dır.


Daha önce 45 defa dediğim gibi, isimlerinin bir önemi yok. Illuminati muhabbeti bu seyirde şarkıcıların g*tlerine yapıştırdıkları piramit göz sembollerinden ibaretmişcesine salak bir şekilde devam ederse, belki 5-10 yıl sonra "Illuminati üyeleri yakalandı" gibi haberler de duyabilirsiniz. Öyle bir şey olursa bilin ki bu yalandır, şaklabanlıktır. 


Küresel gücün ve piramidin en tepesinde bir avuç adam bulunur.


Harita üzerinde kim kazanırsa kazansın, kim kaybederse kaybetsin, onlar için farketmez.


20. ve 21. yüzyıldaki her savaşta galip gelen taraf, yalnızca ama yalnızca küresel güç olmuştur.


İki tarafa da milyarlarca dolarlık silah satarlar, kredi verirler, borçlandırırlar. Ardından bu iki tarafın ellerindeki tüm silah ve paraları birbirlerinin üzerlerine boşaltmalarını seyrederler. Ve sonra ne yaparlar biliyor musunuz? Daha fazla silah satarlar, daha fazla kredi verirler, daha fazla borçlandırırlar.


Küresel gücün en üst basamağında bulunan bir avuç adamın, başında "daha fazla" ibaresi bulunan hırsları şekillendirmiştir dünyanın 20. ve şu anki 21. yüzyılını.


Genellikle bu şekilde "biz buradayız" derler, birbirlerine selam çakarlar sembolik bir dilde ki sembolizm önemli bir yer tutar kendileri için asırlardan beri.


Dünyayı kasası kese kese altın dolu imparatorlukların yönettiği devirleri çoktan geride bıraktık, dünyanın şu anki durumu bundan ibarettir:




Economist.com'dan birkaç hafta evvel almıştım bu görüntüyü, sık sık değişir, azalma olduğunu söylerlerse bilin ki onlar da yalan söylüyordur. Dünya gittikçe daha fazla borçlanmaktadır. Hem de bir avuç adama...


Borçlu olduğun ülke bir başka ülkeye borçludur, fakat işin derinine baktığında senin borçlu olduğun ülke de muhakkak "birilerine" borçludur.


Bu birilerinin kim olduğunu az çok biliyorsunuz zaten.


Küresel bankerler.


Okullarda, televizyonlarda, orda burda çok fazla şey anlatılıyor. Size çok fazla şey öğretiyorlar. Ve öğrettiklerinin büyük bir kısmı ya yalandır, ya da gereksiz bilgidir.


Yalandır, zira insanlara öğretildiği gibi dünyayı ülkeler veya hükümetler yönetmez. Dünyayı yönettiği söylenilen o hükümetleri yöneten bir avuç insancık vardır bu işin başında.


Gereksizdir, zira 20 sene o okullarda size öğretmediklerini, işe girdiğinizde 3 aylık bir stajda öğrenmenizi emrederler.


Ve sadece tek bir şeyi önemserler: para = güç.


Sana insan olduğun için değer vermezler, sadece eğer kâr sağlayan biriysen değerlisindir. Mümkün olsaydı da hepinizi teker teker zaman makinasına bindirip 100 yıl sonraya gönderebilseydim. Hiçbir akrabanız, tanıdığınız, paranız ve zamana uygun vasfınız kalmadığında, kimse sizin yüzünüze bakmayacaktır. "İnsan" olmanız hiçkimsenin umrunda değildir. Şu an sizinle beraber yürüyormuş gibi görünen insanların çok büyük çoğunluğu sizinle beraber yürümüyordur, sadece aynı yoldan geçiyorsunuzdur, size bir işi düşmüştür, karşılıklı çıkar ilişkisi söz konusudur.


O halde bir karar vereceksin !




Gördüklerine mi inanacaksın?


Yoksa bugüne kadar sana söylenenlere mi?


Ehehe, hadi eyvallah.






Ekleme: "hangi sembolü seçseler, altında bir b*k bulacaktınız bik bik bik" diye aklından geçirenlere Türk lirasının sembolü seçilmeden daha 1 hafta önce aldığım bir mail'i paylaşmak istiyorum, tarihe dikkat:










Yani senin anlayacağın, Laleli orospusu kılıklı karıların jüri üyeliği yaptığı yarışmalardan kafasını kaldıranlar gayet de önceden kestirebiliyorlar bazı şeyleri. 


Görebilmek değil, kabul edebilmek zor.

Kemalistlerin içinde bulunduğumuz durumu anlayamaması


Bir arkadaşınız ile Televizyonda ilk kez yayınlanan bir film izliyorsunuz... Telefonunuz çaldı, bir tanıdığınız sizinle mühim bir konuyu görüşmek istediğini söylüyor. Bu yüzden filmi izlediğiniz oturma odasından çıkıyorsunuz ve mutfakta telefon görüşmenizi yapıyorsunuz. 10 dakikadır devam eden telefon görüşmesi esnasında, aniden, oturma odasında filmi izleyen arkadaşınızın "Eyvah" çığlığı ile irkiliyorsunuz... Çok kötü birşey olduğunu düşünüyor ve hemen oturma odasına koşuyorsunuz. Arkadaşınızı; Televizyona odaklanmış ve gözleri adeta yerinden fırlamış bir halde buluyorsunuz. Ekrana bakıyorsunuz, fakat sakin bir şekilde yemek yiyen iki kişi görüyorsunuz. Dolayısıyla arkadaşınızın çığlık atmasıyla filmdeki bu sakinliği bağdaştıramıyor ve bir anlam veremiyorsunuz. Zira filmdeki iki kişiden birinin, diğerinin yemeğine zehir koyduğu sahneyi görmediniz. Sizin için sıradan bir öğle yemeği... Ama geçmişte katilin zehiriyle, gelecekte ise yemeği yiyenin ölümüyle bağlantılı. Ve siz ne geçmiş ne de gelecekle ilişkilendiremediğiniz bu "anı" anlamıyorsunuz.


Işte kemalistler de böyledir. Eski yazının kaldırılmasıyla birlikte, tarihe ait ne varsa okuyamaz oldular ve bunun neticesinde geçmişleriyle bağları kopmuştur. Bu da yetmedi... Okullarda, yeni yazıyla, üstelik geçmişi inkar anlayışıyla yazılmış yalan tarih kitaplarına mahkum edildiler... Dolayısıyla herşey "Atatürk ile başladı" temeli üzerine inşa edilmiş, böylece kaçınılmaz olarak bu "anı" anlayamaz ve geleceği göremez oldular... Zira tarih tekerrürden ibarettir. Tarihini bilmeyen milletlerin geleceği karanlıktır ve asla geleceklerini kuramazlar.


Filmin bütünü yerine "anı" izleyen kemalistler, geçmişi okuyamadıkları ve anı anlayamadıkları gibi, gelecek tehlikeyi de göremiyorlar. Sanki görememeleri için kurulmuş bir düzendir bu. Düzenin kurucuları, geçmişi bilen, bu anı ve geleceği görenlerin, kemalistleri uyandırmasını önlemek maksadıyla kemalistlerin "anlık haz" almaları ve böylece düzenden kopmamalarını amaçlayan birtakım yöntemler geliştirilmişlerdir.


Çünkü geçmişten ve gelecekten kopuk bir vaziyette "anı" yaşayan kemalistleri yalana bağlamanın tek yolu; nefse hoş gelen "anlık hazlardır."


Bu yöntemlerden birisi "slogan"dır.


Kemalistlerin gerçekler karşısında cevap veremeyip slogan atmaları ve bu "anlık haz" ile düzenlerinin meşru olduğuna inanmaları bundan kaynaklanmaktadır.


Bu sloganlardan bazıları şöyledir;


Atatürk olmasaydı...


Atam izindeyiz


Ya sev ya terk et


Türkün Türkten başka dostu yoktur


Atatürk'e dil uzatma sebepsiz. Sen anandan yine çıkardın ama, Baban kim olurdu bilemezdin şerefsiz.


Kullandığın parada bile Atatürk'ün resmi var.


Türkiye Laiktir, Laik kalacak


Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.


Gördüğünüz gibi bu sloganlar; ilmî değeri olmayan sözlerdir, ancak bu ve benzer sloganlar gerçeğin üstünü örtmek maksadıyla kullanılmaktadır.


Tarih ve Din Araştırmaları Merkezi

16 Mart 2012 Cuma

Ey meçhûl gençlik!..

Birinci vazifen Türklüğü, bağımsızlığı ilelebet fazla önemsememektir.


İktidarın ve servetin vazgeçilmez temeli budur.


İkinci vazifen üst üste ithal gömlekler giyip


Yurdu dört bir yandan kiliselerle donatıp misyonerlerle örmektir...


Haçlıları dost edinip onların yanında izzet aramaktır...


"Islah ediciyiz." deyip fesat çıkarmak, bozgunculuk yapmaktır...


Haçlı askerlerin başarısı için dua edip kendi askerine dua etmemektir...


Her kuvvetli sesi kendi aleyhine sanıp o sesi zulümle bastırmak, büyüklük taslamaktır...


İnsanlara gösteriş yapıp imkansız olsa da Allah’ı aldatmaya çalışmaktır...


"Ya bendensin, ya dinsiz." diyerek Allah’ın seni insanların başına bekçi olarak gönderdiğini anlatmaktır...


Yetim malını iştahla yemek, doğayı tahrip etmek; "Yazıktır,günahtır." diyenlere de "günahkâr ve bozguncu" damgası vurmaktır...


"Hep bana, Râb bana!" ilkesine zarar veren/verecek olanlara şeytanın bile aklına gelmeyecek tuzaklar kurmaktır...


İktidarını korku, dehşet ve zulümle pekiştirmek; dünyayı sen yaratmışçasına böbürlenerek yürümektir...


Ey meçhul ülkenin, meçhul gençliği!..


Rol modelin Firavun, İsrailoğulları, Ad, Semûd kavimleri ve neo abilerdir...


Muhtaç olduğun kudret, milletine duyduğun kin ve nefrettir; her bir hücrende mevcuttur...


Varlığın, Haçlılar'a armağan olsun!..


Ne mutlu, “Demokratım!” diyenlere!..


12 Mart 2012 Pazartesi


Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 
Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!... 
-Boğamazsın ki! 
-Hiçolmazsa yanımdan kovarım. 
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; 
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. 
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; 
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! 
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! 
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim, 
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! 
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım. 
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! 
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... 
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu... 
                  
                                                                           Mehmet Akif ERSOY

11 Mart 2012 Pazar

Osmanlıyı yıkan masonlar


OSMANLIYI YIKAN, ÜLKEMİZİN BUGÜNKÜ DURUMA DÜŞMESİNİN PLANLARINI YAPAN BEŞ MASON:

Theodor Herzl;1897’de YahudileriBasel’de topladı şu kararları almıştır;

1. Sultan Abdulhamid tahtan indirilecek
2. Osmanlı Devleti yıkılacak
3. İslam dini 100 senede içinde ortadan kalkacak.

Bu kararları kim uyguladı?

Emenuel Carrasu (Emin Karasu); İtalyan hahambaşıdır.1903’te Selanik’e yerleşti. Mason localarını ve ittihat ve terakki partisini kurdu. Abdulhamit 1871’ meclisi kapattı, çünkü çoğunluk gayri Müslimlerdi. Emanuel karasu askerleri kullanarak, Sultan sıkıştırılarak meclis açtırttı. Milletvekili seçildi. Sultan indirildi 1909. Sultan Selanik’e sürüldü, oraya yerleştirildi. Osmanlı savaşa sokuldu. 1911’de Trablusgarp’ı İtalyanlar aldı.1914’de ı.dünya savaşına sokuldu.30 cephede Osmanlı savaşmak zorunda kaldı. Osmanlı 1. dünya savaşı sonunda Sevr antlaşması yapıldı. Fransızlar Kahramanmaraş’ı bizim olsun diye işgal etmedi, Arz-ı mevduda verelim diye işgal etti. Papa Lermit İsa(as) yeryüzüne gelmesi için bu savaşları yapıyoruz dedi.18 Haclı seferleri bunun için yapılmıştır. Ecdadımız 18 Haclı seferini de geri püskürtmüştür. Mikrobu bilmeden o hastalıklar tedavi olmaz. Ama Osmanlı Sevr’i kabul etmedi. Kahramanmaraş ta Sütçü İmam, Rıdvan hoca, İzmir’de Hasan Basri Çantay zeybeklerden milis teşkilatı kurdu yunanı denize döktü.1919 da bunlar oldu.1920’demeclis kurularak Anadolu kurtuldu. Güneydoğu İsrail’in olacak diğer bölgeler İsrail’in güvenliği için parçalanacak. Sevr İsrail’in güvenliği için getirildi.1. dünya savaşı başlayalı beş senedir uğraştılar yutamadılar.

Hayım Nahum; (Bu kişinin torunu Jan Nahum şu an Petrol ofisinin CEO su. Daha önce TOFAŞ CEO su idi.) Lozan da, İnönü’nün müşaviri Lort Corc’un ve Klemenson’un müşaviri. Diyor ki; I.dünya savaşını niçin yaptık, Pontus kurulsun, Ege’yi yunana verelim ortada bir şey kalmasın Büyük İsrail devletini kurmak için engel kalmasın. Hayım Nahum, bu isteklerinizin yanında kalbinizi kullanırken aklınızı da kullanalım. Şartlı Lozan’ı imzalayalım. Burada şu kararları aldılar,

1. Anadolu insanını aç bırakalım
2. Anadolu insanını işsiz bırakalım
3. Anadolu insanını borca esir edelim
4. Anadolu insanını diniden uzaklaştıralım, yumuşak lokma yapalım. İşte dinler arası hoşgörü bu planın bir parçasıdır.

Zbigniew Brzezinski; Teoder Herz’in asistanıdır. ABD’de savunma bakanlığı yapmış. Beni İsrail’in son hedefine yaklaşması için Siyonizmin 5765 yıldan beri en kuvvetli noktasındayız.

1- ABD avucumuzun içinde ancak, geliniz diktatörlüğe dönüşmeyelim. Dünyayı yönetenler kulübünün başkanı olmaya çalışın.

2- Orada Irakta yaptığımız gibi tepki alırız. Onları ortak olacağınız bir kulüpte tutunuz. İslam âleminde iki çeşit inanışta insanlar var. Bunlar; Dünyalıkçılar, Aşırı dinciler, radikaller.

’Biz dünyalıklarla işbirliği yapalım’’ diyen kişidir. Bunlar bu planları yaparken 54. hükümet iş başına geldi. Geldi de ne oldu. 50 milyar $ bütçeye 35 milyar ek gelir getirdi. Nereden geldi, Canab-ı Hakkın bu millete verdiği nimetlerden. 26 milyar borç,14 milyar $ faize gitti.10 milyar $ kurtuldu. 7 milyar $ kitler kara geçti. Altı ayda zarar eden kitler kara geçti. 17 milyar $ oldu. 13 milyar $ kaynak paketlerden elde edildi.

8 Mart 2012 Perşembe

kürtajın korkunç yüzü ve kozmetikle iğrenç ilişkisi


 kürtaj CİNAYETTİR !!


  Dr. Bernard N. Natonson kürtajın uygulanış safhalarını bir filme çektirip yorumladı: '' Kürtajın yapılma safhaları hassas aletler ve ultrasonla filme çekildi. Kürtajı yapan evli olmayan genç bir doktordu.


İki ayrı kürtaj kliniğinde çalışıyordu ve 10.000 'e yakın kürtaj yapmıştı.Kendisinden filmin editörü olmasını istedik.kabul etti. Filmi seyretti, editör oldu ama odadan çıktıktan sonra bir daha kürtaj yapmadı . Kamerayla çekim yapacak kadın da özel olarak seçilmişti. Bu kadın kürtajı şiddetle savunan bir feministti. Ancak kendi eliyle görüntüldiği filmi seyrettikten sonra kürtajla ilgili konularda hiçbir tartışmaya katılmadı. filmde önce bebek ana rahminde rahatça hareket ederken görüntüleniyor.Kürtajı yapan kişi rahme müdahele ettiği zaman çocuk bir an dona kalıyor.


Müdahelenin aksi istikametine, rahmin diğer tarafına doğru kaçmaya çalışıyor.Kalp atışları 140'tan 200'e çıkıyor.Kürtaj yapan kişi çocuğu ararken çocuğun dehşetle ağzını açtığını görüyorsunuz. Sonra kürtaj yapan el ona doğru uzanıyor, çocuğun ağzı öylesine açılıyor ki , çığlık atışını filmde görebiliyorsunuz.


Kürtaj yapan kişi onu başından tutuyor ve başını vücudundan ayırıyor. 12 haftalık bebekten geriye birkaç doku artığı kalıyor.Bu değişiklik kürtaj çeşitlerinden sadece birisidir.Kürtaj yapanlar anestezi uzmanı arasında gizli bir dil vardır.Baş bir numara olmak üzere çocuğun vücudu numaralandırılıyor. Anestezi uzmanı kürtajı yapana soruyor:'1 numara çıktı mı?Bitirdik mi?' Kürtajı yapan ya da olmayı kabul eden insanlar acaba bir hayatı katlettiklerinin farkındalar mı?''


Kürtajı hikayesinin satırlarını bile okurken insan ürperdiği halde nasıl olur da hissettiği , yaşadığı bir şeyden dehşete kapılmıyor ve korkmuyor?Aslında iş bununla da kalmıyor, insanoğlu vahşetini bir kürtajdan arta kalan ceninlerin kullnaımıyla sergiliyor.


Nitekim kozmetik firmalarının ürünlerine kürtajla alınmış bebeklerin ceninleri kullanılıyor. Başta Fransa'da kullanılmak üzere birçok 3. dünya üleksinden getirilen kürtajla alınmış bebeklerin kozmetik firmlarına satıldığı bildirliyor.


bunun delili olarak da ABD ve Avrupa'da kamyonlar dolusu ceninin ele geçirilmesi gösteriliyor.
kozmetik sanayinin imparatoriçesi yahudi asıllı Helena Rubinstein'in ürünlerinin reklamlarında ''cildin gen ve yaşayan hücrelelerle'' güzelleştiği belirtliyor.Gel gör ki , bu ürünlerin yapımında kullanılan COLLOGEN adlı maddenin ceninden elde edildiği ya bilinmiyor ya da bilinmezlikten geliniyor ve zavallı güzellik düşkünü insanlarda ciltlerinin güzelliği için kullandıkları kozmetik ürünlerinin mayasında , katledilen bir hayatın var olduğunun farkında bile değiller. yoksa aksi olarak ''Vahşetle güzellik olmaz''düsturundan çok mu uzaklar?


Dünya bu vahşette yüzerken Türkiye geri kalır mı? Araştırmalar Türkiye'nin gizli cenin cenneti olduğunu ortaya koymuştur.Nitekim Türkiye'nin en büyük doğum hastanesi olan ismi bizde saklı kadın hastanesinde çalışan üst düzey bir yetkili kürtajla alınan ceninlerin kozmetik firmalarına satıldığını söylüyor.


Adının açıklanmasınıistemeyen yetkili kozmetik firmalarının kürtaj yapılan bütün hastanlere eleman gönderdiğine dikkat çekerek bu elemanların ceninleri satın alma işlemini son derece gizli yürüttüklerini ve bu ticaretten hastanelrden hayli yüklü gelir de elde ettiğini kaydediyor.


7 Mart 2012 Çarşamba

ÜSTÜN DÖKMEN'den


ÜSTÜN DÖKMEN; Geleceğin suçlusunu yetiştirmenin 8 basit kuralı.! 

‎1 Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye başla !
 Ki, herkesin onun geçimini sağlamakla
 mükellef olduğuna inansın...
 2 Fena sözler söylediğinde gül !
 Ki, kendisinin akıllı olduğuna inansın...
 3 Ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın !
 Bırak, onsekizine gelince kendisi karar versin...
 4 Yerde bıraktığı her şeyi kaldır:kitaplarını, giysilerini,
 pabuçlarını...Onun için her şeyi sen yap !
 Ki, sorumlulukları hep başkalarına yüklesin...
 5 Onun önünde sık sık kavga et !
 Ki, bir gün aile parçalanırsa pek de şaşırmasın...
 6 Ona istediği kadar harçlık vermekten kaçınma !
 Asla kendi parasını kazanmanın
 ne demek olduğunu öğrenmesin...
 7 Yiyecekmiş, içecekmiş, konformuş, tüm arzularını
yerine getir !
 Ki, istediklerini her zaman elde etmeye
Şartlansın...
 8 Komşulara, öğretmenlere, polise, vs. karşı
hep onun tarafında ol !
 Ki, hepsine karşı ön yargılarla davransın...

 Evet evet, bütün bunları yap !

 Ki, günün birinde onun başına bir bela gelirse
 kendinden özür dile,
 ama onu felaket dolu bir hayata
 hazırladığın için
 kendine teşekkür etmeyi de
 İhmal etme sakın !.

pepsi

Kola şirketi PEPSİ'nin ürünlerinde ölü insan fetüsü yani ölü ceninleri kullandığı söylenmektedir...
Ölü ya da öldürülmüş ceninleri yiyecek içecek catering ve özellikle makyaj ve kozmetik sektöründe kullanıp bu konuda bilimsel araştırma yapan şirketin ismi SENOMYX'dir..amaçları tatlandırıcı olarak kullandıkları insan bebeklerinden ortaklıklar kurmaktır ki pepsiyle zaten ortaklar..
SENOMYX 'in kullandığı fetüsler HEK-293 (human embryonic kidney cells) 
olarak adlandırılıyor. bu araştırmaların kökeni 1970 lerde Leiden Hollanda daki Alex Van der Eb Laboratuvarına dayanır. burada hücre biyolojisi araştırmalarına göre gen terapileri için terapatik PROTEİN VE VİRÜS ÜRETİLİR..laboratuvar mali kaynaklarını geliştirmek için SENOMYX ile anlaşıp bebek hücrelerinin kozmetik ve gıda sanayisinde kullanılmasına önayak olmuştur.

havalar sıcak gidiyor bakkala koşup soğuk dolabına el atarken bi daha düşünün ...
Unutmayın dünya nüfusunun azaltılması amaçlanmaktadır. Burdaki yazanlar doğru ya da değil, sadece düşünün, yorumlayın ve yargılayın...

4 Mart 2012 Pazar

Tarihimiz 3 Kuruşa Yabancılara Satılmış


Arşivler milletlerin hafızası hükmündedir ve muhafaza edilip tasnife tabi tutularak araştırmacıların hizmetine sunulması milli bir görevdir. Dünyanın en zengin belge ve defter koleksiyonlarına sahip olan arşivlerimiz 1931 yılı Mayıs ayında dünya arşivcilik tarihinde numunesi olmayan bir hadise ile karşı karşıya kalmıştır.


İstanbul Defterdarlığı’nın zemin katlarında depolanan Maliye Nezareti’ne ait evraklar “evrak-ı perişan” yani kullanılamaz kabul edilerek ihale ile kağıt hamuru yapılmak üzere satışa çıkarılmıştır. Evrakların kullanılamayacağına dair raporu hazırlayan iki maliye memuru ne tarihçi ne de arşivcidirler. İhaleyi Bulgaristan’ın Sofya şehri yakınlarında faaliyet gösteren İsveçli Berger ailesine ait Srnee Berger kağıt fabrikası İstanbul’daki aracı kurumları vasıtasıyla kazanmış ve ihale bedeli olarak okka başına 3 kuruş on para üzerinden anlaşılmıştır.


Ecdadımızın terekesi olan bu kıymetli materyal Defterdarlık binasından Sirkeci Tren Garı’na özensiz bir biçimde nakledilirken sokaklara uçan bir miktar belge, gazetelerine giderken aynı yokuşu kullanan Muallim Cevdet ve İbrahim Hakkı Konyalı gibi memleket sevdalısı münevverlerimiz tarafından görülmüştür. İşin aslını araştırıp vehametini kavrayan adı geçen merhumlar konuyu büyük bir infial ile gazetelerindeki köşelerine taşımış ve hafızamızın satılıyor olduğunu duyurmuşlardır.


Fakat ne yazık ki kimliğimiz olarak kabul edebileceğimiz evrakın mühim bir kısmı Sofya’ya intikal etmiştir. Bu köşe yazıları sayesinde Bulgar yetkililer de satıştan haberdar olarak belgelerin kağıt hamuru yapılması işlemi durdurulmuştur. Kağıt fabrikasına gitmek ve kağıt hamuru yapılmak üzere yola çıkan dede yadigarı belgeler Sofya Cyril Methodius Kütüphanesi’ne konulmuş ve Şarkiyat Koleksiyonu birimi oluşturularak tasnife tabi tutulmuştur.


Kütüphane müdirelerinden Zorka İvanova’nın ifadesi ile kuru ot fiyatına alınan bu vesikalarla Bulgarlar dünyanın üçüncü büyük arşivine sahip olmuşlardır. İşin teselli olunacak yönü, evrakların kağıt hamuruna dönüştürülmekten kurtarılması ve Bulgarlar ile 1993 yılında yapılan protokol gereğince mikrofilmlerinin arşivimize kazandırılmaya başlamış olmasıdır.

1 Mart 2012 Perşembe

BİLİYOR MUYDUNUZ?

¥ l930′lu yılların Türkiyesi’nde Urla gibi bir Ege şehrinde bile insanların açlıktan öldüğünü…


¥ Ülkenin pek çok yerinde kefen bezi alacak kadar parası olmayan vatandaşların, Diyanet İşleri Başkanlığı’na müracaat ederek, ölülerini kefensiz gömme izni istediklerini, Başkan Şerafettin Yaltkaya’nın ise, herhangi temiz bir bezle kefenleyip defnedebileceklerine ilişkin “fetva” verdiğini…


¥ 1950 yılına kadar liselerde ders kitabı olarak okutulan “Tarih II” isimli kitapta Kâbe’nin “tavla zarı”na benzetildiğini, “Hicret”în “kaçış” olarak nitelendiğini, Peygamber Efendimiz’den “Hicaz Peygamberi” olarak bahsedildiğini, buna mukabil yalancı peygamber Müseylime’nin bir hayli övüldüğünü ve Kur’an’ın “Muhammed’in fikirlerinin toplu olduğu kitap” şeklinde tanıtıldığını…


¥ Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu yıllarda, 75 bin lira gibi büyük paralar harcanarak heykel dikildiğini…


¥ Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin babaannesi Hayme Ana’nın Çarşamba Köyü’ndeki (Bilecik/ Domaniç) türbesini Sultan II. Abdülhamid’in tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle, zeminini Hereke halılarıyla kapladığını, ancak tek parti yönetimi döneminde o muhteşem halının türbeden alınarak, partinin İnegöl İlçe Merkezi’ne serildiğini, atlas perdelerin ise kaymakamlık binasında kullanıldığını…


¥ Osmanlı Devleti, cumhuriyete dönüştükten sonra, ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: “Herkes bu pasaportla alay ediyor, oysa eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb’asıyım ne olur bunu değiştirin” diye sefaret yetkililerine yalvardığını…


¥ 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gelişme yolunu tıkadığı ve Osmanlılarla savaştığı için Katolik Avrupa tarafından kendisine “Hıristiyanlığın şövalyesi” unvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan’ın ölüm döşeğinde, evlatlarına, “Bir gün korunmaya ihtiyaç duyarsanız, Asla Rus’a yanaşmayın, çünkü haindir, sizi yok eder. Kendinizi gönül rahatlığıyla Osmanlılara emanet edin, çünkü onlar âdil ve merhametlidirler” diye vasiyet ettiğini…


¥ 1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete oturan dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen’in, “Bu Suudi Arabistan’ın ilk tuzdan arıtma tesisidir” demesi üzerine, Fransız Büyükelçisinin, “Hayır ekselans, bu Suudi Arabistan’ın ikinci tuzdan arıtma tesisidir. İlkini sizin dedeleriniz (Osmanlılar) 1800′lü yılların sonunda gerçekleştirdiler” diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini…


¥ Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kaybettiğimiz topraklarda yaşayan çeşitli halkların Osmanlı’yı hâlâ hürmetle andığını, yaşlı bazı Cezayirlilerin ve Libyalıların boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktığını…


¥ Osmanlı Devleti’nin şahlanış dönemine rastlayan günlerde, Avrupalı papazların, Hıristiyan vatandaşlarını teselli etmek için, “Dünya hakimiyeti Türklere, Cennet de Hıristiyanlara verildi” şeklinde izahlar getirdiklerini (şimdi de biz öyle yapıyoruz), ama cemaatin çoğunun buna inanmadığını, “Dünyada dünyamızı elimizden alan alanlar, ahirette de cennetimizi alırlar” diye söylendiklerini…


BİLİYOR MUYDUNUZ?

V FOR VENDETTA HAYRANLARI


Bu filmin senaristi ALAN MOORE dur .Daha doğrusu bu film bir çizgi roman uyarlamasıdır ve Alan MOORE da WATCHMEN çizgi romanının ve V for Vendetta nın yazarıdır . 


Alan MOORE un Alaister Crowley hayranlığı malum , Kendisi de bizzat büyü yapan bir şeytanidir. Zaten resimlerine bakarsanız ne demek istediğimi hemen anlarsınız .


Alan MOore un V for Vendetta -Watchmen den başka bir çizgi romana daha yazarlık yapıyor From HEll ( CEHENNEMDEN ) ...Gerçekten ilginç adammış .Marwelman adlı çizgi karakterinin de ilginç yanı ...simgesi 2 tane m harfi yani w nun tersi...bazen de sadece göğsünde bir V harfi ile temsil ediliyor .


Watcmen in bir kelime oyunuyla witchman e dönüşmesi de pekala mümkün ( Büyücü adam ) .Bunlara birer tesadüf olarak bakabiliriz.Ama şahsi açıklamalrında da Alan MOORE Alaister Crowley e olan hayranlığını gizlemiyor,ve onun eserlerindne nasıl etkilendiğini anlatmaktan geri kalmıyor .
************************************************


FİLMİN YAPIMCISI DA İLGİNÇ :


Wachowski biraderler ,hani MATRİX filminden önce adları sanalrı duyulmamış tuhaf kardeşler.Bir tanesi sonradan ameliyat ile cinsiyet değiştiren biraderler bu filmin yapımcısı ve SİNEMA uyarlayıcısı olarak karşımıza çıkıyor .
MAtrix evet illüminati nin meşhur projesi MAtrix in yönetmenleri burada da 
karşımıza çıkıyor .



Hilafet Fonu’ndan İş Bankası’na


CHP, İş Bankası, OYAK benim aklımda hep yan yana durur.. İş Bankası yarı resmi olmanın ötesinde bir anlam taşır. Bir defa nev-i şahsına münhasır bir ortaklık yapısına sahiptir.. CHP Mustafa Kemal’in hisselerini temsil eder ama, neması Kemalist düşünce kulübüne gidecektir.. Onu da devlet yönetecek..


Bayar DP’yi temsil ediyorsa, İnönü CHP’yi temsil eder. CHP İş Bankası’nda Mustafa Kemal’i temsil eder. İş Bankası bu yanı ile bir DP-CHP ortaklığıdır.
Gariplik bununla da bitmez. Bu Riba / aktüel anlatımla faizle çalışan bankanın ana sermayesi, Hilafet Fonu’ndan aktarılmıştır.. Hindistan Müslümanlarının Hilafet ve saltanatı kurtarmak için Kurtuluş Savaşı’na destek olmak gayesi ile gönderdikleri paralar her nasılsa, Hilafeti ve onun koruduğu değerleri ortadan kaldırmak için çalışan, “lâikçi” bir kadronun eline geçmiştir.. Türkiye’nin derin gerçeği bu paradoksta gizlidir..
Ezanın aslına döndürülmesi için Menderes’in seçim meydanlarında verdiği sözü tutma girişimi, o zaman İsrailiete mezunu, bir zamanların “Galib hoca”sı Bayar tarafından engellenmeye çalışılmış, daha sonra Menderes, Polatkan, Zorlu ısrar edince, Bayar güneye bir gezi bahanesi ile Ankara’dan ayrılmış, yerine vekalet eden Meclis Başkanı yasayı onaylamıştır.
İşte bu kişi ve Mustafa Kemal, hilafetin mirasçısıdır aynı zamanda ve CHP bu hilafet mirasının bugünkü sahibidir..
İş Bankası ile internette bir tarama yaparken birkaç yolsuzluk haberi dikkatimi çekti. Derin gerçekle ilgili fazla bir bilgi yok.. “İş Bankası Hereke Şubesi’nde, zimmet iddialarıyla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında eski Müdür Mehmet Bozkurt ile banka çalışanı Halil Topaç gözaltına alındılar” diye bir haber okudum geçen gün.. “İş Bankası’nın, İstanbul’un Ömerli beldesinde Koray İnşaat’la birlikte inşa ettiği Villakent projesini de içine alan iddialar, TBMM Yolsuzluk Araştırma Komisyonu’na ulaştı. Komisyon üyeleri ‘2 milyar dolarlık yolsuzluk’ iddiasını yerinde araştırdı” diye devam ediyor haber..
Bir baktım, bir başka yolsuzluk haberi daha: “Gazi Üniversitesi personelinin maaş, ek ders, ikramiye, katkı payı ile öğrenci harçlarının, yurt paralarının Vakıfbank, Yapı Kredi Bankası, İş Bankası ve Akbank’a yatırılması karşılığında bankaların verdiği promosyonlar da vakfa aktarıldı. Kanun hükümleri gereği özel bankaların verdikleri toplam 3 milyon 588 bin TL değerindeki promosyonlar, üniversite bütçesine girmesi gerekirken GÜV’e gönderildi.”
Sayıştay, Gazi Üniversitesi’nin kasasına gitmesi gereken yaklaşık 10 milyon TL’nin usûlsüz bir şekilde Gazi Üniversitesi Vakfı’na aktarıldığını ortaya çıkarmış. Garip değil mi? Bu haberler basında öyle fazla bir yankı bulmadı…


CHP İş Bankası için derin ve güçlü bir koruma kalkanı oluşturuyor.. Mustafa Kemal’in vasiyetine rağmen TTK ve TDK’ya İş Bankası hisselerinin nemasını vermemekte direnen CHP mahkemelik oldu. TTK ve TDK, toplam 170.5 milyon TL’lik alacak davası açtı Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun CHP ile 1966’dan beri yaşadıkları Atatürk’ün vasiyeti krizinde 2006 perdesi açıldı.
Tabii bu gecikmeden dolayı örtülü nemanın kimin kasasına girdiği de ayrı bir merak konusu..
Türkiye İş Bankası bir yandan da dışa açılma çabası içinde. Bağdat ve Erbil’de şube açmak için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan izin aldı. Kahire’de de şube açmaya hazırlanıyor..
Deniz Baykal’ın İş Bankası konusunu yakın takibe aldığı ve konuyla özel olarak ilgilendiği ileri sürülüyor.. CHP’den başından ayrıldı ama başka konularla ilgilendiği söyleniyor.. Aslında parti yönetimi bu banka ile ilişkileri bir incelemeye alsa, iyi eder. Çünkü bir gün bu işin kokusu çıkacak. Meclis de bu konuyu araştırmalı. Aynı şekilde belki Sayıştay’ı da ilgilendirir bu konu..
Kimilerine göre, CHP’ye yakın dış bağlantılı birtakım kişiler, Türkiye’deki paralarını İş Bankası üzerinden nemalandırmaya çalışıyorlar..
Aslında İş Bankası’nın kuruluşu için Hilafet Fonu’ndan Hindistan’dan gelen para değil, Ester Benbassa’nın sözünü ettiği bir de, İttihat Terakki’nin, Osmanlı defterdarlıklarından parti zimmetine geçirdikleri 80 ton altın hikayesi var. Siz buna bir de Filistin’den 3 ordu terhis edilip geri çekilinirken, Şam eyaleti ve ordu kasasından alınan ve daha sonra İskenderun’dan gemi ile İstanbul’a taşınan altınlar konusunu ekleyin..
Geçenlerde bu konuyu Hakan Çebi de yazmıştı sanırım. Bir ara Uğur Tönik de bundan söz etmişti galiba.. 80 ton altının izini sürenler, Hayim Nahum’un da bu işin içinde olduğunu, Köstence’den yüklenen altınların önce İsviçre’ye götürüldüğü, daha sonra tekrar Ankara ve Kahire’ye gönderildiğini anlatırlar..
Türkiye’deki “Milli Burjuvazi”ye gelen ilk finansal destek sakın İsviçre üzerinden kredi gibi alınan bu paralar olmasın? Mesela Koç ve Bernar Nahum da bu kaynaktan istifade etmiş olmasın.. Hayim Nahum işin içindeyse neden olmasın ki?..
Bir anda kendinizi Türkiye’nin derin gerçeğinin tam ortasındaymış gibi hissediyorsunuz. İş Bankası’ndan söz ederken derin konulara dalıyorsunuz..
Güsberg Paşa kimdir ya da Habib Gerez mesela..
İsak ben Zwi, Ben Gurion, hepsi Selanikli.. Sakın Yahudilerin Filistin’e göçü için de bu kaynak kullanılmış olmasın..
Sahi Sabetaycıları, 1924 Mübadelesi’nde İzmir’e ve İstanbul’a getiren gemilerin parasını kim verdi?
Ah Hayim Nahum efendi ah! Kral Faruğ’a da danışmanlık yaptı, Nasır’a da.. Mustafa Kemal’in ölümünde de yanındaymış.. 1960’larda vefat ettiğinde gözleri görmüyormuş ve mezarı Kahire’de..
İş Bankası Kahire’de şube açıyor deyince, neleri akıllar getirdi bu iş…
Neyse, bir gün gelir, elbette gizli kalan gerçekler ortaya çıkar.. Kim kimdir, öğreniriz..
İş Bankası, en az CHP kadar gizemli bir tarihe sahip..