27 Ocak 2012 Cuma

ZİHİN KONTROLU VE MANÇURYA KOBAYI


Doç. Dr. Ümit Sayın'ın bir röportajı  


 Zihin Kontrolü ve Mançurya Kobayı Nedir, Nasıl Yapılıyor?

Zihin kontrolü, insanın algı sistemlerine ya da bilincine yönelik olarak yapılan birtakım operasyonlar zinciri. Bunların bir tanesi LSD gibi çok çeşitli halüsinojenlerin kullanılması ve insanda farklı bilinç halleri oluşturmak. Bunu özellikle yabancı istihbarat örgütleri kullanmış. 


Kore Savaşı'nda Çinlilerin kullanmış olduğu yöntemleride unutmamak gerek tabi. İnsanların fizyolojik ihtiyaçlarını bloke etmek ve onların direncini kırmak, kullanılan yöntemler arasında. 


Zaten " Mançurya Kobayı" ismi de Kore Savaşı'ndan geliyor. 
Kore Savaşı'nda insanların dirençlerini kırıp çeşitli işkence yöntemleri uyguladıktan sonra çözülmeyi çok daha kolay bir şekilde sağlıyorlar. ABD'liler 1950'li yıllarda uyanıyor ve 1953'de MK-ULTRA projesi başlatılıyor. 


O dönemlerde Solomon Asch adlı bir Yahudi bilimadamı var. Bunun 300 bin kişi üzerinde yaptığı bir çalışma mevcut. 


Çalışmada iki grup var. Bunlardan birinde öğretmenler, diğerinde denekler var.  Denekler oturdukları yerde bir kelime okuyacak ve hata yaptıkları zaman öğretmenler bunlara elektrik şoku verecek. Elektrik şokları 75 volttan başlayıp üst noktalara kadar geliyor. 


Aslında burada deney yapılanlar şok verilenler değil, öğretmenler. İnsanların nereye kadar şok vermeyi sürdürecekleri ölçülüyor. Görülüyor ki 300 bin kişinin yüzde 65'i bir beyaz gömlekliye " Şok ver!" demeyi sürdürdüğü için şok vermeyi sürdürüyor ve 450 voltluk değerlere kadar çıkılıyor. Bu arada, öğrenenlere elektrik falan verilmiyor. 


Aslında deneklerin (öğrenenlerin) çoğu tiyatrocu ve rol yapıyor. İnsanlar, deneklerin canının acıdığını görmelerine rağmen elektrik vermeye devam edebiliyor.  Dolayısıyla insanlarda otoriteye karşı korkunç bir boyun eğme var. 300 bin kişiyle yapılmış olması, bunun büyük olasılıkla ABD derin devletinin bir projesi olduğunu gösteriyor. 


Şuna bakıyorlar: " Otoriteye bizim halkımız ne kadar bağlı?" Bu deneyi Türkiye'de yapsanız oran daha az çıkar; Yüzde 65 çıkmaz. Ama Amerika'da sosyal koşullama ile otoriteye inanç çok yüksek düzeylerde.


Teknoloji bu konuda ne yoğunlukta kullanılıyor?


Teknoloji çok iyi kullanılıyor. ABD'de şunu gördüm. İnsanlarda ciddi bir televizyon bağımlılığı var. Gidiyor evine, günde beş saat televizyon seyrediyor. Seyrettikleri şeyler abuk subuk. 


ABD'deki kanallar Türkiye'dekinden kötü; hepsi birbirine benziyor. Haber programları zaten tamamıyla beyin yıkama. Dolayısıyla, insanlar nasıl günde beş saat televizyon seyretmeye yönlendirilir, alıştırılır, bu nasıl bağımlılık haline getirilir, o çok enterasan. 


Televiyonlarla aslında indoktrine edilmiş, pasifleştirilmiş bir toplum kurdu ABD. 


MK-ULTRA projesini başlatan Allen Dulles'in çok vurucu bir sözü var;
 "Birinci aşamada propaganda, depolitizasyon ve kitlesel sindirmeyi sağlayacağız. İkinci aşamayı da bireyin beyninde kazanacağız" diyor.


Zihin kontrolü yoluyla sıradan bir insandan bir cani yaratmak mümkün mü?


Bunun başarılabileceği söyleniyor şu anda. Bunların en vurucusu John Lennon'un katili Mark David Chapman. John Lennon, ABD dengeleri için çok büyük tehlike oluşturmaya başlamıştı. Vietnam Savaşı'na karşı çok ciddi bir etki oluşturuyordu. John F. Kennedy ve kardeşi Robert Kennedy'nin katillerinin de böyle programlara tabi tutulduğu söylendi. Detaylı bilgi için 2006 Temmuz'unda yayınlanan, 'Derin Devletler, Gizli Projeler ve Kirli Gerçekler' (Neden Kitap) isimli kitabıma da bakabilirsiniz.


Zihin kontrolü ağırlıklı olarak istihbarat örgütleri tarafından mı kullanılıyor?


Bu yöntem, istihbarat örgütleri ve askeri istihbarat tarafından kullanılıyor. ABD'de 29 tane istihbarat örgütü var. Bunlardan en önemlileri Savunma Bakanlığı'na bağlı Askeri İstihbarat Teşkilatı, CIA, NSA, FBI ve DIA. En gizlilerinden biri NSA'dir. Bu teşkilatlardan hepsi zihin kontrolü konusunda çalışmalar yapıyor.


Toplumsal olarak zihin kontrolündeki araçlar nedir?


Televizyon ve moda en önemli araçlar. Hollywood bu işte başı çekiyor. Çünkü Hollywood'la insanların davranış şekillerini kalıplamak mümkün. Mesela bunun en önemli örnekleri Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Matrix isimli filmler. Matrix'te bazı kalıplara insanlar şartlanıyor. 


Yahudi geleneklerini insanlara, çocukların bilinç dışına aşılıyor. Belki bizler genel toplumdan biraz kopuk ve daha farklı insanlar olduğumuz için, "Hadi canım sende, bu olmaz!" diyoruz ama bu öyle değil. İnsanların yüzde 50-65'ini etki altına alsa yetiyor zaten. Normal insanlar bu telkinleri ve şartlandırmaları çok kolay alıyor. 


Dolayısıyla beyin yıkama araçlarından en önemli ikisi; televizyon programları ve filmler. Filmler çok önemli. Bu mecrada her şey milim milim işleniyor. 


Ortaya çıkan şu: 


ABD'de toplumun yüzde 65'i tamamen itaatkâr, ABD'yi yöneten 25 bin elite kafa kaldırmayacak insanlardan oluşuyor. 


Nitekim Bush gibi birisini başlarına getirmelerinden belli olmuyor mu? Yahudi sistemini, Evangelist beyin yıkamayı sorgulamaması ve ABD'deki sistemi sorgulamaması üzerine eğitilmeye çalışılan insanlar bunların büyük çoğunluğu. 


Bugün ABD'de demokrasi yok ki! 


Demokratlarda, Cumhuriyetçiler de CFR (Dış İlişkiler Konseyi) üyesi. Aynı yerden adam seçiyorsun. Bir çelişki yok yani. ABD'de kimin nereye geleceğine başından karar veriliyor. Bir zihin kontrolü projesi olan " Monarch Projesi" bunlardan bir tanesi. Onunla ilgili "Baykuş İmparatorluğu" (Trance Formation of America) isimli bir kitap var. 


Bu, CIA'in yazdırdığı bir psikolojik savaş kitabı. Buradaki hiçbir şey gerçek değil. Deli saçması bunların büyük çoğunluğu. Büyük bir kısmı ise pornografik. Hedef komplo teorisiyle uğraşanları hasta ve mantık dışı göstermek.


Derin devletlerin kendilerini, olduklarından daha güçlü göstermek ve insanlara "Ensenizdeyiz" izlenimi vermek gibi bir görevleri de var.




Zihin kontrolünün bu çerçevede yeri nedir?


Belki adam uğraşıyor zihin kontrolünü yapmaya ama yaptığı zihin kontrolünü çok daha farklı gösteriyor bize. Çok daha büyük, ulaşılmaz. "Uzaydan, uydulardan kontrol ediyoruz, rüyalarınıza giriyoruz" şeklinde lanse ediyorlar. Bir yandan yapılıyor, bir yandan da yapıldığından daha fazla abartılıyor...


Bu da zihin kontrolünün bir parçası. Bugün bir sürü hatalı düşünen insan var .Mesela, Türkçe'de çıkmış bir sürü kitap var. Saçma sapan bir sürü bilgi içeriyorlar, gerçeklerle ilgileri yok.


Zihin kontrolü Türkiye'de uygulandı mı?


Türkiye'de uygulandığını düşünüyoruz. Kitabımda Aytunç Altındal'la yapılmış bir mülakat var. Orada detaylı örnekleri yer alıyor. 1968-70'lerde "Phoenix Operasyonu" adı altında bir operasyon var. 


Yakalanan iki ABD'linin üzerlerinde LSD ve diğer haplar vardı. Yabancı istihbarat birimleri tarafından kontrol edilen, Türkiye'nin düşmanı haline getirilmiş bazı tarikat ve cemaatlerde bu tip maddeler ve çok değişik tekniklerin kullanılmış olma olasılığı çok yüksek.


Danıştay saldırısının da bu etkiyle yapılmış olabileceğine dair bir iddia var kitabınızda?


O konuda çeşitli iddialar var. Bulgaristan'da bir hafta kaldığı söyleniyor, ne yaptığı belli değil. 


Danıştay saldırısının büyük olasılıkla Gladyo tarafından planlandığı, temelinde de Danıştay üyelerinin, Tüpraş'ın özelleştirmesine, Galataport'a onay vermemelerinin yattığı sanılıyor. Oferler'in projeleri bunlar ve arkada Yahudi lobisi ve İsrail hükümeti var. Danıştay üyelerinin hayatları tehlikede. Danıştay üyeleri koruma istedikleri halde alamıyorlarmış, yani bugün Devlet kendi Danıştay üyelerini koruyamıyor. Bugün Türkiye'de Türkçülüğü, Ulusalcılığı savunan bir yapı, derin devlet yok. Olsa zaten şu andaki yönetimi ve sistemi alaşağı ederdi.


Nasıl bir derin devlet var peki Türkiye'de?


Türkiye'de yabancı derin devletlerin ve yabancı istihbarat örgütlerinin uzantısı olan bir sözde derin devlet ya da çete-derin devlet var. Bunun hedefi, Türkiye'yi Sevr koşullarına göre parçalamak. Ben 2002'den beri televizyonlarda söylüyorum bunu. O zamanlar bana "Sevr paranoyağı!" diyorlardı, şimdi gazetelerde 'Parçalanmış Türkiye haritaları' yayınlanınca millet uyandı.  Hatta Mustafa Balbay'ın yaptığı Cumhuriyet gazetesindeki o panele katılan bir iki kişinin bulunduğu ortamlarda ben bunları anlatmıştım da, "Çok abartıyorsun" demişlerdi. 


Pek çok kişi, 11 Eylül'ün ABD derin devletinin işi olduğuna da inanmamıştı. Tabii komplolarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Her tarafta komplolar ve entrikalar çevriliyor. Emperyalist ülkeler zaten komplocuların en başında geliyor. 


Bu koşullarda, komploları araştırmak son derece normal bir şey.  Ama insanların çoğu, "komplocu" ya da "paranoyak" damgası yememek için uzak duruyor. Tabii burada ciddi paranoyaklar, komplo teorisyeni olup da cidden hasta olan insanlar da var. Uzaydan gönderilen sinyallerle deprem yapılabileceğini söyleyen insanlar var ki bunlar gazeteci. 


Cinlerle istihbarat toplanacağını, cinlerle beyin kontrolü yapılacağını söyleyen insanlar da var. Bugün Türkiye'deki kitaplarda bu bilimdışı iddialar var.


Zihin kontrolü ile cinselliğin ilişkisi nedir?


İnsan beyni bir programdır. Yani insan, kendi kendini programlayan birbilgisayar gibidir. İnsan beyninde pek çok şey haz alma, mükafatlandırma prensibine dayanır. Pavlov'un bir zamanlar kanıtladığı gibi şartlanmaya dayanır. 


Şartlanmaya dayalı bu sistemde haz en önemli belirleyicilerden biri haline gelmiş durumda. Dolayısıyla insan kendi kendini programlarken, kendi kendisine yeni bir sürü şey öğretiyor. 


Cinsellik de bu öğrettiğişeylerden bir tanesi.

Tabii bu, uyuşturucuyla, flaşlarla, değişik ortamlarla, ilaçlarla bu şartlanma etkileri arttırılabiliyor, azaltılabiliyor. İnsanlarda cinsel haz nesnesi yaratmak, libidoyu değiştirmek mümkün.


Dolayısıyla bu haz nesnesine bağlı olarak "Pavlovyen" bir şartlanma yaratmak mümkün. Bu şartlanmada insanları belli koşullara, stimulanlara, belli fikirlere göre yönetmenin ve programlamanın mümkün olduğu söyleniyor.


Cinsellik bunun için sıklıkla kullanılan bir araç. 


Ve cinsellik başka motiflerle birlikte kullanıldığı zaman yeni bir takım şeyler getiriyor. Bunlardan bir tanesi "Kauçuk ve Deri Fetişizmi".  Bu parafilik fetişizmler, son zamanlarda özellikle toplumlara pompalanıyor. Halbuki her ikisi de birer sapış.


Cinselliğin daha fazla kullanılmasıyla ne elde ediliyor?


Daha fazla haz, planlanan şeylerden birisi. Belli tarikatlarda, belli kültlerde insanların cinselliğe şartlanmaları, cinselliği daha uçlarda yaşamaları, libidoları arttırmaları teşvik edilen bir yöntem. 


Özellikle ABD'de bu tip kültler çok yaygın ve bunlarda cinsellik beyin yıkama işlevine yönelik olarak kullanılıyor. Bunlar için şimdi "De-Programming" denilen, programdan arındırma klinikleri bile açılmış. 


Orada insanları alıp uzun süre tutuyorlar, davranış tedavisi uyguluyorlar ve gördükleri şu: Cinselliği kullanan bu tarikatlar insanlarda çok ciddi başka şartlandırmalar da oluşturuyor. Satanizm onlardan bir tanesi mesela. 


Colin Ross'un bu konuda yazılmış bir kitabı bile mevcut, 'Satanik Ritüellerdeki Tacizin Tedavisi' isminde...


"Sadomazohizm, lezbiyenlik, fetişizm gibi parafilialar derin devletlerin gizli projeleri olarak yayılmıştır" diyorsunuz. Emperyalist Derin devlete fetişist mi lazım?


Kısmen, evet! Çünkü yeni tüketim malzemesi ve uyarıcılık lazım; kapitalizm ve moda sapıtmış durumda. Bir de, insanlarda saldırganlığı cinsellik yoluyla da arttırmaya yöneliyorlar, böylece haz ve saldırganlık bütünleştirilerek, saldırganlık legalize ediliyor ve normalleştiriliyor. 


Bugün porno içerikli iki buçuk milyon web sitesinin tahminen yüzde 50-60 kadarı sadomazohizm ya da değişik cinsel haz nesneleri üzerine kurulmuş durumda. Aynı şeylerden bıkıp, insanlara yeni metalar ve yeni uyarı nesneleri sundukları zaman çok daha etkili olabildiklerini görüyorlar. 


İnsanlarda etki-tepki de geliştiriliyor. Haz arttıkça, şartlanma bir şekilde insanların beynine yerleştiriliyor. Bu noktada parafilialar (sapışlar) bir noktada teşvik ediliyor.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Zemzem suyu hakkında bilinmeyenler ;

1-) Avrupa`da labaratuarlarda yapilan arastirmaya gore Zemzem suyu diger sulara gore cok daha az kükürt tasimaktadir.


2-) Yine ayni arastirmaya gore diger sulara gore cok daha besleyicidir ve cok daha fazla mineral barindirmaktadir.


3-) Açligini gidermek için içen kisinin açligini, susuzlugunu gidermek için içenin susuzlugunu giderir.


4-) Sadece 1,5 metre derinligindeki ufacik bir kuyudan cikan su,hac mevsimi boyunca milyonlarca hacinin tum su ihtiyacini gostermemektedir.


5-) Dunya Saglik Orgutu (WHO)`nun raporlarina gore Dunya`daki en icilebilir ve saglikli sulardan biri.


6-) Amerika`da yapılan test sonuçlarına göre Dunya`da icinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan TEK su zemzem suyu.


Ayrıca zemzem hiçbir zaman belden aşağı inmez ve idrar yoluyla atılmaz yani sadece ter ile vücuttan atılır bunların hepsi bilimsel deneylerle kanıtlanmıştır..

23 Ocak 2012 Pazartesi

Hepimiz Türk'üz !


Hepimiz Ermeniyiz diyenler, kardeşlik narası atanlar, İstiklal Marşı'na hakaret eden Hrant'a sahip çıkanlar sizin İstiklaliniz yok mu ?

Eğer hepiniz Ermeniyseniz ; I.Dünya Savaşı'nda Taşnak ve Hınçak cemiyetinde birleşip katlettiğiniz masum Türk köylülerinin,İstiklal Savaşı'nda sırtından vurduğunuz Türk askerlerinin,26 Şubat'ta Hocalı'da anasız babasız bıraktığınız çocukların,karnını yarıp bebeğinin kafasıyla oyun oynadığınız hamile kadınların,Karabağ'da binlerce masumun ölümünün,20 Ocak'ta diri diri yaktığınız, tankların altında ezdiğiniz Azerbaycan halkının, ASALA ile katlettiğiniz Türk diplomatlarının hesabını verin ve Atatürk'ün de söylediği gibi hiçbir hakkınızın olmadığı bu feyizli ülkeden def olun gidin.



"Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur." MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Jet Fadıl yerli oto için harekete geçti


Gündemin ilk sıralarına oturan yerli otomobil tartışmalarına Fadıl Akgündüz de katıldı.



Bundan 12 yıl önce, Cenevre Otomobil Fuarı sıradışı bir tanıtıma sahne oldu. Aylar öncesinden tartışmaları başlayan, üzerinde çok yazılıp konuşulan, ismi için yarışmalar düzenlenen 'Türk Malı' otomobil İmza, fuarda görkemli bir gösteriyle tanıtıldı. Astronomik yayın bedelleri ödenen ulusal televizyon kanalları, Cenevre'den canlı bağlantıyla saatlerce tanıtımı yayınladı.

YARIM KALAN FABRİKAYI TAMAMLAYACAK
Akşam'da yer alan haberde İmza, daha yola bile çıkmamasına rağmen Devrim'den sonra en çok konuşulan otomobil projesi oldu. Kamuoyunda Jet Fadıl olarak tanınan, Jetpa Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fadıl Akgündüz, geçtiğimiz günlerde İmza projesinden hiç vazgeçmediğini, Siirt'te yarım kalan fabrikayı tamamlayıp, İmza'yı en geç 2015 yılında yollara çıkartacağını açıkladı.

Son zamanlarda gündeme oturan Türk malı otomobil, yerli otomobil tartışmalarına da katılan Akgündüz; 'Önümü kesmeselerdi, bugün tartışılan Türk malı otomobil hayata geçmiş, 12 yıl boyunca önemli bir yol almış olacaktı' dedi.

ŞİMDİ ORTAM YERLİ OTO İÇİN ÇOK DAHA UYGUN
Yerli otomobil tartışmalarında, daha kendisinin 12 yıl önce başlattığı aşamaya bile gelinemediğini savunan Akgündüz şu açıklamaları yaptı; 'Tartışmaları ilgiyle izliyorum. Üretime hazır prototipim, tasarımım, markanın ismi ve hepsinden önemlisi müşterilerim hazır. İmza'yı üretmekten bir an bile vazgeçmedim. Siirt'te yarım kalan fabrikayı tamamlayacağım, en geç 2015 yılında İmza yollarda olacak. Türkiye'nin koşulları 2000'li yıllara kıyasla artık yerli otomobil için çok daha uygun.' İmza için, tasarım, geliştirme ve tanıtım olarak yaklaşık 200 milyon dolar para harcadığını iddia eden Akgündüz; 'O yıllarda yerli otomobil üretimi çok iddialı bir söylemdi. Çin'in dünyanın en büyük otomobil pazarı olacağı, Hintlilerin otomotivde bu kadar gelişeceğini kimse beklemiyordu. İmza için ben 200 milyon dolar harcarken, Türkiye'de 50 milyon dolara otomobil montaj fabrikası kuruluyordu. Sadece 400-500 milyon dolar daha yatırıp, fabrikayı tamamlayabilirdim' dedi.

MARKAM DA HAZIR MÜŞTERİLERİM DE
Otomotivde en önemli konunun marka ve müşteri olduğunu savunan Akgündüz; 'Eğer kendine ait bir markan ve pazarlayabileceğin müşterilerin varsa, geri kalan konu teferruattır. Bu gün dünyanın en büyük markalarından Mercedes, bazı motorlarını Nissan'a yaptırıyor, BMW, Fransız Peugeot'dan motor satın alıyor. Tümüyle Bursa'da üretilen araçlar, Opel, Citroen, Peugeot markasıyla satılıyor. Kimse aracı kimin ürettiğine, parçalarının, motorunun nereden geldiğine bakmıyor. Marka kendininse dünyanın en iyi tasarım, mühendislik büroları emrinde. En büyük avantajım müşterilerim hazır. İmza'yı sadece Türkiye değil, İslam dünyası da merakla bekliyor' açıklamasını yaptı.

VERGİ HARİÇ 6 BİN EURODAN SATACAĞIM
Siirt'teki fabrikanın bütün izinleri ÇED raporları tamam diyen Akgündüz; 'Yarım kalan inşaatı, Caprice Gold'dan sağlanacak öz kaynaklar sayesinde rahatlıkla tamamlayacağım. İlk etapta 200-300 milyon euroluk yatırım öngörüyorum. Bu rakam bir fabrika için fazlasıyla yeterli. Bir otomobilin neredeyse yüzde 70'lik kısmı yan sanayi tarafından üretilen parçalardan oluşuyor. İrtibatta olduğumuz yan sanayiciler, fabrikanın yakınında depo alanları kurmaya hazır. Bir kısmıysa, yer verin orada da üretime hazırız diyorlar. 2015'te ilk çıkan İmza'yı, vergiler ve nakliye hariç 6 bin euro fiyatla satmayı planlıyorum. Jetpa tekrar faaliyete geçecek. Araçların pazarlamasını bu kanalla yapıp, maliyetleri en aza indireceğiz. Yılda 150 bin adetten başlayan satışlar İmza için hayal değil' açıklaması yaptı.

CAPRİCE GOLD BİTTİĞİNDE MALVARLIĞI 1.5-2 MİLYAR EURO OLACAK!
Dini ve milli duyguları sömürerek, nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği gerekçesiyle Fadıl Akgündüz, 10 Ekim 2002 tarihinde tutuklandı. 4 yıl 2 ay hapse mahkum edilen Akgündüz'ün hakkındaki suçlamalar, zamanaşımı nedeniyle düştü. El koyulan malvarlığı ve İsviçre bankalarındaki hesapları serbest bırakılan Akgündüz, yatırdığı 150 bin liralık kefaleti de geri aldı. Şu anda Caprice Gold otelini inşa eden Akgündüz, 9 bin 500'ün devre mülkün büyük kısmını 233 milyon liraya sattığını, proje tamamlanınca malvarlığının 1.5-2 milyar euroya ulaşacağını açıkladı.

22 Ocak 2012 Pazar

Türk milleti domates geniyle yok edilebilir mi?


Nevşehir Üniversitesi’nin akademik yılı açılışında yaptığı konuşmada üniversitelerin araştırmalara önem vermesi gerektiğini belirten YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, özellikle tohum ithalatının ciddi tehlikelerin sinyali olabileceği konusunda uyarıda bulundu.

"Ülkemizde yetiştirilen domates ve buğday tohumlarının büyük bir kısmı yerli olmadığı için ABD ve İsrail’den geliyor. Sonunun ne olacağı da belli değil. Domates tohumunu alıyorsunuz, artık genetik programlama diye bir şey var, içine bilmediğiniz bir genetik mekanizma yerleştirirler, hiç bilmediğimiz hastalıklara kapılabiliriz. Böyle şeylerle zamanla bir milleti yok edebilirsiniz. Öyle şeyler yaparlar ki, 20 yıl içinde o tohumdan yiyen insanlar ölür. Böyle tehlikeler de var. üniversitelerin bu konuda bize yardım etmesini istiyoruz" diyen Özcan’ın dile getirdikleri kişisel bir endişe, bir komplo teorisi mi yoksa ciddiye alınması gereken bir uyarı mı? İthal tohumlar biyolojik silaha dönüşebilir mi? "Evet" diyenlerle, "Olmaz, olsa bile önüne geçeriz" diyenler karşı karşıya. İşte farklı görüşler...
Doç. Dr. MAYA ARAKON (Yeditepe Üni. Uls.İlş. Böl. Öğr. Üy. Yrd.)

'YÖK Başkanı’nın iddiası çok ciddi, takip edilmeli. Bunlar gerçek, elimizde veriler var'
Bu iddialara uzun vadede imkânsız dememiz çok mümkün değil. Elimizde bazı veriler var: The Independent Gazetesi’nde 2006 yılında çıkan bir habere göre; dünyada bugün GDO’lu tohum üretme devi olan bir firma var: Monsanto. Bu firmanın ürettiği mon 810 tipi genetik değişime uğratılmış mısır Almanya’da yasaklandı, yapılan tetkiklerde bu mısırdan yiyen deney farelerinin kan değerlerinde ciddi anormallikler tespit edildi. Bu deneyin 1336 sayfalık raporunu da firmanın hasır altı edip bütün dünyadan gizlediği konuşuluyor. Firma böcek ilaçlarını da kendisi satıyor, tohumlarını koruması için. Başka hiçbir ilaç etki etmediği için çiftçi ilacı da ondan alıyor. Firma pazarda geri kalmış ülkelere girip tekel haline geliyor. 2009 itibarıyla da Türkiye’ye girmiş bir firma bu. Eğer iddialar, çıkan haberler, okuduklarımız doğruysa herkes kurtulmaya çalışırken bizim alışveriş yapıyor olmamız büyük tehlike. Türk insanı üzerinde kanserden tutun da tuhaf tuhaf kan hastalıklarının çıkmasından korkuyorum. Bu iddiaları pek komplo teorisi olarak kabul edemiyorum. Bu tohumlar insan sağlığını nasıl etkiliyor, pasif mi yapıyor, saldırgan mı yapıyor bilemeyiz. Biliyorsunuz ABD, Vietnam Savaşı’nda saldırganlaşmaları için askerleri üzerinde hap kullanmakta sakınca görmemişti ve askerler birbirlerini öldürmüşlerdi. Bunlar gerçekler. Mümkün değil, imkânsız diyemeyiz ama tabii elde ciddi veri olması da lazım. Eğer elde veri varsa ve Özcan bunlara dayanarak konuştuysa bu çok ciddi bir iddiadır ve takip edilmesi gereklidir.
HAKAN OZAN ERZİNCANLI (Ziraat Yüksek Mühendisi)

'Tohumlar istenirse biyolojik silah olarak kullanılabilir'

Daha yeni bir araştırma yaptım. Örneğin patlatmalık mısırlar Arjantin’den geliyor eğer paketlerin üzerine bakarsanız “menşei” diye bir kısım var. Arjantin’deki tarımın %75’i genetiği ile oynanmış tohumlarla yapılır ve mısırın %84’ü GDO’lu. Sağlıklı düşünürsek; geri kalan GDO’lu olmayan%16’lık mısırı bize yollarlar mı? Ben biraz araştırdım TÜBİTAK’ta İktisadi Kalkınma Vakfı’ndan bir arkadaş hepsinin GDO’lu olduğunu görmüş. Kanun çıktı fakat şu anda yönetmelik pek işlemiyor ve biz GDO’lu gıdalar tüketiyoruz. Sonuçta genler istenirse çeşitli şekillerde değiştirilebilir, doğrudur bu tespit ve bu bir biyolojik silah olarak kullanılabilir. Zaten en çok çekinilmesi gereken konuların başında da bu geliyor ve ben bu açıklamaya katılıyorum.
İBRAHİM YETKİN (Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı)

'YÖK Başkanı’nın söylediği bilimsel gerçek dünya bunu araştırıyor'

YÖK Başkanı’nın bu konu ile ilgili tespiti yüzde yüz doğru, bunun altyapısı bilimsel olarak da var. Zaten normal olarak imal etmediğiniz bir şey genetiği ile oynanmış dediğimiz olay. Diyelim ki onun içine zehirli bir bileşim ya da bir gen koyarsınız o özelliği de taşır ve bu özellik insanlara da yansır. Bu şöyle de olabilir: Amerika’da bu çalışmalar yükselir, bu genlerle siz kendi ana geninizi başka bir genle üretimi azaltıcı, düşürücü veya üretimi konusunda sıkıntı yaratıcı, o özelliğe sahip genle birleştirir onu bir diğer ülkeye satarsınız. Diyelim ki o yıl sebzede, meyvede ya da başka bir tarım ürününde üretimi artırma yerine siz üretimi artırmama yönünde bir sonuca da ulaşabilirsiniz. Ya da bir böceği alırsınız başka bir genle birleştirirsiniz o hastalığın artmasına neden olacak özellikler taşır, bir ülkeyi tamamen o böcek sarar. YÖK Başkanı’nın söylemi bilimsel bir gerçektir, ütopya değildir. Zaten dünya bunu araştırıyor. Biz tohumda bağımlıyız hakikaten İsrail’den, Amerika’dan olsun, dünyanın belli tohum tekelleri bizim pazarımıza yerleşmiş durumda. Bunları göz önünde bulundurmak gerekir, doğru bir tespit. Son dönemlerde araştırma kuruluşları geliyor, tohum endüstrileri var, Türkiye’de son dönemde şöyle bir şey yapıldı: Ankara Yenimahalle’de Türkiye’nin yem bankası kuruldu. Doğru bir karardı, bu sayede genlerin geliştirilmesi mümkün olacak.
Prof. Dr. AHMET ÇOLAK (Ankara Üni. Ziraat Fak. Dekanı)

'Tohumlarla genetik şifre kodlaması yapılabilir, ithalata son vermeliyiz'

Sayın YÖK Başkanı’nın sözlerine katılıyorum, kesinlikle tohum ithalatına son vermemiz lazım. Bu konuda üniversiteler başrolü oynamalı, kendisiyle hemfikiriz. Üniversitelerin akademik yükselmelerinde sadece yayınlar dikkate alındı, projelerin sonuçları yeterince değerlendirilemedi. Güzel çalışmalar var; birini de Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi olarak biz yürütüyoruz. 4200 dönümlük bir çiftliğimiz var ve burada buğday tohumluğu üretip değişik kurumlara satıyoruz. Özellikle sebze meyve tohumlarında ciddi problemler var. Bizim aldığımız domates ve diğer sebze meyve tohumları hibrit tohumlar, bir daha üreme özelliği olan tohumlar değil. Gerek bunlar gerek yakın geçmişte yaşadığımız GDO problemi ciddiye alınmalı, bu şekilde genetik şifre kodlaması yapılabilir bu unutulmamalı. Bunlar komplo teorisi değil. İthalat bizim için kesinlikle çözüm değil, Özcan’ın sözleri çok önemli.

20 Ocak 2012 Cuma

Suni depremler bir silah mı?


Türkçeye "Komplo Teorisi" olarak çevrilen "Conspiracy Theory" filmini hatırlarsınız. Yönetmenliğini Richard Donner'ın yaptığı, boşrolünde Mel Gibson'ın oynadığı film, Marmara depremi sırasında epey yankı uyandırmıştı. 1997 yılında, yani Marmara depreminden iki yıl önce çekilen filmde, filmin ana karakteri "onlar" dediği bir grubun, ABD başkanının Türkiye ziyareti sırasında suni bir deprem oluşturacaklarını söylüyor, ilerleyen dakikalarda ise TV'de "Türkiye'de 7.3 şiddetinde bir deprem oldu" haberi yayınlanıyordu.
Filmde yeralan ayrıntı ile Marmara Depremi ve sonrasında Clinton'un Türkiye ziyareti arasındaki bu benzerlik büyük tartışmalara neden olmuş, Yeni Şafak'tan Taha Kıvanç, Sabah'tan Can Ataklı ve Sedat Sertoğlu o günlerde yazdıkları makalelerde "komplo teorisi" diyerek temkinle yaklaştıkları bu konuyu inceleyip, kafalarda meydana gelen soru işaretlerine dikkat çekmişlerdi. Acaba filmi yapanlar Türkiye'de meydana gelecek depremi ve şiddetini iki yıl önceden nasıl bilmişti? Bu sadece bir tahmin miydi?
İnsanoğlunun bilimsel yöntemlerle suni depremler oluşturma ve iklime müdahale etme imkanının olup olmadığı tartışması Van depremiyle birlikte yeniden gündeme gelmeye başladı. Tartışmanın odağında ise HAARP'ın yaptığı bilimsel araştırmalar var. Yine komplo teorisi diye verilen haberlerde, internette tıklanma rekoru kıran bir videoya dikkat çekiliyor. Videoda, Van çevresinde son yedi günde meydana gelen depremlerin paralel hatlar halinde ve birbirine uyumlu bir şekilde meydana geldiği belirtilip, bunun suni olarak birileri tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyor. Bu iddiaların bilimsel dayanağının olup olmadığı elbette bilinmiyor. İnternet kaynaklı bu tür haberlerin dezenformasyon amaçlı olabildiğini de biliyoruz kuşkusuz. Ancak bu video ve HAARP arasındaki bağlantı iddiası, birçok medya tarafından da gündeme taşındı.


Yazar Ahmet Kayır yazdı



Elektromanyetik Silah Uyarısı


Elektromanyetik silahlarla sadece uçakları değil, uyduların bile düşürülebileceğini söyleyen Prof. Dr. Şeker, özellikle ABD'nin son yıllarda elektromanyetik silahlarla ilgili çalışmalarına hız verdiğini belirtiyor: "Sadece uçakları değil, uzaydaki uyduları bile düşürebilirsiniz. Size ilginç bir olay anlatayım. Bundan üç yıl önce Bursa'daki bir yerel radyonun anteni, Fransa'nın uzaydaki uydusunu son derece kötü etkiliyordu. Ve bu durum iki ülke arasinda diplomatik bir krize neden oldu. Özellikle ABD son yıllarda elektromanyetik silahlarla ilgili çalışmalarına hız verdi. ABD bu silah sistemi vasıtasıyla dünyanın her hangi bir yerinden, dünyanın herhangi bir yerindeki bir uçağı hiç iz bırakmadan, uçağın elektronik aksamını bozarak düşürebilir. Elektronik sistemler faaliyetlerini yaparken kaçınılmaz olarak radyasyon yayarlar. Uçakları düşürmek için elektromanyetik pals (elektromanyetik sinyal) gönderilir. Uyduyu düşürmek için yerin altına post-jeneratörler yerleştirmek gerekir. Elektromanyetik pals göndericilerle, bu palslarin şiddetini artırarak etkinizi artırabilirsiniz. Bu bir elektromanyetik bombardımandır. Örneğin şu gördüğünüz kablodan bir amper geçerse bir şey olmaz, ama yüz amper geçerse, bu kablo yanar. Bunun şiddetinin arttığını ve bir uçağa yönlendirildiğini düşünün. ABD ordusu bu konuda çok ileride."

"İngiltere Savunma Bakanlığı için Maltra BAE Dynamics şirketinin üzerinde çalıştığı yeni bir silah sayesinde insanlar ölmeden savaş kazanılacak. Geleceğin silahı olarak adlandırılan mermi, bünyesindeki milyarlarca vatlık elektrik enerjisini radyo dalgaları sayesinde yayarak menzildeki tüm düşman tank ve uçaklarının bilgisayar sistemini, radarlarını kullanılmaz hale getiriyor, 115 mm'lik havan veya roketle yerden firlatılan yeni silah, ayrica geçtiği yerlerdeki telefon, televizyon, radyo ağları ile enerji hatlarını da etkisiz hale sokuyor. Yeni silahın etkilediği tüm sistemler bir daha kullanılamaz hale geliyor ve yenileri ile değiştirilmesi gerekiyor. NATO yetkilileri de insan hayatına mal olmadan düşmanı etkisiz hale getiren bu silaha sıcak bakıyor."

CASA tipi uçakların düşmesiyle ilgili olarak gözardı edilmemesi gereken son derece önemli bir ayrıntı bu. Zira silah teknolojilerinin seyrini takip edenler, eğilimin yukarıda anlatıldığı gibi, elektromanyetik silah sistemlerine doğru olduğunu çok iyi biliyorlar.

Aslinda Genelkurmay Başkanlığı da bunu çok iyi biliyor. Özellikle Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Teknolojik Daire Baskanlığı ve Genel Prensipler Dairesi Baskanlığı bu gelişmeleri yakından takip ediyor.

Prof. Dr. Selim Şeker, Amerika'da bu tür dış etkilerden ötürü birçok uçağın düştügünü söylüyor. Örneğin; 1996'da New York'un JFK Hava Limani'ndan kalkan TWA 800 sayılı uçağın, Long Island açıklarında aniden havada infilak etmesi ve denize çakılmasını bu konuyla ilişkilendiriyor. Hürriyet Gazetesi yazarı Serdar Turgut, 5 Eylül 2000 tarihinde bu konuyu yazdığını hatirlatiyor:

"Askerlerin yaptığı açıklama dikkatle okunursa, o gece TWA 800'ün kalktığı saatlerde, sivil uçuşlara izin verilen bölgenin hemen yanında bulunan ve askeri bölge olarak nitelendirilen uçuş alanında yüksek teknolojiye sahip askeri uçakların 'elektronik savaş oyunu' uçuşu varmış.

Bu teori, Elaine Scarry tarafından The New York Review of Books Dergisi'nin internet sitesinde çok kapsamlı bir yazıda dile getirildi. Yazıda özetle şu deniliyor: O gece hava kuvvetlerinin uçakları kendi alanlarında 'elektronik savaş oyunu' oynamaktaydılar. Bunlardan gelen sinyal TWA 800'ün uçus sistemlerini bir anda çökertti ve hiç beklenmeyen facia oldu.

Ancak bu olayı ilginç kılan 2 Eylül 1998 tarihinde Swissair'in 111 sayılı uçağı uçuş kontrolörlerinden aldığı talimata göre TWA 800'ün uçuş rotasını takip etmeye başlamasından bir süre sonra düşmesiydi.

Uçakların geçtiği rota hava haritalarinda şöyle geçiyordu:

Warning: National Defense Operations Area, Operations hazardous to the flight of aircraft within this area. Yani, Uyarı: Ulusal Savunma Operasyonları Bölgesi. Bu bölgede uçacak uçaklara ölümcül tehlike yaratabilecek operasyonların yapıldığı alan."

Prof. Selim Şeker, bu uçakların bir dış etkiyle düşmüş olabileceğini hatırlatarak, ülkemizde yaşanan son uçak kazalarının da bir dış etkiyle düsürülmüs olabilecegini ifade ediyor.

Akçadağ'da düşen uçağın NATO üssüne olan yakınlığına dikkat çeken Şeker, üssün bütün iletişimini uydu ile yaptığını hatırlatıyor.

Selim Şeker Kimdir?

Selim Şeker kimdir? Master ve doktorasını ABD'de George Washington Üniversitesi'nde yaptı. Uzun yıllar NASA'da çalışan Şeker, 1982 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapıyor. Savunma Bakanlığı, TÜBİTAK'ta önemli projelerde görev alan Prof. Dr. Selim Şeker'in bu konularda yazdığı üç kitabı bulunuyor.

Soya Ekimine Gizli Ambargo

Şimdi, soya da nereden çıktı ve soyayla ilgili ne gibi bir komplo olur dediğinizi duyar gibiyiz. Ancak acele etmeyin. Türkiye gibi 'azgeliştirilmekte' olan ülkeler için can simidi olabilecek soyayı kimler Türkiye gündeminin dışına itiyor kararı siz verin. Soya konusunda Türkiye'deki en yetkin isimlerden biri olan İbrahim Tütüncüoğlu beye makalesi için teşekkür ediyoruz.

SOYA'DA İNCE İŞLER

- Tıp literatüründe protein eksikliği olarak tanımlanan "kronik açlık" dünyada 200 milyonu 5 yaş altı çocuklarda olmak üzere 800 milyon insanın sorunu. Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Fonu verilerine göre ise Türkiye'de "resmen" 4 milyon 68 bin 811 fakir bulunuyor ve bu rakam gayri resmi olarak 10 milyona ulaşıyor.

- Tıbben insanlara 22 amino asit gerekli ve bunun 14'ünü vücut sentezleyebiliyorken 8'ini dışarıdan almak zorunda. Et, süt, yumurta, balık, tavuk gibi gıdalarda bulunan "8 elzem amino asit"e 1. sınıf protein deniyor ve sadece hayvani gıdalarda bulunabiliyor. Hayvani gıdalar dışında bu özelliklere sahip tek ürün ise soya.

- Soyanın bu müthiş besin değerinden yararlanılarak geniş halk kitlelerinin protein ihtiyacı sadece ekmekle karşılanabilir. Bir insanin yeterli beslenebilmesi için bir günde kabaca kilosu kadar 0.45 gram 1. Sınıf protein alması gerekiyor. Türkiye'nin ortalama kilosu ise [yaşlı- genç,büyük- çocuk (0- 60 yaş grubu)] 50 kg. Bunun anlamı yeterli beslenme için günde bir Türk insaninin asgari 37.5 gr. hayvani yani birinci sınıf protein alması gerektiği. Bu bağlamda normal ekmeğe (250 gr.) eklenen 75 gr soya, ete kıyasla bir insanın bir günlük bütün protein ihtiyacını 1 dolar daha ucuza sağlayabiliyor. Ülkemizde 10 milyon insanın bunu hayata geçirmesi halinde ete kıyasla 4 milyar dolar net gelir sağlarken iyi bir organizasyonla açlık sorununun 3 ayda ortadan kalkması mümkün.

- Bu sonuca ulaşmak için uygulamanın önce acilen büyük şehirlerin Halk Ekmek fabrikalarında başlatılması ve bilahare Tarım Bakanlığı'nın fırıncı odaları ile temasa geçmesi ile yaygınlaştırılması gerekiyor.

TSK'da soyalı ekmek uygulaması

- Amerikan ordusu başta olmak üzere diğer dünya orduları soyayı beslenme kalitesini ve fizyolojik performansı yükseltmesine ilaveten getirdiği büyük kârlılıktan dolayı tercih ediyorlar. TSK'daki bir askerin ortalama 70 kg. olduğunu varsayarsak günlük protein ihtiyacının 52.5 gram olduğunu görürüz. Bu ihtiyaç etle karşılanmaya kalkılırsa günde asker başı 300 gram et tüketilmesi gerekmekte (Etin 100 gramında %17 protein var). Bunun maliyeti ise etin kilosu 3- 4 milyon TL olarak hesaplanırsa 1- 1,2 milyon TL'dir. Oysa 1. Sınıf proteinleri içeren tek bitki olan soya ekmekte kullanılırsa söyle bir hesap ortaya çıkıyor: 250 gr.'lık ekmeğe katılan 100 gram soya unu bir askerin günlük protein ihtiyacının en kaliteli (kolesterolsüz ve lifli) şekilde sağlarken asker başı günde 1 dolar kârlılık sağlamakta. Ordumuz bünyesindeki 500.000 asker için 365 günde bu kârlılık 182,5 milyon dolar bir tasarruf anlamına geliyor. Bu da beheri 12 milyon dolardan 15 adet F- 16 uçağının her yıl gelir olarak haneye yazılması anlaminda.

PAHALILIĞA VE İŞSİZLİĞE SON

- Soya ile süt ürünleri 8 misli daha ucuza mal edilebiliyor. Bunun anlamı yıllık 8 milyar dolar olan (aslında 16 milyar dolar olması gereken) süt ve süt ürünleri tüketiminin 1 milyar dolara çekilmesi demek.

- 1-1,5 milyar TL. değerindeki iyi cins bir süt ineğinden günlük süt alımı sadece 30 litre. Sürekli ve ihtimamlı bakım, kaliteli yem, veteriner ve ahır isteyen, bunun yanısıra hastalık ve ölüm riski de bulunan ineklere alternatif olan soya sütü makinelerinin ithal fiyati 7 milyar TL. (Fakat, ben aynı işi gören makineyi 200 milyon TL civarında imal etmiş durumdayım.)

- Yaklaşık 50 milyar TL değerindeki 33 ineğin bir günde üretebileceği 1000 lt. sütü soya sütü makinesiyle es değer kalitede çok daha kolay bir şekilde elde etmek mümkün.

- Bu makinaların özellikle işsizlik olan ve büyükbaş hayvancılığın göç nedeniyle yok olduğu Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz gibi yörelerdeki halka organize bir şekilde dağıtılması ekonomik sorunlara, göçe ve diğer sosyal yaraların çözümüne de yardımcı olacağı kesin.

- 1 kg. soya ile 10 litre suyun oluşturduğu soya sütü ile süt tozu, yoğurt, dondurma, peynir, margarin vb. gibi ürünler de 8'de 1 fiyata aynı tad, görüntü ve besin değerinde imal edilebiliyor. (Soya için mucize bitki demiş miydik?)

- İnek ve soya sütünün kıyasi şöyle: Su inek sütünde yüzde 87.4, soya sütünde yüzde 90 oranında, protein inek sütünde 3.4, soya sütünde 3.5 oranında, yağ inek sütünde 3.7, soya sütünde 2.8, karbonhidrat ise inek sütünde 4.8, soya sütünde 3.1 oranında bulunuyor.

SOYA ZENGİNLİĞİN ANAHTARI

- Normal ekmeğe %5 oranında katıldığında soya unu bayatlamayı 3- 4 günden 10- 15 güne çıkartarak geciktiriyor. Böylece günde 27 milyon ekmek çöpe atılmaktan kurtuluyor. Basit bir hesapla bu şekilde, yılda 4 milyon ton yani 1 milyar dolarlık bugday israfı önlenebilir.

- Taze (yeşil) soya % 12 protein ile taze fasulye (% 7.6) veya bezelyeden (%5.4) çok daha üstün ve piyasada tüketilebilecek bir gıda. Ayrıca çiftçilerimiz için yeni bir üretim ve kazanç kapısı.

- Soyadan et, kıyma, sosis, sucuk vb. gıdalar hayvansal orijinallerine kıyasla 10 misli ucuza aynı tat, görüntü ve besin değerinde imal edilebilmekte. Bu ürünleri üretecek fabrikaların ülkenin dört bir yanına acilen kurulması gerekmektedir.

DOĞAL VE ZARARSIZ GÜBRE

- Şu anda çiftçilerimizin en büyük sorunu ve gündemin bir numaralı meselesi pahalı gübredir. Ülke topraklarımız azotça zayıftır. Oysa soya, hektar başına 50 kg. azotu havadan toprağa kökündeki ribozyum bakterileri sayesinde bir gübre fabrikası gibi bedavaya sağlıyor. Ayrıca hasattan arta kalan dal, kök, yaprak, sap, kapçık da çok yüksek azot içerdiği için birinci ürün olarak ekildiğinde azotça fakir olan ülke topraklarimızı sun'i gübreye gerek bırakmadan güçlendirir. Yılda gübre için devletin ayırdığı ½ milyar dolar subvansiyon ortadan kalkarken fasulye, mercimek vb. gıdaların da fiyati ucuzlatılmış çiftçimizin de rahatça çalışması sağlanmış olur.

- Ekoloji ve ekonomi alanında ilahi bir mucize olan soya yılda 50 kg. sığır proteini elde edilebilen bir üretim alanından 500 kg. eşdeğer protein sağlayarak su israfını 15 misli, enerji harcamasını 2 misli azaltıyor.

ŞİFA KAYNAĞI

- Yüksek miktardaki birinci sınıf proteinin yanısıra içerdiği kalsiyum, fosfor, demir, bakır, manganez, potasyum, kükürt, klor, nikel, sodyum gibi mineraller, A, B1, B2, C, D, E, K vitaminleri ile soya, hakkında uluslararası sempozyumlar düzenlenen hemen hemen tek bitki. 15- 18 Eylül 1996 tarihinde Brüksel'de "Kronik hastalıkların iyileştirilmesi ve önlenmesinde soyanın rolü" adlı 2. Uluslararası Sempozyumda 18 ülkeden 80 doktor, diyetisyen, biyolog ve laborant tarafından soyanın sağlıklı yaşam ve hastalıkların önlenmesindeki rolü yeniden ele alındı.

DAMAR HASTALIKLARINA SON

- Günümüzde 40 yaş üstü için, büyük bir dert olan yüksek kolesterol, damar sertliği ve yüksek tansiyon bize hayvani gıdalardan geçiyor. Türk Kardiyoloji Derneği'nce ülkemizde bulunduğu tahmin edilen bir milyon ikiyüzbin kalp hastası ve yüksek kolesterollü için en iyi protein kaynaği yine soya. Soyanın yine hayvansal proteinlere kıyasla içerdiği isoflavon ve antioksidanlarla kanserde önleyici ve tedavi edici rolü var.

KRİZDEN SOYA İLE ÇIKABİLİRİZ

- Soya ekimi büyük miktarda refah sağlayıp işsizliği ve göçü engelleyebilecek pratik bir çözüm olmasının yanısıra, sanayide tutkal, benzin, mürekkep, antibiyotik, yem, ilaç, sabun, böcek ilacı, mamalar, garnitürler vb. gibi 400'ün üzerinde endüstriyel ürünün üretiminde kullanılıyor.

- Ancak bütün bu özelliklerine rağmen soya Türkiye'de ne yazık ki yeterince tanınmıyor ve yararlanılmıyor. (Burada masum bir ihmalden söz etmek mümkün mü, takdirlerinize bırakıyoruz!) 

bilgi toplumu mu, duygu toplumu mu


Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, “Fast live”, “Fast food”, “Fast music”, “Fast love”…
Dikte ettirilen “yükselen değerler”, “in” ler, “out” lar…
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy – Paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?…
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?…
Ya da Geri Dönüşüm Kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını.
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?…
Koklamak, duymak, dokunmak yok mu yaşam skalanızda?..
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

Müşfik Kenter


19 Ocak 2012 Perşembe

iyi bir mezar bekçisi


Morris Şinasi kimdir?


Yıl 1855, Manisa’da Sefarat Yahudilerinden fakir bir ailenin bir erkek çocuğu olur. İsmini Morris koyarlar. Morris dokuz yaşında kuşpalazı hastalığına yakalanınca ölümle burun buruna gelir. Şinasi isimli bir Müslüman doktorun tedavisi neticesinde iyileşince, ailesi ona Şinasi ismini de verirler. Bu bir vefa borcudur. Bu vefa anlayışı Morris’in ruhuna da işleyecektir.

Derken Morris on beş yaşına gelince fakir olan ailesine yardım etmek için Yahudi mezarlığında bekçi olarak işe girer.  Okuma yazması olmadığından işten atılır. Sebebi ise, dışarıdan bir Yahudi ailesi gelir ve mezarlıktaki yakınlarının mezarını görmek ister. Fakat mezarın yerini bilmiyorlar.  Morris ise okuma bilmediğinden mezarın yerini gösteremez. Bu aile durumu bölgenin Yahudilerine bildirerek Morris’i işten attırırlar. İş arayan Şinasi 1870 yılında henüz 15 yaşlarında yine bir Yahudi olan Garofolo isimli bir tütün tüccarının yanında işe girer. Kısa zamanda patronunun gözüne giren Morris gösterdiği başarıdan dolayı patronu tarafından Mısır’a götürülür. Orada da gösterdiği başarılardan dolayı artık patronuyla dost olmuştur.

Morris 1890 yılında Amerika’ya gitmeye karar verir. Patronundan aldığı 25 bin dolarla yeni dünyaya geçer. Orada, Şikago Beynelmilel Fuarında bir sigara yapıştırma makinesi sergiler. Bu makine oldukça ilgi görür. Buradan kazandığı para ile hem Garofolo’ya olan borcunu öder, hem de bir iş kurma imkanı bulur. Yıl 1903′e geldiğinde ABD devleti Akdeniz’de ticaret yapabilmek ve gemilerini geçirebilmek için sultan Abdülhamit’e başvurur. Sultan bu teklifi ABD’nin Osmanlıya HARAÇ vermesi karşılığı kabul eder. Yalnız bir şart daha koşar ve “Bizden tütün de satın alacaksınız” der. Amerika bunu da kabul eder ve tarihinde ilk ve tek olarak Osmanlıya HARAÇ verir. İşte bu tütün anlaşması Morris’in yolunu açar. Ege tütününü iyi tanır ve bağlantıları da vardır. Bu bağlantı avantajını iyi kullanır.

Kısa sürede önünde geniş ufuklar açılan Morris, erkek kardeşi Solomon’u da Manisa’dan getirterek iş alanını iyice geliştirir.

New York’ta Broadway 120. sokakta SCHINASI BROTHERS COMPANY isimli bir sigara fabrikası kurar. Bu bina hala ayakta kalmayı başarmıştır. Kurduğu bu fabrikada Türkiye’den götürdüğü tütünleri kullanan Morris, kısa zamanda Türk tipi sigaralarla üne kavuşur. Türkiye’den özellikle Manisa ve Akhisar civarından aldığı tütünleri yine bu bölgeden götürdüğü usta ve kalifiye işçilerle yüksek kalite mamuller elde etmeyi başarır.

1903 yılında Selanik’te iş arkadaşı olan Jozef Ben Rubi’nin kızı Laurette ile tanışıp evlenir. Victoria, Juliette ve Altina isimli üç kızı ile Leon isimli bir erkek çocuğu olur. Artık Morris çok zengindir. Hatta yunan Yahudisi eşi için o döneme göre oldukça gösterişli bir malikane yaptırır. Malikanenin 52 odalı olduğu rivayet edilir.

Bu günlerden diğer bir rivayette şudur:

Morris Yunanistan’da bir basın toplantısı yapar. Bir gazeteci bir kağıda bir soru yazar ve Morris’e verir. Morris kağıdı yanındakine verir ve “Ben okuma bilmem sen oku” der. Ardından başka bir gazeteci “Okuma – yazma bilmeden bu kadar zengin oldunuz, bir de tahsilli olsanız kim bilir ne olurdunuz?” der. Morris şu cevabı verir:

- İyi bir mezar bekçisi olurdum!

1916 yılında şirketinin tüm haklarını Amerikan Tobacco Company’e satar ve iş hayatından çekilir. Bu arada çocuklarının kurduğu ve Morris’in arkadaşı Philip’in de ortak olduğu (bir rivayete göre Morris bizzat kendisi kurmuştur) ve şu an dünya tütün devi olan Philip Morris Company doğmuştur. Gerisini bilirsiniz.



Peki, halen Manisa’da hizmet veren Şinasi Morris Hastanesi’nin hikayesi nedir?

Morris 1928 yılında memleketi olan ve doğup büyüdüğü yer olan Manisa’yı hiç unutmaz. O kadar ki yaptırdığı evi Türk stili yaptırır ve içini de yine Türk şark tarzı ile döşer. Çocukluğunda çektiği hastalığı ve gördüğü vefayı da unutmaz. Bu amaçla bir milyon dolarlık bir bütçe ayırır. Bunun 800 bin doları ile bir hastane yaptırır. Bu hastane çocuk hastanesidir. Bu hastanenin çok geniş arazisi vardır ve burada inek, koyun, keçi ve tavuk gibi hayvanlar beslenir ve sebze – meyve yetiştirilir ki çocukları taze besinlerle beslensinler diye. Yine bu hastanenin faytondan Ambulansı ve başhekimin faytondan makam aracı vardır. Bütün bu ayrıntılar bizzat Morris tarafından düşünülmüştür. Geriye kalan 200 bin dolarla da devlet tahvili alarak; bu tahvillerin getirisi olan 33 bin dolar her yıl iki taksit halinde Morris Şinasi Çocuk Hastanesine gönderilir.

Pearl Harbor KOMPLOSU


Pearl Harbor'a Japon saldırısı biliniyordu. Nedeni basit aslında; ABD bütün Japon şifrelerini çözebiliyordu. Sürekli olarak yapılan bir tarihi propaganda vardır: Japonlar Pearl Harbor'a ani bir baskın düzenlemişler ve ABD savaşa girmek zorunda kalmışlardır.7 Aralık 1941'deki Pearl Harbor baskını, böyle bir baskın ihtimalini bilen ama bile isteye gerekli önlemleri almayarak Dünya Savaşı'na Amerika'yı etkin bir biçimde sokmak isteyen Roosevelt ile adamlarının nefis bir planıdır. İşsizlikle ve dengesiz ekonomisiyle uğraşan ABD, savaş ekonomisinin hayli yararı olacağını hesap etmiş ve sonuçta da zaten hem yurtiçi planlamasıyla hem de Almanya'nın ve Japonya'nın işgaliyle bundan azami ölçüde faydalanmıştır.

ABD bugünkü durumunu dünya savaşına etkin olarak girmesine borçludur açıkçası. Amiral Richmond Turner'ın 22 Haziran 1941 tarihli raporu ayrıca ABD'nin Avrupa'daki savaşı yönlendirmeye yönelik petrol oyunları hakkında bilgi de vermektedir. Hitler'in ilk atışı yapmayacağını bilen Roosevelt, Pearl Harbor'ı açık bir hedef olarak bırakmıştır.

Böyle bir baskında ölen 2 000 Amerikalı olmasaydı halk nasıl ikna olurdu? 1932'de Amiral Yarnell komutasında düzenlenen bir donanma tatbikatında 152 uçakla sürpriz bir Pearl Harbor baskını canlandırılmıştır. Aynı tatbikat 1938 yılında Amiral Ernst King tarafından gerçekleştirilmiştir. Roosevelt, 1940'ta Hawaii'deki Pearl Harbor üssüne donanmanın gönderilmesini bizzat emretmiş, "uçak akını ve torpido saldırısına karşı korunmasız" olduğu gerekçesiyle buna iki kere karşı çıkan Amiral Richardson'u alıp yerine Amiral Kimmel'i geçirmiştir.

JAPONYA TESLİM olMAYA HAZIRLANIYORDU

Oysa Japonya 11 Haziran'dan itibaren, yani bombalamadan iki ay kadar önce diplomatik girişimlere başlamıştır. Bu diplomatik girişimlerin Japonya tarafındaki şifreli yazışmaları da ABD'nin elinde mevcuttur (NSA'nın Magic lakaplı diplomatik Japon şifrelerinin çözümü: İşte bir tanesi: 7/18/1945 tarihle NSA'da kayıtlı Japon diplomatik şifresi; Magic RG 457, Box 18). Bu diplomatik girişimler iki nokta üzerinde durmaktadır; Japonya kayıtsız şartsız teslim olacaktır ancak tek bir şartla; monarşik hükümranlığı devam edecektir.

ayrıca; Amerika 1945 yılının Temmuzunda yeni bir bomba geliştirdi. Nazi Almanya’sı 1945’in Mayısında savaştan çekilerek bu dehşetli bombanın şerrinden kurtuldu. Bu arada Japon savaşçıları, Amerikan üssü Pörl Harbır (Pearl Harbor)’a uçaklarla, intihar saldırısı da diyebileceğimiz ‘kamikaze’ saldırılarında bulundular. Buna karşılık olarak Amerika, Güney Pasifik’teki Tinian Adası’ndan Albay Paul Tibbets yönetimindeki Enola Gay isimli B-29 uçağı, 6 Ağustos 1945 sabahı “Little Boy – Küçük Çocuk” isimli çok gizli bir yükle havalandırdı. Bu gizli yük atom bombası idi ve ilk kez kullanılacaktı.

18 Ocak 2012 Çarşamba

OPUS DEİ


Opus Dei, 2 Ekim 1928′de Madrid’te sıradan bir papaz olan Jose Maria Escriva de Balaguery Albas tarafından kurulan 79 yıllık İspanyol asıllı bir örgüttür. Katolikliğe sadık, laik iş ve meslek sahiplerini biraraya getirerek Papa’ya Vatikan dışında destek olacak varlıklı ve iyi eğitim görmüş elit bir kadroyu oluşturmak amacı ile kurulan bu örgüt günümüzde Vatikan’da en etkili laik kurumdur. Gizli bir örgüt olan Opus Dei’nin tüm üyeleri Katolik meslek sahiplerinden oluşmaktadır. Bunun yanında her ülkede de örgütten sorumlu bir Kardinal bulunmaktadır. Onlara göre Papa’nın kimliği, Kilise’nin de, Papalık Makamı’nın da üstündedir. Papa, Tanrı-Krallığı’nın kutsal önderidir. Böylesine yüce bir mertebeye erişebilen kişi de elbette Olağanüstü bir kişidir. Bu nedenle Opus Dei, böylesine olağanüstü bir kişi tarafından temsil edilen Vatikan Devleti’ni yüceltir ve Kilise’yi ikinci planda görür. 2.8 milyar dolar serveti, 15 üniversitesi, 97 teknik okulu, 36 ilköğretim okulu olan Opus Dei ile ilgili pekçok tartışma yaşanmış ve olumsuz görüşler dile getirilmiş buna rağmen örgüt herhangi bir açıklama yapmamıştır.
KURU KAFA VE KEMİKLER TARİKATIBu tarikat, New Haven’deki Yale Üniversitesi’nde 1832 yılında William H.Russel’in öncülüğünde bir grup Yale’li öğrenci tarafından kuruldu.Kuru Kafa ve Kemikler Tarikatı, Yale’nin diğer gizli örgütleri (Ferman ve Anahtar, Kitap ve Yılan, Kurt Başı, Eliyahu ve Berzelius) arasında en eski ve en itibarlı olanıdır. Bu üniversitenin son sınıf öğrencilerinden, her dönem sadece 15 kişi seçen bu örgüte girebiliyor. en büyük hedefi, Yeni Dünya Düzeni’nin gerçekleştirilmesidir. Tarikata katılanlar, ‘Yeni Dünya Düzeni’ ana hedefi esas alınarak eğitilirler. 1898 yılına kadar ABD yönetimi üzerinde sadece kısmi bir etkisi olan Kuru Kafa ve Kemik Tarikatı, dünyanın en zengin ve en saygın insanlarını dünyanın en önemli mevkilerine yerleştirme çabası taşıdığı da belli çevrelerce söylenmektedir. Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli fikir merkezlerinden biri olan Kuru Kafa ve Kemik Tarikatı’nın, diğer masonik örgütlere nazaran ABD’nin en etkin örgütü oldugu da biliniyor

TRİLATERAL KOMİSYON

Trilateral Komisyon (TR); 1973'te David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski tarafından kurulmuş gizli bir örgüttür (Sklar 1980, Ross 2000, Marrs 2000). Her ne kadar adresi, yeri, üyeleri belli ise de yaptığı aktivitelerin ardında gizli amaçlar ABD'li istihbarat örgütleri ve NATO'nun gizli özel savaş örgütleri vardır. ABD başkanlarının ve Avrupa, Amerika ve Japonya'daki yönetici kadroların çoğu TR üyesidir. Tüm dünyada TR, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmişlerdir ve her üçünün de üyesi olan 48 kişi vardır. Örneğin Bill Clinton, Brent Scowcroft ( Ulusal Güvenlik Konseyi), John Mark Deutsch (eski CIA direktörü), Robert Strange McNamara (Savunma Bakanlığı Sekreteri), Henry Kissenger, Walter Fritz Mondale ( Japonya Büyükelçisi) Benjamin Nye (Hazine Sekreteri) gibi dokunulmazlığı olan isimler her üç teşkilatın da üyesidirler.

BİLDERBERG

Bilderberg, CFR ve öteki örgütlerin Avrupa ayağını ve etkinliğini teşkil etmek için Hollanda'da Oosterbeek şehrinde Bilderberg Oteli'nde 1954'te kurulmuştur. Dünyanın yönetimi ve küreselleşme konusunda her yıl farklı ülkelerde toplantılar yapar (Ross 2000, Marrs 2000). Toplantılar son derece gizli koşullarda ve özel ortamlarda yapılır. Katılanlar bu konuda hiçbir bilgi vermezler. "Spotlight" isimli bir dergileri de vardır.

Bilderberg'in kurucuları arasında Hollanda prensi Bernhard ve Polonyalı sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger de vardır. Retinger, Bilderberg'in babası olarak bilinir. Bilderberg'in kuruluşunda, ABD istihbarat örgütlerinin, özellikle CIA'nın rolü olduğu çok iyi bilinmektedir. Prens Bernhard ise eski bir NAZİ SS üyesidir, 1937'de Hollanda prensesi ile evlenmiştir, ama Nazilerle olan yakın bağları çok iyi bilinmektedir (Marrs 2000). ABD'li gizli örgüt ve CFR üyelerinin bazıları da Bilderberg üyesidir.

Aslında Bilderberg, CFR'nin çok daha gizli bir biçimde uluslararası boyuta yayılmış halidir. Hedefi; Yeni Dünya Düzeni'ni ve ABD-İngiltere hâkimiyetini ve emperyalizmini tüm dünyaya yaymaktır. Her yıl yapılan çok gizli ortamdaki toplantıları; hem CIA, hem de o ülkenin istihbarat örgütü kontrol eder. Türkiye'de son 50 yıldır başa geçen ünlü politikacıların çoğunluğu Bilderberg üyesidir, halen bu gizli Bilderberg üyeleri Türkiye'nin etkin yönetiminde rol almaktadırlar. Türkiyedeki toplantılar şu ana dek 18-20 Eylül 1959'da Yeşilköy-İstanbul'da, 25-27 Nisan 1975'te (Çeşme'de Hotel Altın Yunus'ta) yapılmıştır. 2001'deki toplantı ise İsveç'te gerçekleşmiştir.

CFR (COUNCIL ON FOREIGN RELATIONS-DIŞ İLİŞKİLER KONSEYİ)

Bill Clinton, Antony Lake, Al Gore, George Bush, Warren Christopher, Colin Powell, Les Aspin, James Woolsey (eski CIA direktörü) gibi isimlerin CFR isimli bir komisyona kayıtlı olmaları herhalde sizleri bunca bilgiden sonra şaşırtmaz. Elimizdeki listeler burada yayınlanamayacak kadar fazladır. Ama dünyadaki en ciddi karar mercilerine gelenlerin bağlı oldukları bir örgüt olması herhalde doğal karşılanabilir, üstelik bunların bazıları Bilderberg veya Skulls and Bones Society üyesidirler. Yani hiç kimse hak ettiği ve olması gerektiği için bir pozisyonda değildir bu Yeni Dünya Düzeni'nde. İplerin altında ne kadar iyi oynayabildiği, ne kadar sır tuttuğu ve bu örgütlere ne kadar bağlı olduğu önemlidir onlar için.

CFR, 21 Temmuz 1921'de New York'ta kurulmuştur (Marrs 2000; Ross 2000). Daha ziyade New York ve Washington DC'de yaşayan elitlerden oluşan CFR'nin bugün finans, iletişim, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarda en etkin konumlarda bulunan 3 bin 300 üyesi mevcuttur. Bu sayı bir zamanlar bin 600 ile sınırlıydı. Özellikle tüm FBI, CIA, DIA, DEA ve başka istihbarat şefleri bu örgütün de elemanıdır ve CFR'nin ilkelerinden dışarı çıkamazlar. CFR, 2. Dünya Savaşı'nda çok önemli bir rol oynadığı gibi, yayınladığı Foreign Affairs isimli dergi ile de çalışmalarını tüm dünyaya duyurur. CFR her ne kadar gizli olmayan bir görünüme sahip olsa da, bu gerçek değildir. CFR, SBS, Bilderberg gibi çok gizli bir örgüttür. 

BOHEMIAN GROVE (BOHEMIAN KLÜBÜ)

Bohemian Grove (BG), aynı Skulls and Bones Society gibi gizli amaçlar ve yöntemler için 1880'lerde California'da kurulmuş bir cemiyettir. Üyeleri, törenleri ve ne yaptıkları çok gizli tutulur. Merkezdeki çiftlik aynı anda yüzlerce kişinin hafta sonu toplantılarına katılabileceği niteliktedir. Her şehirde tapınakları vardır. Sembolleri Baykuş'tur. Kissenger ve Ronald Reagan'ın üyeleri olduğu bilinmektedir. Ama SBS, Pilgrem Society, Rotary Club gibi masonik cemiyetlerle iç içedirler. Bir söylentiye göre, BG'dan icazet alamayan bir istihbarat örgütünün başına getirilemez, başkan seçilemez. Üyeleri en kilit noktalardaki kişilerden oluşur; örneğin 1991'de BG'da olup da aynı zamanda önemli şirketlerde yönetici olanların sayısı şöyleydi: Bank of America 7 direktör, Pacific Gas and Electric 5 direktör, AT-T 4 direktör, First Interstate Bank 4 direktör, McKesson Corporation 4 direktör, Ford Motors 4 direktör, General Motors 3 direktör, Pacific Bell Telephone 3 direktör. Ayrıca pek çok istihbarat örgütünün başkanları veya üst düzey yöneticileri de BG veya SBS üyesidir. BG, SBS ile birlikte 1880'lerden beri Yeni Dünya Düzeninin ideologudur ve bu cemiyetlerdeki kişilerin çoğu ise Bilderberg, Trilateral Komisyon ve CFR'da yer alırlar

MASONLUĞUN TEMELİ

Tapınak Şovalyeleri, Haçlı Seferleri sırasında kurdukları kalelerde (Anadolu'dan Kudüs'e kadar) kendi alt kültürlerini ve gizli haberleşme yöntemlerini, felsefi ve sosyal sistemlerini oluşturan ve bankerlikle uğraşan, hatta seyahat çeklerini icat eden bir gizli örgüt olarak ele alınabilir..

Bugün bu gizli örgütleri aşamazsanız, dünyanın hiçbir yerinde sesinizi duyurup hakkınızı arayamazsınız. Çünkü kanunları onlar yapmaktalar, kara ve ak parayı onlar kontrol etmekteler, polisi ve istihbarat örgütlerini, endüstri ve bilimi onlar yönetmekteler, teknoloji ve bilgiyi onlar yönlendirmekteler. Dünyayı işgal eden ve her yere nüfuz etmiş bu Yeni Dünya Düzeni'nin örgütlenmesini aşamadıkça ne bağımsızlığınız var olabilir, ne de bir ulus olabilirsiniz.

Vatikan Papalık mafyası, Malta ve Tapınak Şovalyeleri'nin güçlenmesinden ve bağımsızlaşmasından rahatsız olunca onları ülkelerine çağırır. Zaten kendi alt kültürleri içinde Selçuklu, Sufi, Arap kültürleriyle kaynaşmış, Yunanlıların Arapçaya çevrilmiş eserlerini okumuş ve kısmen de hermetizmle ve alkemi (simya) ile uğraşan bu şovalyelerin bazıları ülkelerine döndüklerinde özellikle Fransa ve İspanya'da cadı, büyücü diye yakılmışlar ve sonra da bunların bir kısmı 13. ve 14. yüzyıllarda İskoçya'ya kaçarak kendi alt kültürlerini oluşturmuşlar. Sonuçta bir süre sonra spekülatif masonluk denilen masonik örgütlenmeleri kurmuşlardır. Masonik örgütlenmeler diğer başka gizli örgütlenmelerin esasını oluşturmuş, hatta Fransız Devrimi'nin ve Amerikan Devrimi'nin gerçekleştirilmesinde felsefi ve örgütsel büyük katkı sağlamıştır. Fakat şu unutulmamalı ki ister İlluminati olsun, ister Skulls and Bones Society ve Bohemian Grove olsun, bunların hepsi Masonik gizli örgütlenmelerdir; törenleri, temel felsefeleri, beyin yıkama yöntemleri hep birbirine benzer. Bu gizli örgütlere giren herkes masonik bir geçmişe de sahiptir. İlluminati, Skulls and Bones Society, Bohemian Grove, Pilgrem Society, Atlantik Konsül, The Group (İngiltere) gibi gizli cemiyetler çok az kişi tarafından duyulmuşlardır ve bu gruplarla ilgili bilgiler pek çok ülkenin askeri veya sivil istihbarat örgütlerinde bile yoktur. Yukarıda sayılan cemiyetler son günlerde pek fazla adı geçen CFR (Dış İlişkiler Konseyi), Bilderberg ve Trilateral Komisyonun belkemiğini teşkil eder.

SKULLS AND BONES TOPLUMU



Baba ve oğul George Bush'un üyesi olduğu Skulls and Bones Society (SBS), merkezi Connecticut Yale Üniversitesinde olan çok gizli bir cemiyettir. Her yıl sadece bu örgüte yaklaşık 15 kişi (erkek) girebilir, ama bu 15 kişi daha sonra ABD'de en kilit noktalara getirilir, ayrıca bu kişilerin akrabaları ve dostları da bu elitizmden paylarını alırlar. Bir rivayete göre, 1832'de ABD'ye İlluminati'nin bir uzantısı olarak William Russell ve Alphonso Taft tarafından getirilmiştir. Alphonso Taft, daha sonra ABD başkanı ve SBS üyesi olan William Howard Taft'ın babasıdır. SBS'nin son 150 yılda 2500'den fazla üyesi olmuştur. SBS Yeni Dünya Düzeni'nin temel ideologlarından biridir (Bohemian Grove ve CFR ile birlikte). SBS'ye ilişkin elimizdeki ilk kayıtlar Haziran 1882'ye aittir.

Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon töreni masonlarınkine çok benzer. Fakat tüm törenler ve yapılanlar gizlidir, kimse dışarıya bilgi sızdıramaz. İnisiasyon törenlerinde denekler çırılçıplak soyunup bir tabuta girerler, bu tabuttan çıktıklarında yeniden doğmuş sayılırlar. Birbirlerini özel tanıma yöntemleri vardır. Son yüzyılda SBS üyeleri ABD'de en kilit noktalara gelmişlerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kişiler özenle bu gruba alınır. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik; WASP olmaktır (White: Beyaz; Anglo Sakson ve Protestan). Başka ırka veya geçmişe mensup başka dinden olanlar bu yapıya giremez.

Cemiyete girenlerin 6-7 kuşak öncesinden Anglo Sakson ve Protestan olmasına çok dikkat edilir. ABD'ye yerleşen ve pek çok tüketim aracını kontrol altından tutan ve etkin ailelerden SBS'ye üye verenlerden bazıları şunlardır: Whitney, Perkins,Stimson, Taft, Wasdworth, Gilman, Payne, Davison, Pillsburry, Sloane, Weyerhauser, Harriman, Rockefeller, Lord, Bundy, Phelps, Bush aileleri.

SBS, toplumdaki hemen her yapıya girmiştir bunların içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, medya, iş ve endüstri, Federal Banka sistemi, kanun yapıcı kurullar, mahkemeler vb. SBS'nin temel ideolojisi; Anglo Sakson ve protestan beyazların dünyadaki hâkimiyetini sağlamaktır, ideolojisi faşistir ve her iki Dünya Savaşında da bu cemiyet çok önemli roller oynamıştır (Sutton 1986). Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeni'nin yaratıcısıdır.

Kennedy Suikasti


Kennedy`nin son konuşması şudur:  http://www.youtube.com/watch?v=EZYfeYhQ9eU


İngilizcesi olmayanlar, seyretmeye üşenenler ve televizyonunu yeni açanlar için kısaca özet geçeyim. Kennedy son basın açıklamasında gizli cemiyetlere giydiriyor. Bu gizli cemiyetlerin bilim, tekonoloji, siyaset, sanat gibi her alana sızdığını belirtiyor. Ve hayatta olduğu sürece bu gizli oluşumların karşısında duracağını söylüyr.


Bu onun son konuşması oluyor.


J.F. Kennedy`nin suikasti fbi tarafından düzenlenmiştir.
Katili olarak yargılanan adam masumdur, işkence altında bile masum olduğunu söylemiştir.


Bu vatandaşın tutuklandığı gün öldürülmesinin ardından Kennedy davası kapanır. Davayı kapatma kararı alan jürinin 2 üyesi yüksek dereceli masonlardır. Kayda alınan amatör çekimlerde Kennedy'ye en az 3 farklı noktadan ateş edildiği belli olmasına karşın, polis bu detayı es geçmiştir. Suikasti düzenlediği gerekçesiyle tutuklanan ve aynı gün emniyet binası önünde öldürülen Lee Harvey Oswald'ın 3 el ateş ettiği ve 2'sinin isabet aldığı kayıtlara geçirilmiştir. Fakat Kennedy'nin vücudunda tam 8 yara izi vardı.


Ve J. F. Kennedy, amerikan halkının sevdiği son başkanıydı



sübliminal mesajla ilgili


sübliminal mesaj bir obje içine başka bir obje koyularak, o an algılayamasanız da bilinçaltınıza işlensin diye uygulanan bir metoddur.


   sübliminal mesajla ilgili: "Son zamanlarda en fazla reklam sektöründe kullanıldığı bilinmekle beraber bir çok özel ve devlet kurumlarının reklam ve karşı propaganda yöntemi olarak da kullanıldığı söylenmektedir. Amerika da bir sinemada yapılan subliminal mesaj deneyinde, film sırasında anlık yani saliselik flaş patlamalarla birlikte ‘’ Patlamış mısır ye ’’ ‘’ Cola İç ‘’ gibi mesajlar gönderilip bilinçaltına hitap ederek bu mesajlar sayesinde Cola satışları yüzde 18.1, patlamış mısır satışları ise yüzde 57.7 artmış."

15 Ocak 2012 Pazar

Rothschild, İsrail ve Dünya Savaşları


İsrail devleti`nin kurucusu Rothschild Ailesi`dir.

Nasıl mı?

İsrail`in kuruluşu Mayıs 1948`tir. İkinci Dünya Savaşı`nın sonları olması sizce bir tesadüf mü? Hem Birinci, Hem İkinci Dünya Savaşı`nın en en en temel sebebi hicaz bölgesinde, kudüs başkentli bir yahudi devleti kurulacak olmasıdır. Büyük emelleri olan Tek Dünya Cumhuriyeti`nin başkenti de Kudüs olacaktır.

Rotschild Ailesi`nin nasıl devletler üstü güce sahip olabildiğini ve dünyanın öncül devletleri ile olan ilişkilerinden bahsedecem..

Rothschild Ailesi Amerika`nın kuruluşu sırasındaki Amerikan-İngiliz kolonileri çatışmalarında gizliden gizliye Amerika`yı desteklemiştir. Rothschild Ailesi Amerikalılara silah ve para yağdırmıştır. bunun kaşılığında george washington`dan, kurulacak olan amerikan devletinin parasını basma hakkını kendilerine vermesini istemiştir. Amerikan Doları`nın basımı Rothschild Ailesine aittir.

Ardından İngiltere-Fransa savaşında destekledikleri taraf ise fransa olmuştur. Bu Fransa savaşı esnasında savaşı İngiltere`nin kazandığı hakkında bir spekülasyon yaratarak tüm İngiliz halkının parasını borsaya yatırmasına sebep olmuşlardır. Fakat İngiltere`nin savaşı kaybettiği ortaya çıkınca, rothschild ailesi adeta İngiltere`nin gizli sahibi haline gelmiştir. Büyük paralar kırmıştır. İngiltere Rotschild`e olan borcunu ödeyemez ve Bank of England resmen Rothschild`e devredilir. Ardından yine o meşhur tekliflerini bu sefer İngiltere`ye yaparlar, paranızı biz basalım borcunuz silinsin. Böylelikle Sterlin`i basanlar da kendileri olurlar.

Birinci Dünya Savaşı`ndan perişan bir şekilde çıkan almanya nasıl kısa bir sürede tüm dünyaya kafa tutabilecek kadar güçlenmiştir? Cevap: Rothschild Rothschild Rothschild. Bu yardımı yapacak olmalarının bedeli ise tabi ki alman merkez bankası`dır. Alman ekonomisine de bu şekilde hakim hale gelirler.

Başta avusturya ve rusya olmak üzere osmanlı`ya düşman devletleri ve ayaklanma çıkarmaları için osmanlı azınlıklarını destekleyen ise yine Rothschild olmuştur. Rothschild Ailesi osmanlı`ya da ahlaksız teklifte bulunmuştur. Hayır banka veya para değil, osmanlı`dan alacak çok daha değerli bir şeyleri vardır. Rothschild, Abdülhamit`e Filistin, Kudüs ve Hicaz`ı vermesi karşılığında Osmanlı`nın tüm dış borçlarının silineceğini, balkanlarda ve Kuzey Afrika`da kaybettiği toprakları geri alacağı garantisini vermiştir. Abdülhamit bunu reddetmiştir. Kabul etseydi her şey şu an çok mu farklı olurdu? hayır. Zira osmanlı üzerindeki yüzyıllara dayanan planlar er geç faaliyete geçecekti.

Birinci Dünya Savaşı ile yahudi devletinin kurulması için gerekli finans sağlanmıştır. Kutsal topraklar da (Kudüs ve Civarı) Osmanlı`nın elinden alınmıştır. Yahudi Devleti`nin kurulması için gerekli son bir şey daha kalmıştır, o da bu topraklarda yaşayacak yahudilerdir. Fakat Avrupa`da halinden memnun olan yahudiler nasıl ikna edilecekir? Bu sorun İkinci Dünya Savaşı`nda çözüme kavuşturulur.

Adolf Hitler`in başa getirilmesi ve onun Faşist Poltikası, Rothschild oyunlarıdır. Yahudilerin yıllar boyunca katledilmesi yine Rothschild`ler tarafından telkin edilmiştir. Bu sayede soykırıma uğrayan yahudilerden sağ kalanlar İsrail Devleti`ne geleceklerdi. Netekim öyle de olmuştur.

Milyonlarca insanın öldüğü, mağdur olduğu, maddi ve manevi inanılmaz kayıplar verilen iki dünya savaşı`nın da amacı buydu ve amacına ulaştı. Hicaz bölgesinde bir yahudi devleti olan İsrail Devleti, 1948 Mayısı`nda resmen kuruldu.

Şimdi beyniniz karıncalanmış olabilir. E bu Rothschild ailesi yahudiydi hani, neden yahudi katliamını finanse ettiler, nasıl hitler`i destekleyebilirler? Bunları soruyonuz dimi... Bu adamlar yahudi diyoruz da, tanrıları Allah, peygamberleri Hz Musa mı sizce? Bu adamların ne dini ne milleti var. Sadece bir tanrıları var, o da Şeytan.

Acı ama gerçek.

Dünyayı yöneten devletler üstü gücün sahipleri Şeytan`a hizmet etmekte.

Tüm bu güce sahip olmalarının ve sürekli daha fazlasını istemelerinin başka nasıl bir açıklaması olabilir? Mutlaka altında çok daha "kutsal" bir amaç olmalı...

MERKEZ BANKASI VE PARANIN DEĞERİ


Şimdi bir ülkenin para basma hakkına rothschild`in sahip olması ne ifade ediyor tam olarak, açıklayalım

Merkez Bankası kafasına göre para basamaz. Bastığı her para karşılığında, devlet de hazineye o paraya karşılık gelecek şekilde değerli maden (altın) bırakmalıdır. Develuasyon denilen olay da, merkez bankası`nın, hazineye koyulan değerli madenlerin değerinden fazla para basmasıyla olur.

Neyse gelelim özete, bu abiler bastıkları her para karşılığında devlete borç vermiş oluyorlar ve karşılığında altın elde etmiş oluyorlar.

Şu an Amerika`daki her 1 doların karşılığı olacak şekilde altın, petrol, elmas devlet tarafından rothschild ailesine ödeniyor. ABD Doları`nın da halen dünyadaki en çok kullanılan para birimi olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

İngiltere`de de böyle.

Hemen hemen her ülkede böyle.

Merkez Bankasının bağımsızlığını kaybetmesiyle, sevr antlaşması`nın imzalanması arasında bir fark yoktur. İki durumda da bağımsızlığınızı kaybedersiniz, kazandığınız her bir kuruşta bu abilerin cebini doldurursunuz, emeğiniz sömürülür.

Kapitalizmi dünyaya getiren adamlar bunlar, e tabi bu işin kitabını herkesten iyi biliyorlar.


not: amerikada para basma yetkisi devletin değil tamamen devletten alakasız  rothschild ailesinin elindedir.dolayısıyla dünyada bu serefsizlerin elinde..


10 Ocak 2012 Salı

MUSE GRUBU ve İLLUMİNATİ


İLLUMİNATİ OLUŞUMU İLE İLGİLİ BAZI GERCEKLERİ BİZE ANLATMAYA ÇALISIYOR MUSE GRUBU BU İKİ ŞARKISINDA



MUSE - UPRİSİNG türkçe

Paranoya filizleniyor, 
Yayılma devam edecek
Uyuşturucu satmaya çalışacaklar
Bizim seviyemizi düşüreceker ve umacaklar ki;
Gerçeği asla göremeyeceğiz
(Öyleyse hadi!)

Bir başka söz, bir başka sahne, bir başka
Bizi açlık içinde tutsak etmeyecek bir paket
Aklımızın etrafına sarılmış bütün yeşil bantlarla beraber
Gerçeği hapsetmek için bitmeyen bir bürokrasi

Nakarat:
Bizi zorlamayacaklar
Onurumuzu kırmayı bırakmayacaklar
Bizi kontrol edemeyecekler
Zafer bizim olacak !

Akıl kontrolünü değiş tokuş etmek
Gel ve devrimin darbesini vurmasına izin ver, eğer sen;
Düğmeye basabilir ve üçüncü gözünü açabilirsen, göreceksin ki;
Ölmekten asla korkmamalıyız !
(Öyleyse hadi!)

Yüksel ve gücünü geri al, zamanı geldi;
Zengin kişilerin kalp krizi geçirmesinin, biliyorsun ki;
Onların zamanı sona doğru geliyor
Birleşmeli ve bayrağımızın yükseldiğini izlemeliyiz


                                              MUSE - UPRISING [İSYAN] orjinal

The paranoia is in bloom, the PR
The transmissions will resume
They'll try to push drugs
Keep us all dumbed down and hope that
We will never see the truth around
(So come on!)

Another promise, another scene, another
A package not to keep us trapped in greed
With all the green belts wrapped around our minds
And endless red tape to keep the truth confined
(So come on!)

Chorus
They will not force us
They will stop degrading us
They will not control us
We will be victorious

Interchanging mind control
Come let the revolution take its toll if you could
Flick the switch and open your third eye, you'd see that
We should never be afraid to die
(So come on!)

Rise up and take the power back, it's time that
The fat cats had a heart attack, you know that
Their time is coming to an end
We have to unify and watch our flag ascend

Chorus
They will not force us
They will stop degrading us
They will not control us
We will be victorious

Hey .. hey ... hey .. hey!
(repeat)

Chorus
They will not force us
They will stop degrading us
They will not control us
We will be victorious

Hey .. hey ... hey .. hey!
(repeat)
************************************************************************
mk ultra nedir? google'a yazın kendiniz görün.


                               MUSE - MK ULTRA türkçe

Dalga boyu usulca büyüyor 
Zorlayıcı kavramlar yeniden-yayılıyor
Bir kainat bir gözyaşında kapana kısıldı
Çekirdeği çınlatıyor
Doğal olmayan yasalar yaratıyor
Aşk ve mutluluğu korku ile yer değiştiriyor

Ne kadar aldatmaca kabul edebilirsin
Ne kadar yalan yaratacaksın 
Sen kırılana kadar bu daha ne kadar sürecek
Zihnin çökmek üzere

Ve onlar başarıyor 
Onlar başarıyor
Onlar başarıyor
Biz kontrolü kaybediyoruz
Onlar başarıyor
Onlar başarıyor
Onlar başarıyor
Şimdi biz düşüyoruz 
Biz kontrolü kaybediyoruz
Hepsi için görünmeziz 
Akıl bir duvara dönüyor 
Tarihin tümü bir vuruşla siliniyor 

Ne kadar aldatmaca kabul edebilirsin
Ne kadar yalan yaratacaksın 
Sen kırılana kadar bu daha ne kadar sürecek
Zihnin çökmek üzere

Ve onlar başarıyor 
Onlar başarıyor
Onlar başarıyor
Şimdi biz düşüyoruz 
Biz kontrolü kaybediyoruz

                        MUSE - MK ULTRA orjinal

The wavelength gently grows
Coercive notions re-evolve
A universe is trapped inside a tear
it resonates the core
creates unnatural laws
replaces love and happiness with fear

how much deception can you take
how many lies will you create
how much longer until you break
your mind's about to fall

and they are breaking through
they are breaking through
they are breaking through
we are losing control 
they are breaking through
they are breaking through
they are breaking through
now we are falling
we are losing control 
Invisible to all
The mind becomes a wall
All of history deleted with one stroke
how much deception can you take
how many lies will you create
how much longer until you break
your mind's about to fall


and they are breaking through
they are breaking through
they are breaking through
now we are falling
we are losing control 


8 Ocak 2012 Pazar


insan neden mutlu olamaz…
Çünkü; gereğinden fazla özler dünü,
Hak ettiğinden fazla düşünür yarını…
Ve hiç hak etmediği kadar bilinçsizce yaşar bugünü…

insan neden gerçek aşkı bulamaz?
Çünkü; gereğinden fazla özler hayatından çıkanları
Hak ettiğinden daha büyük umutla bekler terkedip gidenleri
Ve asla göremez yanı başındakileri

7 Ocak 2012 Cumartesi

İŞ STRES ÖLÇEĞİ

Aşağıda iş hayatınızla ilgili bazı durumlar sıralanmıştır. Bu durumlarla ilgili olarak düşüncelerinizi verilmiş olan sayıları kullanarak belirtiniz.

1. Hiçbir zaman 3. Bazen 5. Hemen hemen her zaman
2. Ender olarak 4. Sık sık


1. Sorumluluklarınızı yerine getirmek için yeterli yetkiniz olmadığını hissedermisiniz?
2. İşinizin amacı ve taşıdığınız sorumluluklar konusunda tereddüte düşermisiniz?
3. İşinizde gelişme ve ilerleme konusunda sizin için varolan imkanlardan şüpheye düşermisiniz?
4. Normal bir iş gününde bitirilemeyecek kadar ağır bir iş yükünüz olduğunu hissedermisiniz?
5. Çevrenizdeki kimselerin birbirleriyle çatışan taleplerini karşılayamayacağınızı düşünürmüsünüz?
6. İşinizin gerektirdiği eğitime tam olarak sahip olmadığınızı düşünürmüsünüz?
7. Amirlerinizin iş başarınız konusundaki değerlendirmelerini bilirmisiniz?
8. İşinizi yapmak için gerekli olan bilgileri elde etmek konusunda güçlükle karşılaşırmısınız?
9. Tanıdığınız insanların hayatlarını etkileyecek kararlar konusunda endişe duyarmısınız?
10. İşte, çevrenizdekiler tarafından hoşlanılmadığınızı ve kabul edilmediğinizi hissedermisiniz?
11. Amirinizin sizi etkileyen karar ve davranışlarını yönlendiremediğinizi hissedermisiniz?
12. Birlikte çalıştığınız kimselerin sizden tam olarak ne bekledikleri konusunda tereddüte düşermisiniz?
13. Yapmak zorunda olduğunuz işin miktarının işinizin kalitesini olumsuz yönde etkilediğini düşünürmüsünüz?
14. Daha iyisini nasıl yapılacağını bildiğiniz halde, işinizi bunun dışında yapmak zorunda kalırmısınız?
15. İşinizin aile hayatınıza engel olduğunu hissedermisiniz?

PUANINIZI TOPLAYIN VE 15 E BÖLÜN. ELDE EDECEĞİNİZ SAYI SİZİN İŞ STRES PUANINIZDIR...




STRES PUANI

1,0 - 1,3 B
1,4 - 1,9 C
2,0 - 2,5 D
2,6 - 3,1 E
3,2 - 3,4 F
3,5 - 4,0 A




A ) Sağlık ve verimliliği ciddi olarak tehdit eden ağır risk düzeyi

B ) Kişiye önemli olduğunu hissettirmeyen, onun kapasitesini kullanmasına imkan vermeyen ve yeterli uyarım sağlamayan, dolayısıyla can sıkıntısından ve önemsizlik duygusundan kaynaklanan stres düzeyi

C ) Uyarıcı yönleri olan, ancak hafif bir iş. Başarı güdüsü yüksek biri için sıkıcı, mücadeleci olmayan biri için uygun bir iş stres düzeyi

D ) Sağlık ve verimlilik açısından en elverişli stres düzeyi

E ) Uyarıcılığı yüksek, sorumluluğu fazla ancak kişiye çekici gelen iş stres düzeyi. Bazı yönleriyle kişiyi zorlayarak verimliliği artırırken, bazı yönleriylede sağlığı tehdit edebilir

F ) Sorumluluk düzeyi yüksek, kişiyi zaman açısından zorlayan, dinlenmeye ve aile ilişkilerine imkan tanımayan, bu sebeple sağlık ve verimlilik için tehdit oluşturan stres düzeyi




UYGUN İŞ STRES DÜZEYİ KİŞİNİN İYİ AKORD EDİLMİŞ BİR KEMAN TELİ GİBİ, UYGUN GERGİNLİKTE OLMASINA İMKAN VEREN STRES DÜZEYİDİR. NE GEVŞEK TELLERDEN İYİ SES ALINABİLİR, NE DE ÇOK GERGİN TELLERDEN UYUMLU BİR SES ÇIKAR...

ALFABETİK DÜŞÜNME TEKNİĞİ

Diyelim ki, sorunumuz sıra dışı bir sinema salonu açmak. Elimizde büyük bir şehirde sinema salonu açacak kadar bütçe var. Ancak açacağımız sinemanın tanınması ve başarılı olması için birkaç yıl beklemek istemiyoruz. Öyle bir yol olmalı ki, altı ay içinde sinema tanınmalı, konuşulmalı, sevilmeli ve sinemaya gitmek söz konusu olduğunda akla ilk gelen seçeneklerden olmalı. İlk altı ay içinde doluluk oranları yüksek bir sinema salonuna dönüşmeli.

UYGULAMA YÖNTEMİ
Alfabenin harfleri dikey bir şekilde yazılır . Her harfle ilgili akla gelen kelimeler, harfin karşısına yazılır. Kelimelerin sorunla ilgili olması gerekli değildir ve hatta ilgisiz olması tercih edilir. Ardından her kelime ile sorun arasında bir bağlantı, bir ilişki kurulmaya çalışılır. İşe yarayacak gibi görünen fikirler not alınır. Bütün fikirlerin birlikte kullanılması gibi bir kural yoktur. Yakalanan on-on beş fikirden bir tanesi ya da uyumlu olan birkaç tanesi kullanılabilir. Uygulamaya geçilir.

Küçük bir örnek çalışma için çok sayıda kelime değil, birkaç kelime seçelim: Araba, burç, çocuk, hamak. Sonra bu kelimelerle sorunumuzu bağlamaya çalışalım.

Kutuya Hapis Olmuş Zihinler ve Araba
Araba kelimesi ile sinema salonu nasıl bağlanabilir? Akla hemen, araba parkı olan sinema salonları geliyor. Ancak bu, sıra dışı sayılmayabilir. Çünkü daha önce uygulanmış ve bilinen bir model. Deyim yerindeyse kutunun içinden. Bu tür bilindik fikirler, akvaryumlu kafeler ve arabalı sinema salonları, sıra dışı bir fikir arayan kafaları kutunun içinde bırakabilir. Dolayısıyla bilindik fikirlere takılmadan, daha zor ilişki kurulacak kelime, nesne ve olguları incelemek daha uygun olabilir.


Burçlara İndirim Yapan Sinema Salonu
Burç kelimesi ile sinema salonu nasıl bağlanabilir? Örneğin, sinemada burçlara göre sürekli bir indirim kampanyası düşünülebilir. Tarih hangi burca denk geliyorsa, o burçtan olanlara indirim verilir. Böylece 12 ay boyunca her burçtan kişinin indirim alma hakkı olacaktır. Diyelim ki, 21 Aralık – 22 Ocak tarihleri arasında Kova burcundan olanlara yüzde elli indirim verilebilir. Sinema insanların birçok örnekte birkaç arkadaş gittikleri bir yer olarak, bir Kova burcu yanında Kova burcu olmayanları da yanında götürecektir. Yıl boyunca tüm burçlar için indirim olduğundan sinema salonunun ilanları, insanların ilgisini çekebilir. Sinemanın ismi Burç olabilir. Sinema biletlerinin arkasında burç açıklamaları olabilir. Salonlara burçların isimleri verilebilir. Burç kavramı, dekorasyon unsurlarının tamamında kullanılabilir. Bu fikrin yeni müşteri getirme olasılığı daha çok gibi görünüyor.

Çocuğunuzu Oyaladıkları Sinema Salonu
“Ç” harfinden devam edecek olursak, çocuk kelimesini kullanarak nasıl sıra dışı bir sinema salonu elde edebileceğimizi düşünebiliriz. Çocuk sahibi olmuş çiftlerin en önemli sorunlarından bir tanesi, yalnız başlarına yemeğe ya da sinemaya gitme özgürlüklerinin önemli ölçüde kısıtlanmış olmasıdır. Şimdi bir sinema salonu düşünelim; aynı anda iki film başlıyor. Bir tanesi yetişkinler için, diğeri de çocuklar için. Çocuklar için olan salonda pedagoji eğitimi almış, çocuklarla çok iyi anlaşabilen uzman gençler var. Sinema koltukları yok, onların yerine yastıklar ve yere serilmiş yumuşak kalın tüylü halılar var. Yetişkinler kendi beğendikleri filme girmeden önce, çocuklarını bu salondaki uzman gençlere emanet ediyorlar ve filmlerini izlemeye gidiyorlar. Bu tarz bir sinema salonu, birçok çocuklu aile için çok cezp edici olabilir. Hatta sundukları hizmeti yüksek olarak da fiyatlandırabilirler.


Hamaklı Sinema Salonu
“H” harfinde ilk karşımıza gelen kelime hamak. Hamak ile sıra dışı sinema salonu olur mu? Açıkçası harika olur gibi görünüyor. Düşünsenize amfi-tiyatro şeklinde bir salonda uygun açıda yerleştirilmiş bir perde ve hamakta uzanarak seyrettiğiniz bir film. Oldukça çekici bir fikir gibi duruyor. Üstelik maliyet olarak da, hamakların maliyeti koltuklardan daha az olacaktır. Sinemanın ismi de Hamak olabilir. Dekorasyon olarak da biraz daha yazlık, bambu malzemeden yapılmış unsurlar kullanılabilir. Düşünsenize böyle bir sinema olsa, siz ya da arkadaşlarınız gitmeyi arzu etmez misiniz?

Alfabetik Düşünme Tekniği, Bizi Yaratıcı Kılabildi mi?
Sıra dışı bir sinema salonu kurma konusunda Alfabetik Düşünme Tekniği ile yaptığımız çalışma, gerçek yaşamda on beş dakika kadar sürüyor. Bu tür bir teknik olmadan bu kadar kısa sürede bu kadar sıra dışı fikir aklımıza gelir miydi? Seminer katılımcılarımız bu soruya “gelmezdi” diye cevap veriyor. Alfabetik düşünme tekniği bizi, içinde bulunduğumuz düşünme kutusundan dışarı çıkarıyor.